Bİ SORALIM BAKALIM
Habertürk habercilik yapmaya kalkınca bakın neler oldu neler
Gazeteciler dahil herkesin kendini Afganistan’dan dışarı atmak için olağanüstü bir çaba harcadığı sırada Afganistan’a gitmek kolay iş değil.
Habertürk yönetimi de çok riskli bir karar almış.
Öncelikle AKP’nin iktidarda olduğu bir ülkede “gazetecilik yapma hevesine” kapılması büyük cesaret.
Gerçi bedelini ödeyecektir ki; zaten yazımın konusu da bu.
İkincisi, böyle çok kritik olaylarda medya kuruluşları kendi haber ekipleri yerine bağımsız çalışan gazetecileri tercih eder.
Çünkü onlarla ilgili bir sorumlulukları olmaz. Bağımsız gazeteciler çok para kazanmak için canlarını tehlikeye atabilirler, başlarına bir şey gelirse de kimse sorumlu olmaz.
Oysa kendi haber ekibini göndermek çok risklidir.
Başlarına bir şey gelmesi halinde ciddi bir sorumluluk üstlenmek durumunda kalır medya kuruluşu.
Habertürk ekibi, tabii bilmiyorum ama tahmin ediyorum bazı bağlantıları kullanarak gitti Afganistan’a.
Muhtemelen bazı izinler de alınmıştır ama sonuçta hiçbir kontrolün olmadığı Kabil sokaklarında, azgın katiller ordusu arasında dolaşmak kolay değil.
Nitekim Mehmet Akif Ersoy ve yanındakiler birkaç kez ciddi tacize hatta fiili saldırıya da uğradı, bunların görüntülerini izledik.
Özellikle bir kadınla yapılan röportajın ardından gerçekten ölümden döndükleri kesin.
Şimdi gelelim Habertürk’ün gazetecilik yapmak isterken başına gelenlere.
Mehmet Akif Ersoy, kendi ekranına sık sık bağlandı.
Bunlardan birinde başından geçen bir olayı şöyle anlattı;
“Biz yayın yaparken bir Taliban mensubu yanımıza geldi. Türkçe biliyordu. Kendisini göstermemizi istemedi, bizimle konuştu. Yayın bittikten sonra bana kimliğiyle birlikte bir yazı gösterdi. Malatya İnönü Üniversitesi’nden kabul almış. Türkiye’ye gitmek istediğini söyledi. ‘Üniversiteden kabul adım, Türkiye’de okuyacağım’ dedi. Evraklarına baktım, ‘Ben gazeteciyim, böyle bir kontağım yok’ dedim. Böyle bir durumla da karşılaştık.”
İşte o an, programı stüdyodan sunan Hülya Hökenek, büyük bir ihtimalle yöneticilerden kulağına verilen talimat üzerine “Yok canım Taliban değildir belki, nereden biliyorsun?” dedi.
Tabii kargaşanın tam ortasındaki Mehmet Akif Ersoy “kırdığı potun” farkına varamadı ve üsteleyerek “Böyle durumlarla da karşılaştığımızı göstermek için anlatıyorum” dedi.
Habertürk sunucusu iyice sıkıştı, ne diyeceğini bilemedi.
Yayından sonra Habertürk, saray trollerinin saldırısına uğradı.
Twitter’da, “Belgesi var mı, niye Taliban’ı suçluyorsun? Sen yalancısın, niye oraya gönderildiğin anlaşılıyor” türü yorumlara rastladım.
Özellikle Fahrettin Altun’a ihbar edenlerin hayli fazla olduğunu da fark ettim.
Doğrulatmam mümkün değil ama saraydan Habertürk’e bu konuda tepki geldiğini de söyleyebilirim.
“Taliban’la inanç farkımız yok” diyenlerin bu tür haberlerden hoşnut olması mümkün olmaz.
Şimdi Mehmet Akif Ersoy’un Türkiye’ye dönüşünü merakla bekliyorum.
Bakalım ondan sonra neler olacak?
Şu an itibarıyla Ersoy’un dikkati mutlaka çekilmiştir.
Dilerim bu kadar güç bir işi başardıktan sonra bir de işinden etmezler.
Bİ SORALIM BAKALIM
Eee, yani? Ne olacak şimdi?
Habertürk adına Kabil’e giden haber programcısı Mehmet Akif Ersoy’un canlı yayın sırasında anlattıkları Malatya İnönü Üniversitesi’ni harekete geçirdi.
Ersoy’un, “Bir Taliban mensubu İnönü Üniversitesi’nden kabul almış, belgelerini gösterdi” demesi üzerine rektörlük bir açıklama yayınladı. İnönü Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ahmet Kızılay’ın yaptığı açıklamada şöyle denmiş;
“Afganistan uyruklu öğrencilerin kayıtları devletimizin ilgili güvenlik birimleri ile değerlendirildikten sonra yapılacaktır.”
Eee, yani?
Böyle açıklama mı olur?
Afganlı öğrenci kabulü yapıldı mı, yapılmadı mı?
Eğer yapıldıysa nasıl yapıldı?
Bunlar bir güvenlik soruşturmasından geçirilmedi mi?
Belli ki geçirilmemiş.
Şimdi Habertürk bu skandalı ortaya çıkarınca telaşlanmışlar.
Saray takımının Habertürk’e neden öfke saçtıkları şimdi daha iyi anlaşılıyor değil mi?
ÇOK GÜLDÜM
Taliban, Amerikan üniforması giyerse nasıl olur diye merak edenlere
İlk bakışta Amerikan askerleri gibi görünüyor değil mi?
Oysa öyle değil.
Bunlar Taliban’ın adamları.
Amerikalılar Afganistan’ı terk ederken pek çok silah ve mühimmatla birlikte üniformalarını da bırakmışlar.
Taliban, “Taliban Badri 313 Birimi” adlı bir ekip kurmuş ve çoğu intihar bombacısı olarak yetiştirilmiş militanlarına bu üniformaları giydirmiş.
Bu kuvvetler şimdilik Kabil Havaalanı’na giden yollarda görev yapıyormuş.
Zaten savaşçı bilgi ve becerileri de yokmuş aslında.
Bir kıyafet bile insanı nasıl değiştiriyor değil mi?
Hele o Amerikan askerlerinin vazgeçilmez aksesuarı olan gözlüklere ne demeli?
CANIMI SIKAN ŞEYLER
Müslüman ülkelerdeki “Türkiye nefretine” bakar mısınız?
Şimdi size dün haber sitelerinden kopyaladığım bir haberi sunmak istiyorum.
“Suudi Arabistan Prensesi N. B. A., bir aracı kuruluş tarafından kiralanan uçağın bir Türk jeti ve kuyruğunda Türk Bayrağı olduğunu fark edince uçmak istemedi. Suudi prensesin şiddetli tepkisine Türk jetinin uçuş ekibi de tepki gösterince tartışma çıktı.”
Sonuçta ticari olarak daha büyük sorunlar çıkabileceği için prenses Türk uçağı ile uçmayı kabul etmiş.
Görüyorsunuz değil mi bazı Müslüman ülkelerde nasıl bir Türk düşmanlığı oluşmuş.
Tabii bunun yanı sıra korku da var. Muhtemelen o prenseste “Türk Bayrağı olan uçağa binmeyecek kadar müthiş bir Türk düşmanlığı” yoktur.
Ama prenses kendi ülkesinin yönetiminden, kraldan korkuyordur büyük ihtimalle.
Krallığın, “Sen bizim düşmanımız bir ülkenin uçağına nasıl binersin, üstelik kraliyet ailesindensin” demesinden endişe duymuştur.
Ama sonuç şu;
Müslüman ülkelerde hiç sevilmiyoruz artık, hatta öyle ki bu düşmanlığa bile dönüşmüş.
Oturup nedenini düşünmek gerekmiyor mu?,
BUNU YAZMAK GEREK
Böylesi şımarıklığın bedeli çok ağır olur
Güya “adil yargı böyle karar verdi” bahanesiyle 14 emekli general hapse atıldı.
Rütbeleri söküldü, itibarları geri alındı.
Ama yetmiyor bu.
Hep “Daha, daha” diyorlar.
Generallerin hapse atılmasını bile az gören saray, iki kadın yazarı görevlendirmiş.
Amaç; generallerin itibarını daha da düşürmek, olabildiğince aşağılamak…
Bunun için bir algı oluşturmaya çalışıyorlar.
Saray yazarı Nagehan Alçı sanki çok duygusal biriymiş gibi “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın elindeki yetkiyle, 104. maddeye dayanarak 80 yaşını geçmiş tüm mahkûmların cezasını ev hapsine çevirmesini yine rica ediyorum” diyor.
Yaşlı başlı insanların hapiste olmasına üzülüyor garibim!
Bir diğer saray yazarı Şebnem Bursalı ise daha duygusallık kalkanına ihtiyaç duymamış, kılıcı çekmiş kesiyor.
“Ben en ağır cezanın asıl şimdi verilmesi gerektiğini düşünüyorum” dedikten sonra devam etmiş;
“90 yaşına merdiven dayamış bu cuntacıların hapiste ölmelerini beklemek yerine, devlet merhametini şahsının yüksek merhametiyle temsil eden Başkan Erdoğan’ın af yetkisini kullanması en büyük ceza olacaktır. Yalanla dolanla hapse attırdıkları, milletvekili bile seçtirmedikleri Erdoğan tarafından affedilmek asıl onların ömür boyu vicdanlarına hapsedilmeleri olacaktır.”
Tabii saray takımının çok hoşuna gidiyordur verdikleri talimatların yerine getirilmesi.
Allah’ım bu ne güç zehirlenmesi, iktidar sarhoşluğudur böyle. Ama şu güzel oldu; Bu yazılar yazılmadan Erdoğan harekete geçip af yetkisini kullansa bir anlamı olabilirdi. Ama şimdi bunu yapamaz.
14 emekli general belki biraz sıkıntı çekecekler ama bu akla mantığa aykırı hapis kararı bir şekilde mutlaka bozulacak.
Hem de gururları incitilmeden.
https://twitter.com/can_atakli_