İKİNCİ KALKIŞMA İÇİN DEHŞET SENARYOSU
Tarihimize 15 Temmuz darbe girişimi olarak geçen cemaatin dinci faşist kalkışması bastırıldı bastırılmasına ama bu örgütün devleti bir ahtapot gibi sardığının iyice ortaya çıkması yüzünden “bu iş bitmedi” endişesi sürüyor.
Açıkçası yaşadığımız süreçten sonra “yeni bir darbe” olasılığını az görüyorum ama arkasında uluslar arası güçlerin de olduğu bu dinci faşist yapılanmanın Türkiye'nin başına daha iş açacağını göz ardı edemiyorum.
Önceki gün iktidara çok yakın Yeni Şafak Gazetesi'ne konuşan emekli Albay Hasan Atilla Uğur'un sözlerini de bu açıdan ama dehşetle okudum.
Kamuoyunda “Apo'yu sorgulayan albay” olarak tanınan Ergenekon rezaletinde 29 yıl hapse mahkum edilen Hasan Atilla Uğur “İkinci bir kalkışma olacağını ve bunun çok kanlı olacağını” ileri sürüyor.
Haber pek çok yayın organında haklı olarak yer aldı, ben de bazı alıntılar yapmak istiyorum.
Çok korkutucu bir senaryoyu ile getiren Hasan Atilla Uğur, 15 Temmuz kalkışmasından bir gün önce de benzer biçimde açıklamalar yaparak “darbe olacağını” söylemişti.
Bu açıdan bakınca Uğur'un bu yeni açıklamalarını ciddiye almak gerektiğine inanıyorum.
Uğur'un açıklamalarındaki en önemli bölümlerden biri şöyle; “Aldığım bilgiye göre, İngilizler 2.5 aydır Güneydoğu'daki bütün aşiretlerin ayağına gidiyor. Özellikle Hakkari, Van, Çatak, Silopi, Mardin bölgesinde etkin aşiretlere… Bunlarla pazarlıklar yapıyorlar. Toprak ağası olarak varlığını sürdüren bu aşiretlerin bankalara olan birikmiş trilyonlarca liralık borçlarını ödediler. Aşiretlerin bütün kredi borçları ödendi. İngiltere ödedi bunları. Konsolosun aşiretler içinde ne işi var? PKK yol kontrolü yaparken bunların araçlarını ‘buyurun' diyor bırakıyor, diğer araçlara kimlik kontrolü yapılıyor. Neden?”
Emekli albay Ergenekon rezaleti sanığı Hasan Atilla Uğur açıklamalarında hepimizi dehşete düşüren eylem olasılıklarını da sıralıyor.
Örneğin Güneydoğu'da olaylar çıkarılacağını, bunun daha sonra ciddi bir halk ayaklanmasına dönüştürüleceğini söylüyor.
Eş zamanlı olarak Batı illerinde 4-5 büyük patlama gerçekleştirileceğini de ileri süren Uğur sansasyon yaratacak biçimde önemli kişilere yönelik suikastler olacağını belirtiyor.
İngiltere'nin Kıbrıs'a 10 bin piyade askeri getireceğini de söyleyen Uğur “İngiltere Türkiye'de yaşayan 50 bin yurttaşının can güvenliğini bahane ederek işgal planını yürürlüğe sokacak” diyor.
Benzer bir operasyonun Amerika tarafından da yapılacağını iddia eden Hasan Atilla Uğur cezaevlerinde adi suçluların da katılacağı isyanlar çıkarılacağını böylelikle Türkiye'nin tam bir kaos içine sürükleneceğini anlatıyor.
Emekli Albay Uğur'un önemli iddialarından biri de şöyle; kamuoyunda cematçi örgütün belinin kırıldığı sanılıyor ama bu böyle değil. Örgüt darbe girişiminden sonra mağdur edildiklerini söyleyen bütün üyelerine güvence verdiği gibi borçlarını, kredi kartlarını ödedi. Henüz saptanamayanlar yerlerini korurken tasfiye olanlar ise hallerinden memnun yeni kalkışmayı bekliyor.
SORDUM ÖĞRENDİM
Öztürk Yılmaz: “IŞİD'le pazarlık oldu mu bilmiyorum”
Pazar günkü yazımda “üçüncü kez” CHP Genel Başkan Yardımcısı Öztürk Yılmaz'ın Musul konsolosu olduğu sırada IŞİD tarafından rehin alınması konusunu ayrıntılarıyla anlatması gerektiğini yazmıştım.
Öztürk Yılmaz aynı gün aradı, bazı konuları anlattı, ben de ayrıntıları bugün yazacağımı belirtmiştim dün.
Yılmaz rehin alındıktan sonra çok zor günler geçirdiğini, IŞİD'in işkence yaptığını, 8 ayrı yere götürüldüklerini, alnına silah dayanarak “IŞİD'i tanıdığını söylemesini istediklerini” ama bunlara karşı direndiğini, baş eğmediğini anlattı.
CHP milletvekili ısrarla zaten bildiğimiz ya da tahmin ettiğimiz konuları anlatırken ben de ısrarla amacımın kendisini yaralamak, üzmek olmadığını, tam tersine bir siyasetçi kimliği ile o 101 günlük esaret sırasında Ankara ile bir pazarlık yapılıp yapılmadığını, IŞİD'in ne istediğini, nasıl kurtarıldıklarını sorduğumu belirttim.
Bu anlamda net bilgiler alamadım, Yılmaz sadece Ankara ile IŞİD'in bir pazarlık yapıp yapmadığını bilmediğini söyledi.
Yılmaz buna karşı, Musul'da görev yaptığı süre içinde IŞİD'i de diğer örgütleri de çok yakından tanıdığını, bu konuda raporları Ankara'ya gönderdiğini belirterek “Bütün bunlara iktidarın mezhepçi bir anlayışla Esad rejimini yıkmaya soyunması neden oldu. Bunları bir devlet memuru olarak her yerde anlattım, söyledim” dedi.
Yılmaz'ı dinlerken devlete de kırgın olduğunu hissettim. Çünkü Musul'da görev yaptığı sırada sayısız suikaste uğradığını, bir bombalama olayında 6 kişinin şehit olduğunu, buna rağmen gerekli koruma önlemlerinin merkez tarafından kabul edilmediğini üzüntülü bir ifade ile anlattı.
Öztürk Yılmaz medyanın kendisine Musul günlerini net biçimde sormamasını kendisinin de merak ettiğini belirterek “Ben ne zaman televizyona çıksam, gazetecilerle konuşsam, ne isterlerse sormalarını söylüyorum, kimseyi şunu sorma bunu sorma demiyorum” dedi.
Sonuç olarak şunu söylemeliyim; Öztürk Yılmaz benim üzerinde durduğum noktaya yine pek açıklık getirmedi. Anladığım olayı kişisel olarak ele alarak dürüst, namuslu, ilkeli bir dışişleri bürokratı olduğunu anlatmaya çalışıyor. Yaşadıklarından sonra haksız değil elbette.
Kimbilir belki yüz yüze gelirsek ben de asıl meramımı daha iyi anlatırım.
DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER
Moody's bir anda dünyanın en kötüsü oldu
İktidarın ekonomi sorumlularının söylediklerini dikkatle dinleyince uluslar arası derecelendirme kurumu Moody's'in not düşürmesinin aslında beklendiğini anlıyorum.
Bu nedenle ekonomi kurmaylarında pek telaş yok, tam tersine “mesajı aldık, gereken reformlar yapılacaktır, bir gevşeme ve panik olmayacak” havasındalar. Bu olumlu bir durum.
Tabii bunun olumsuz yansımaları olacaktır, nitekim dün piyasalar hayli çalkalandı.
Eğer ipin ucu kaçırılmazsa durumu az hasarla atlatabiliriz. En azından umudum bu.
Burada dikkat çeken noktalardan biri “bilinçsiz” yandaşların bir anda Moody's aleyhine kampanya başlatmaları.
Meğer bu Moody's ne kötü bir kurummuş, zaten Amerika'da da hakkında soruşturma varmış, rüşvetle iş yaparmış, aldığı son karar da Türkiye'yi batırmayı amaçlıyormuş, falan filan.
Hepsi doğru olsa bile aynı kurum Türkiye'nin notunu artırdığında ya da iki gün önce “Türkiye darbeyi hasarsız atlattı” açıklamasından sonra neden kimsenin aklına bunlar gelmemişti.
Şunu bilelim; ekonomi efelenmelerle, suni öfkelerle, hamaset edebiyatı ile yürümez.
Eğer ülke iyi yönetilemiyorsa siz ne kadar “dik durur” gibi yaparsanız yapın en korktuğunuz gelir başınıza.
Şu anda bu durumdayız. Krizi iyi yönetirsek badireyi atlatırız, yönetemezsek faciaya hazır olmalıyız. Gerisi laftır.
BAŞIMDAN GEÇENLER
İstanbul-İzmit otoyolu kabus gibi
Cumartesi günü İzmit'te Atatürkçü Düşünce Derneği'nin davetlisi olarak kahvaltılı bir sohbet toplantısına katıldım.
Toplantıyı ADD İzmit Şubesi düzenlemişti ama birbirinden farklı düşünen çok sayıda parti ve sivil toplum kuruluşunun temsilcileri de vardı.
Aydınlar Ocağı'nın İzmit temsilcileri vardı örneğin, şaşırdım.
Çok ilgili ve duyarlı bir toplulukla 2 saati aşkın konuştuk, herkes hem soru sordu hem de ülkenin durumuyla ilgili görüşlerini belirtti.
İzmit'e arabamla gittim. TEM yolu tam bir kabus.
Sanki şehir içi trafiği gibi. Sağlı sollu TIR'ların, dev kamyonların arasında giderken insan hayli endişeleniyor.
Gidiş sabah olduğu için yine de iyiydi, ama öğleden sonra dönüş tam bir çileydi.
Sultanbeyli kavşağından sonraki 12 kilometrelik yolu tam bir buçuk saatte geçebildik.
İnsan isyan ediyor ama ne çare?
ŞAŞIRDIM
Hafta sonu tam bir alışveriş çılgınlığı vardı
İzmit'ten İstanbul'a gelirken yaşadığım trafik kaosunun nedenlerinden birini kente girdikten sonra fark ettim. TEM yoluyla bağlantılı bütün alışveriş merkezlerinin önü tıkıyordu trafiği.
Pazar günü de aynı görüntü vardı.
Üç büyük alışveriş merkezinin kesiştiği Ümraniye'de inanılmaz bir trafik ve kalabalık vardı. AVM'lerin içi neredeyse yürünemeyecek kadar doluydu.
Buralara ilk kez gelmiyorum ama bu kadar hareketliliği ilk kez gördüm.
Daha sonra dönüş yolundaki AVM'lerin de aynı olduğunu gördüm. Sonra aklıma şu geldi; Bizim millet çok uyanıktır. Son günlerde ekonomide çalan görünmeyen alarm zilleri sanki toplumun tüketici bölümünü harekete geçirmiş.
Yaklaşan bir ekonomik krizi fark edip de “Fiyatlar üçe katlanmadan eksik gedik ne vara tamamlayalım” mı dediler yoksa.
Olmaz demeyin, bu millet değme ekonomistlerden çok daha iyi alır kokuyu.
FIKRA GİBİ
Son yılların en matrak haberi
Tansu Çiller'in “President” adlı teknesi 90'lı yılların en önemli figürlerinden biriydi.
21 metrelik Tayvan yapımı tekne Göcek ve Marmaris koylarında gezer, ünlü işadamları bu tekneye komşu olmak için birbirini çiğnerken, gazeteciler de tekneyi ve Çiller'i yüzerken görüntüleyebilmek için canlarını bile tehlikeye atardı.
O teknede kimbilir kaç ünlü işadamı, siyasetçi, medya patronu ağırlandı.
Sonra bu tekne satılmış. Ben de bilmiyordum, meğer beş yıl önce Çiller'ler tekneyi elden çıkarmışlar.
Aynı tekne şimdi bambaşka bir nedenle yine gündemde.
Suriye'den kaçanları Avrupa ülkelerine taşımak için kullanılıyormuş o ünlü President teknesi meğer.
21 metrelik tekneye 134 kişiyi sığdırmışlar.
President kaç sefer yaptı bugüne kadar ve kaç kişiyi kaçırdı bilmiyorum. Son işinde yakalanmış.
Haberi okuyunca gerçekten çok güldüm. Bana “yılın en matrak haberi” gibi geldi.
Öyle ya, o tekneye binen, Çiller'den medet uman, yağdanlık yarışına girenlerin aklına, aynı teknenin bir gün bir insanlık ayıbının aracı olacağı hiç gelir miydi?
Tabi bir merakım da şu; İnsan kaçakçılığı yapanlar Çiller'in tekneyi sattığı kişiler mi yoksa onlar da daha sonra tekneyi başkasına mı devretti?
İlk alıcıysa “Yahu böyle birine koca tekneyi nasıl sattınız?” diye sormak hakkımız.
https://twitter.com/can_atakli_
https://twitter.com/can_atakli_