GÜNÜN SORUSU; "SON EKONOMİK KARARLAR BAŞLANGICIN mı, BİTİŞİN mi HABERCİSİDİR?"

SORDUM ÖĞRENDİM

Günün sorusu; “Son ekonomik kararlar başlangıcın mı, bitişin mi habercisidir?”

Önce habere bakalım.

Bankacılık Denetleme ve Düzenleme Kurulu (BDDK), cuma günü bir karar aldı.

Buna göre ticari kredilerde yeni bir adım atıldı.

Bundan böyle 15 milyon dolara kadar döviz varlığı olan şirketlere kredi kullanmaları durumunda döviz varlıklarını 15 milyon doların üzerine çıkarmama şartı getirdi.

15 milyon dolar üzeri döviz nakdi varlığı bulunan şirketler ise bu varlığı aktifinin ya da satış hasılatının yüzde 10’unu aşması durumunda yeni nakdi TL ticari kredi kullanamayacak.

BDDK’nın bu kararı dolar ve altında düşüşleri de beraberinde getirdi.

Alınan kararların dövizde düşüşe neden olmasının saray medyasında heyecan yarattığını, görüyoruz.

Önümüzdeki hafta yine “Ekonomik zafer”, “Halk çok mutlu” türü başlıklar görebiliriz.

Ancak aylardır sürdürülen hatalı politikalar sonunda böyle bir karar almak ekonomiyi canlandırır mı?

Ekonomi rayına oturmak üzere tekrar yola koyulur mu?

İşte burası karanlık görünüyor.

Bir ekonomist dostum bu kararlar üzerine ilk tepkisini şöyle dile getirdi;

“Burada asıl konu, bunun bir başlangıç mı, yoksa bitiş mi olduğunu anlamaktır.”

Sonra devam etti; “Bu çok sığ bir politikadır. Hem serbest piyasa ekonomisinden söz edeceksin hem de ticari şirketlerin kredi kullanımına döviz limiti koyacaksın. Öte yandan ihracatçıya dövizlerini giderek artan oranda bozdurma koşulu getireceksin, ekonomiyi emir komuta zincirine sokacaksın. Bunun yürümesi mümkün değildir. Bu aslında ekonominin iflas ettiğinin ilanıdır.”

Ekonomiyi tekrar rayına oturtmak için bir süre sert önlemlerle ve emir komuta ile yönetmeye çalışma başarılı olamaz mı?

Bunu sordum doğal olarak.

Sonuçta döviz fiyatlarının düşmesi kamuoyunda “Galiba işleri düzeltiyorlar” imajı yaratır.

Ekonomist dostum güldü; “Popülist olarak yaklaşırsan doğru görünebilir, ama bunun kalıcı olması mümkün değil ki. Avrupa Birliği üyesi ülkelerde ortalama enflasyon yüzde 8, sende ise resmi olarak yüzde 80’leri buldu. Bu durumda gemi yürümez.”

Ekonomist dostum daha sonra “Bak” dedi “Bunlar hep eski Türkiye diyerek kötüleme yapıyorlar ya, aslında 1970’lere döndüler.”

Ben de “yani?” dedim.

“Yanisi şu” dedi ve devam etti; “Türkiye son kararla şirketler açısından serbest piyasa ekonomisinden çıkarak, kambiyo kontrolüne girmiştir. Tıpkı 1970’lerde olduğu gibi yönetilecek demektir ekonomi artık. Ancak o yıllarla bugün arasında çok büyük fark var. 1970’ler de küresel ekonomi çok cılızdı… Şimdi çok güçlü ve Türkiye’nin bu güçlü yapı karşısında devlet kontrolündeki bir ekonomiyle yürümesi sıfır ihtimaldir. Ayrıca bu karar sonucu hızla dünya küresel ekonomi sisteminden de kopuyoruz ki, bunun sonuçları da korkunç olacaktır.”

Ekonomist dostum son olarak “Şimdi bunu bilmezsin, sen sormadan ben söyleyeyim, kambiyo kontrolü para birimi değersiz olan zayıf ülkelerin serbest piyasa döviz rejimini bırakarak, döviz alım satımının devlet eliyle yapılması demektir” dedi.

Sonuçta benim anladığım şu; Bu kararla bir süreliğine döviz fiyatları düşer ama kısa süre içinde yurtdışına çok ciddi bir para kaçar.

BUNU YAZMAK GEREK

Nihayet doğru olanı yaptılar

Kamuoyun baskısı, gerçek gazetecilerin ısrarlı yazıları sonunda DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan ve Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, Gezi Davası’na nihayet el attı.

Bu iki siyasi parti genel başkanı Gezi direnişi sırasında hükümette yer alıyordu.

Her ikisi de başbakan yardımcısıydı.

Her iki isim de Gezi Davası’nda “davacı” olarak anılıyordu.

Ancak her ikisi de dava çok ağır cezalarla sonuçlanınca “Bizim haberimiz yoktu, savcı kendiliğinden isimlerimizi koymuş” açıklamaları yaptılar.

Aslına bakarsanız bu iki kişi “Bizim haberimiz yok” dediği için ortaya bir skandal da çıkmış oldu.

O ana kadar hukuk bilgisi olanların dışında kimsenin dikkatini çekmeyen bir şey yaşanmıştı.

Gezi davası kamu tarafından açılan bir ceza davası. Kamu davalarında “davacı” sıfatıyla kimse bulunamaz. Ancak “şikayetçi” veya “mağdur” olunabiliyor.

Davutoğlu ve Babacan’ın yapmaları gereken, kendilerini haberleri bile olmadan ve hukuk dışına çıkarak “davacı” diye yazan savcı ve bunu kabul eden hakimler hakkında suç duyurusunda bulunmalarıydı.

Ancak bu iki isim suç duyurusunda bulunmak yerine avukatları aracılığı ile “davadan çekildiklerini” açıklayıp bunu bir dilekçe ile mahkemeye sunduklarını bildirdiler.

Gerçi “yetmez ama” bu davanın Yargıtay aşamasında bozulmasını sağlaması açısından önemli bir belge olacaktır.

MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

Suriye operasyonu ne oldu?

Geçen hafta başına kadar saray medyası “Suriye’de zafer kazanılacak” manşetleri atıyordu.

Çünkü AKP Genel Başkanı, üst üste yaptığı konuşmalarda  “teröre karşı” Suriye topraklarında geniş bir operasyon yapılacağını, bu konuda hiçbir engel tanımayacaklarını açıklamıştı.

İşte ondan sonra eline bir sopa alan saray akademisyenleri geçtikleri haritanın başında operasyonun nasıl yapılacağını anlatmaya başladılar.

Gazetelerde ise “İşte ilk beş hedef” ya da “Mehmetçik buradan girecek” veya “Kaçacak yerleri kalmayacak” türü manşetler atılıyordu.

Muhalefet partilerinin ekonomik durumu eleştirmelerine ise saray ve medyasının cevabı hazırdı; “Bütün bunlar Suriye’de yapacağımız büyük operasyonu engellemek için yapılıyor, bunlar vatan haini.”

Hatırlayın, bir hafta önce neredeyse bütün Türkiye nefesini tutmuş Suriye’ye başlayacak operasyonu beklemeye başlamıştı.

Sonra ne oldu?

Bilmiyoruz.

Operasyon lafları ortadan kalktı.

Gazete manşetleri bitti.

Ellerinde sopa harita başında konuşanlar yok oldu.

İnsanın aklına Rusya’nın “Sakın ha” Amerika’nın “aklından bile geçirme” İran’ın “Yaparsan beni karşında bulursun” NATO’nun “Asla tasvip etmeyiz” AB’nin “Büyük sorun yaratır” türü açıklamalarının etkili olduğu düşüncesi geliyor.

Ama tabii ki bu mümkün değil.

Dünyaya kafa tutan, herkesi titreten süper bir yönetimimiz var.

Hiç bu tür tehditlere boyun eğerler mi?

YENİ ÖĞRENDİM

Dodurga’daki seçim öncesi adayın kapısına kanlı mont asıldı

Çankırı ilçesinin Orta İlçesinin Dodurga beldesi, herhalde bugüne kadar görmediği şeyleri yaşıyor son bir aydır.

Çünkü bu ilçede 3 Haziran’da yani önümüzdeki pazar günü belediye seçimi yapılacak.

Bu nedenle bütün siyasi partiler Dodurga’da. Belde karnaval alanına dönmüş gibi.

Siyasetçiler anketler dışında ilk kez “gerçek sonuç alınacağı” için Dodurga’yı çok önemsiyor.

AKP ise Dodurga’da seçimi açık farkla kazanarak Cumhurbaşkanlığı seçimi için yapılan anketlerde partinin çok ciddi oy kaybı yaşadığı iddialarına “O anketleri şimdi ne yapacaksınız?” diye cevap vermek istiyor.

Peki, seçimi kim kazanacak?

Adalet Partisi Genel Başkanı Vecdet Öz, “Dodurga’da en güçlü partiyiz. Adayımız Emine Yayla burada çok sevilen bir isim. Halktan büyük desteği var. Ancak AKP seçimi kaybedeceğini anladığı için Emine Yayla ve ailesi AK Partililerce günlerdir tehdit ediliyor ve adaylıktan çekilmesi isteniyor” dedi.

Tehdit ve şantajın niteliği ise çok farklı.

Kimliği belirsiz kişiler Emine Yayla’nın evinin önüne “kanlı bir mont” bırakmışlar.

Kanlı mont “Aklını başına almazsan, başına gelecek olan budur” anlamı taşıyormuş.

Vecdet Öz jandarmanın duruma el koyduğunu belirerek “Şunu asla unutmasınlar ki Anadolu’nun yiğit kadınları kuru gürültüye asla pabuç bırakmazlar. Darbelerle ve hileyle çalınarak din istismarcısı işbirlikçilere teslim edilen iktidarımızı söke söke geri almaya geliyoruz” diye konuştu.

Vay Dodurga vay, küçücük beldede bir seçim uğruna neler yaşanıyor?

Cuma günü İstanbul’da son yılların en büyük cenazesi vardı. Burada Cumhuriyet Türkiye’sine asla yakışmayan manzaralar oluşturdu. Çok ciddi suçlar işlendi. Bunları anlattığım sohbetimi sakın kaçırmayın.

https://www.youtube.com/channel/UCT2Bh5Xd5NLMnO69_QW2UKg

https://twitter.com/can_atakli_