Bir yoktan var edenler, bir varı yok edenler var.
Bir birikimli, donanımlı, entelektüel, vizyoner devlet adamları, bir günü kurtaranlar var.
Bir doğal, bilgili, sakin, dingin, görmüş geçirmiş, dikkatli, sabırlı, muhatabına saygılı, yaptıkları da- yaşamı da ilgi uyandıran, her sözünü tartıp biçip konuşan, fikir derinliği olanlar, bir bunlardan bihaber olanlar var.
Bir devleti her anlamda bilgisiyle, birikimiyle, giyimiyle, duruşuyla, konuşmasıyla temsil etme yeteneğiyle taşıyanlar, bir bu temsil işini görgüsüzlük, şatafat, baskı, zulüm, zorbalık sanıp halkı ayrıştıranlar var.
Bir konuşan ülke derken halkını dinleyenler, bir konuşan ülke yerine kendi durmadan konuşanlar, ellerine tutuşturulan sıradan, tutarsız metinleri okuyanlar ve böylece ülkeyi toptan devraldığını sananlar var.
Bir klasik siyaset araçları olan ordu, siyasal partiler, ekonomik güç, hatta süper güç gibi kavramları içselleştiren, istişare eden, ona göre plan- proje yapanlar, bir “aman sende kim korkar hain kurttan” misali ben yaptım oldu diyenler var.
Bir evrenseli yakalayan, günceli önemseyen, çağın gereklerine uyanlar, bir geleneksel siyasetten beslenip, popülist politikalarla büyüyenler var.
Bir halkını ayağa kaldırmak isteyen, ülke kan ve barut kokuları içinde mücadele verirken kadını, genci, eğitimi temel projelerinin başına koyanlar, bir eğitimi yapboz tahtasına çeviren, kadını eve kapatan, gençlerini ayrıştıranlar var.
Bir halkının gözünü kamaştıranlar, bir halkının gözünü boyayanlar var.
Bir küresel dünyayla boy ölçüşen, kamuoyuna yol gösteren, umut veren, adını asırlara yazdıran ve yüreklere kazıyan rehber- liderler, bir “aman sende bu kadarı yeter artar bile” diyenler var.
Daha da ileri gidersek! Bilimin sınır tanımadığı, teknolojinin sınırları zorladığı, bilgi akışının aynı anda herkese ulaştığı gönümüzde, “düşmanlar dünyası” yerini “tehlikeler dünyasına” bırakmışsa lider olmak iki kere zorlaşmış demektir.
Bugün artık ihtilaller, kalkışmalar, darbeler, iç savaşlar, dış ilişkiler; iletişim araçlarıyla yayımlanıyor, modemleniyor, kablolanıyorsa, yani işin gizlisi saklısı, kaçarı göçeri yoksa günün yöneticileri çok şey bilme, görme, okuma, inceleme ve duyma zorundadır. Politikayı ekonominin üstünde bir yere değil, ekonomiyi politikanın tam yüreğine yerleştirme zorundadır. Çünkü ekonomi insanların hizmetindedir, politika ise devleti yönetenlerin!
Siz eğer tüm nüfusa yönelik bir eğitim sistemi oluşturmazsanız, bilim ve teknoloji düzeyini yükseltmezseniz, araştırma ve söz özgürlüğünü kısıtlarsanız, kadın- erkek eşitliğini sağlamazsanız ne canlı bir ekonomi oluşturabilir, ne de kalkınabilirsiniz. Çünkü ekonomi her şeyden önce ve her şeyden çok insani bir konudur. Özetle; hayal kurmak zordur. İş geleceğe dayandığında insanın hiçbir şeyi unutmaması gerekir, unutmak tehlikelidir, hele de lider diye ortaya çıkanlar için…
Son söz: Zeynep Oral yazdı. İsviçreli bir yazar, Alix Parodi demiş ki; “Biliyor musunuz? Benim dedem Cumhuriyetin ilk yıllarında Ankara’da laiklik üzerine Atatürk’le birlikte çalışmıştı. Atatürk’ün dedeme yazdığı o iki mektup, bugün benim en büyük hazinem.”
Şimdi gel de bu haberi okurken ağlama! O dönemi ahlar çekerek anma! Güne bakınca umutsuzluğu kapılma! Bu baskıcı ortamın dayanılmaz ağırlığı altında ezilme! Yordun be bizi…
Not: 8 Ekim Cumartesi günü Kadıköy Caferağa Spor Salonu karşısı Akademi Kitabevi’nde “Gitme Dönmezsin Dedi Annem” adlı kitabımın söyleşi ve imza günü var. Yolu düşenleri beklerim. Çaylar benden, sorular sizden!