İÇİMDEKİ KORKUNÇ ŞÜPHE; HER ŞEY BİR OYUNUN PARÇASI MI?

ACAYİP YAZILAR

İÇİMDEKİ KORKUNÇ ŞÜPHE; HER ŞEY BİR OYUNUN PARÇASI MI?

Bugüne kadar yaşanmamış korkunç bir darbe gecesi geçirdik.
Sokaklara tanklar çıktı. Helikopterlerden uçaklardan ateş açıldı, Meclis bile vuruldu, 241 vatandaşımız hayatını kaybetti.
Dinci faşist bir darbe girişimini atlattık, bastırdık.
Ancak içimizdeki şüphe bir türlü çıkmıyor.
“Darbe bir oyun muydu?” sorusu milyonların zihnini kurcalıyor.
İlk gün yazdığım noktadayım; Böyle bir darbe tiyatrosunu kimse hazırlayamaz böylesi müthiş bir organizasyonu yapmak mümkün değil.
Ancak önceden öğrenilen ve bastırılan bir darbe girişiminin daha sonra “halk önünde de bastıralım da kahraman olalım” duygusu ile körüklenmiş olması büyük olasılıktır.
Nitekim bu şüphemizi kuvvetlendirmek için yandaşlar ve saray yazarları maşallah çok çabalıyorlar.
Erdoğan'ı kahraman gibi göstermek için yaptıklarıyla aslında her şeyin önceden bilindiğini itiraf ediyorlar.
Ama artık bunları geçelim.
İçimi kemiren korkunç şüphe, bundan sonrası ile ilgili.
Erdoğan dinci faşist darbe girişiminden önce de başta Amerika olmak üzere bütün ülkelere ayar veriyordu.
Ancak 15 Temmuz'dan sonra bunun dozajı arttı.
Saray artık ne diplomasi, ne nezaket, ne siyaset takmıyor aklına geleni söylüyor.
Bir ülkenin başbakanına “Haddini bil, senin kıratın ne ki?” diyor örneğin.
Amerika'ya “Yeter artık, biz istediğimizi yaparız” diye bağırıyor.
Avrupa'ya “Son noktadayız, çekip gideriz” tehdidinde bulunuyor.
Yine Amerika'yı korkutuyor “Sen teröristimizi vermezsen biz de vermeyiz” diye.
Irak'ta çözüm arayan onlarca ülkeye “Bizi aranıza almazsanız B planımız da var o da olmadı C planı devreye girer” diye kükrüyor.
Karşı taraf da boş durmuyor tabii. Bizim medyada pek yer bulmuyor ya da bulsa bile sulandırıldıktan sonra “Hadsiz açıklama” türü başlıklarla duyuruluyor bu tür haberler.
Ama bilin ki bize yönelik saldırılar da yenilir yutulur cinsten değil.
“Böyle giderse canından olursun” diyen bile var ki okuduğumda tüylerimi diken diken etti..
İşte içimdeki korkunç şüphe burada uyanıyor.
Karşılıklı atışmaları izleyince bunları hiçbir mantığa oturtamıyorum.
Güç dengesi açısından bakarsak Amerika'ya Avrupa'ya bu kadar yüksek tonda tepki göstermek belki onların bazı oyunlarını kısa süre için bozar ama uzun vadede zararlı çıkacağımız ortada.
İlişkileri karşılıklı olarak ele alırsak böyle bir durum bizim için olduğu kadar karşı taraf için de cazip değil, yanlış ve kötü.
“O halde” diyorum “Yoksa bunlar oyunun bir parçası mı?”
Yanisi şu; Erdoğan karşı tarafa ‘istediğiniz her şeyi yapıyorum, siz de bana destek olun' diyor. Karşı taraf da ‘zaten destek değil miyiz?' diye soruyor, Erdoğan ‘hayır öyle değil, siz beni sıkıştırıyor gibi yapın, ben halkıma bütün dünyanın bana karşı birleştiğini söyleyeyim, size karşı olmadık laflar edeyim, benim halkım bundan anlar' cevabını veriyordur belki.
Özetle; Amerika ve Batı'nın Erdoğan karşıtlığı falan yok, aksine Erdoğan'a olağanüstü bir destek veriyorlar, sadece bunun kamuoyuna yansıması “kahramanlık” gibi sunuluyor.
SON NOT: Bu yazı ironik bir yazıdır, geçerliliği çok kısadır. Birkaç gün içinde başlaması beklenen Musul operasyonu ile her şey daha netleşecek. Türkiye'nin B-C planları olursa durum netleşecek, ondan sonra bu konuyu daha ayrıntılı biçimde inceleme şansımız ortaya çıkacak.

KOMİK

EYYY KONYA; KOMUT ALMADAN DARBE KARŞITI GÖSTERİ YAPMAYIN

Erdoğan cemaatin dinci faşist darbe girişiminden sonra AKP'ye talimat vererek geceleri sokaklarda olmalarını istemişti.
Hemen bütün illerde bu talimata uyuldu. Bedava sucuk ekmek, köfte, döner ve pilav dağıtımı eşliğinde binlerce kişi sokaklarda şenlikli bir hava estirmişti.
Bu sokak gösterileri bittikten sonra Konya'da iki olay yaşandı.
Birinde elektrikler kesilince ikincisi de askeri birlikten motor sesleri duyulunca halk sokaklara koştu.
Çünkü; AKP'liler askerin yine darbeye kalkıştığını sanmıştı. Eh serde alışılmış bir darbe karşıtlığı var ya, kahramanlık devam etmeliydi.
Belli ki bu komik gösteriler Erdoğan'ı biraz kızdırmış.
Bu nedenle önceki gün Konya'da halka seslenirken bu olayları hatırlatarak “Durun yahu komut bekleyin” dedi.
Böyledir bizde demokrasi. Halkı demokrasiyi savunmak için bile komut almaya şartlandıracaksınız önce.
Yok öyle komut almadan demokrasi savunması falan.

MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

MUHALEFET NEDEN MEDYA ÜZERİNDEN HESAPLAŞIR

Muhalefete şaşırmamak mümkün değil.
Birbirlerine yaptıkları eleştiriyi ortaklaşa iktidara karşı yapsalar inanın çok ciddi sonuçlar alabilirler.
Başkanlık sistemi tartışmalarının odak noktası iktidar partisi ama nedense muhalefet birbirine giriyor.
CHP sözcüsü MHP için “İktidarın yedek lastiği oldular” açıklaması yapınca MHP de fırsatı kaçırmıyor “Siz de PKK'nın don lastiğisiniz” deyiveriyor.
7 Haziran seçimlerinden sonra da yaptığım öneriyi tekrarlamak istiyorum.
Muhalefet iktidara karşı eleştirilerini medya aracılığı ile yapabilir.
Ama birbirlerini eleştirmelerini ve bunu da medya üzerinden yapmalarının çok yanlış olduğunu düşünüyorum.
7 Haziran gecesi bana göre CHP lideri MHP liderini hemen aramalı ve bundan sonrası için nasıl ortak hareket edeceklerini konuşmalıydı. Bunun medyaya açıklanmasına bile gerek yoktu.
Kılıçdaroğlu o gece bir telefon açıp “Devlet Bey neredesiniz, ben geliyorum” dese “Hayır” karşılığını mı alacaktı?
Ama ne oldu, medya üzerinden haberleştiler, CHP Bahçeli'ye “istersen sen başbakan ol” dedi. Açık alanda yapılan bu çağrıya kim olsa öfkelenir ve istese bile reddeder.
Aynı şey başkanlık tartışmasında da geçerlidir.
Madem Bahçeli'nin konuşması AKP'yi heyecanlandırdı ve yine başkanlık rüyaları görmeye başladılar, CHP açık alanda “yedek lastik” edebiyatı yapacağına hemen bir özel görüşme ayarlayabilirdi.
Kılıçdaroğlu basına haber vermeden bizzat Bahçeli'yi arar, hatta buluşup konuşarak amacını sorabilir, kendi önerisini sunabilirdi.
AKP'nin hiçbir kural tanımadan yönettiği bir ülkede, muhalefet de alışılmışın dışında yöntemler uygulamak zorundadır.
Şu gerçeği kabul edelim; bu iktidar bu kadar hoyrat davranmaya muhalefetin birbiriyle ilişki kuramaması sayesinde cesaret edebiliyor.

BUNU YAZMAK GEREK

BAŞKANLIK DAYATMASI İÇİN HEPİMİZİN BEYNİNİ YIKIYORLAR

Bu iktidar döneminde kimse eleştiri yapamıyor.
Çünkü eleştirilmesi gereken konular beyin yıkama yöntemleriyle önce sıradanlaştırılıyor sonra da sanki “herkesin artık olmasını istediği kavramlar” haline getiriliyor. Yandaşıyla yandaş olmayanıyla çok sayıda köşe yazarının yazılarını okuyorum her gün. Hepsinde şöyle bir hava var; Türkiye'de fiili durum var, bunun normale dönmesi gerek. Fiili durum dedikleri her şey hem anayasaya, hem demokrasiye, hem hukuka, hem insan haklarına aykırı aslında. Örneğin bu yazarlar “Cumhurbaşkanı fiili durum yarattı, artık anayasayı takmıyor” diye yazıyorlar.
Ya da “Cumhurbaşkanı seçilmiş olma bahanesiyle yetkilerini aşıyor” diyebiliyorlar. Bir başkası hukukun uygulanmadığını, özgürlüklerin tıkandığını söyleyebiliyor. Oysa bunların her biri suç, her biri üzerinde günlerce konuşulacak eleştirilecek unsurlar. Yok, hepsini bir kenara bırakıyorlar ve halka “Artık fiili durum var” diyerek algı oluşturuyorlar. Bunun adı beyin yıkamaktır. Her türlü suçu, demokrasi ve hukuk katliamını sıradanlaştırmak, normal bir şeymiş gibi sunmak, arkasından da “madem öyle, fiili durumu hukukileştirelim” diyerek başkanlığı dayatmak, bütün oyun budur.

ŞAŞIRDIM

BİR GARİP FETÖ HABERİ; NASIL YANİ 2001'DE FETÖ MÜ VARMIŞ?

Haberi yandaş medyada gördüm.
Özeti şu; Bir MİT görevlisi, izin verilmemesine rağmen babası FETÖ'cü olan bir kadınla evlenmiş. Bunun üzerine bu kişinin MİT'le olan ilişkisi kesilmiş. Bu kişi önce Danıştay'a başvurmuş, oradan ret cevabı almış. Bunun üzerine Anayasa Mahkemesi'ne gitmiş, oradan da geri çevrilmiş.
Şimdi “Ne var bunda?” diyebilirsiniz.
Evet, MİT ve askeri personelin evlilikleri de inceleme altındadır. Bu personel istediği evliliği yapamaz. Devlet güvenliği için soruşturmadan geçirilir mutlaka.
Bu haberdeki gariplik “olayın tarihinde” yatıyor. Çünkü A.Ö isimli MİT görevlisi 2001 yılında Ö.Ç isimli kadınla evlenmek istemiş. Güvenlik soruşturması sonunda kadının babasının FETÖ'cü olduğu saptanmış ve kurum evliliğe izin vermemiş. Ama A.Ö buna rağmen evlenmiş.
İyi de o tarihte cemaat henüz FETÖ diye adlandırılmıyordu ki.
Yoksa adlandırılıyor muydu?
Eğer öyleyse FETÖ ile ilgili milat 17-25 Aralık değil 2001 yılı demektir.
NOT: Haberi yandaş medyadan aldığımı belirttim. Bunlar gazete olmadığı için habere hiçbir özen göstermediklerinden tarih hatası yapmış olabilirler tabii. Düzeltirlerse ben de düzeltirim.

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

ERDOĞAN SARAY YAZARLARINI TERS KÖŞE YAPTI

İktidar medyasını ikiye ayırmak gerek. Birinciler; yandaşlar. Bunlar hem Erdoğan'ı hem hükümeti övme görevi yapıyorlar. Bazıları biraz daha fazla hükümetçi olabiliyor.
İkincisi ise; saray yazarları. Bunların hükümetle dertleri yok, hatta AKP'yi ve hükümeti yok sayıyorlar, övgüleri sadece Erdoğan'a. Saray yazarları hükümetten yana tavır alan yandaşlara da sert çıkışlar yapıyorlar.
Saray yazarlarının en hazetmedikleri isimlerin başında eski başbakan Ahmet Davutoğlu geliyor.
Saray yazarlarına göre Davutoğlu Türkiye'nin yaşadığı bütün sorunların kaynağı, hatta öyle ki Davutoğlu saraydan çok cemaate yakın ve hatta hatta dinci faşist arbe başarılı olsa Davutoğlu başbakan olacaktı.
Bu saray yazarları Erdoğan'ın Konya mitinginde yanına Davutoğlu'nu almasını ve bir de üstüne o kalabalığa konuşma yaptırmasına herhalde çok şaşırmışlardır.
Şaşırmak ne kelime deliye dönmüşlerdir.
Çünkü Erdoğan bu tavrıyla Davutoğlu'nu cemaatçilikten içeri atmayacağını göstermiş oldu. Saray yazarlarına “artık yeter, Davutoğlu'na fazla yüklenmeyin” dedi bir anlamda.
Tabii saray yazarlarının şu beklentilerinin olduğu da mümkündür; “Bakmayın siz Erdoğan'ın Davutoğlu'nu yanına almasına, onu konuşturmasına. Bu davranış ölüm öpücüğü gibi, kısa süre sonra Davutoğlu tarihe karışacak.”


https://twitter.com/can_atakli_