İyi akşamlar iyi haftalar sevgili izleyiciler. Kahredici korkunç bir haftayı geride bıraktık. Umarım ve ilerim ne bizler ne de tüm dünya böyle acı günler yaşamasın bir daha.
Geçtiğimiz bir hafta çoğumuz için bir ders niteliğinde de geçti açıkçası. Onca acının dramın, ihmalin arasında ne yazık ki yalanı, dolanı, riyakârlığı, nefret ve kini de gördük.
Acılar üzeride tepinip, oluşan büyük tepkiyi görmezden gelerek bundan iktidarın hasar almadan çıkması için canhıraş çabalayanlara, bu uğurda iftira ve alçaklığın en nadide örneklerini sergileyenlere tanık olduk.
Bitti geçti mi? Cenazeler çıkarılıp maden şehitlerimiz toprağı verildikten sonra her şey bitti mi? Hayır. Aslında yeni başlıyor.
Bayramdan yine kaçtılar
Sevgili izleyiciler. Bugün 19 Mayıs. Büyük Atatürk’ün İstanbul’dan hareket edip Samsun’a çıkışı ve fiilen Kurtuluş savaşımızı başlattığı gün.
Temel sorunu Cumhuriyet ve devrimleri ile Atatürk ilkeleri olan iktidar, bu yıl da 19 Mayıs’ı kutlamama bahanesi buldu.
Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakanlar bu yılki 19 Mayıs törenlerinde yoktular. Katılmaya gerek duymadılar.
Soma’daki katliam, facia bir milli bayramın kutlanmasını engellememeli. Çünkü bayramlar aynı zamanda tüm milleti bir araya getiren, aynı ülküyü, aynı hedefi bir arada tekrar paylaştıran günlerdir. Som gibi faciadan sonra hepimizin böylesi bir morale ihtiyacı vardı. Ama iktidar, milli günlerin, milliği değerlerin, milli hasletlerin içini boşalmaya, etkisizleştirmeye ve değersizleştirmeye başlayalı çok oluyor. Asıl amaç bu olunca da işte bugünkü gibi giderek cılızlaşan 19 Mayıs kutlamaları yapıyoruz.
İktidarın en tepesi 19 Mayıs’ı yok sayınca bundan görev çıkaran valiler, kaymakamlar, garnizon komutanları da kutlamaları en zayıf biçimde yapmaktan çekinmediler. Örneğin İstanbul’daki resmi törenler ne kadar sürdü biliyor musunuz? Tam 2 dakika 17 saniye. Ne vali, ne belediye başkanı törende yoktu. En önemli devlet görevlisi Gençlik ve Spor İl Müdürüydü.
İyi ki TGB var
Tabii iktidarın 19 Mayıs’ı Soma bahanesiyle yok sayma arzusuna rağmen gençler yurt çapında kendi kutlamalarını yapmaktan geri kalmadı. Samsun’dan yola çıkan ve Ankara’ya kadar yürüyen Türkiye Gençlik Birliği üyesi 1919 genç, iktidar tarafından yok sayılmak istenen 19 Mayıs Gençlik, Spor ve Atatürk’ü anlama anma, bayramına adeta el koydu.
1919 gençten oluşan grup Ankara caddelerinde 10 binlere ulaştı. Açıkçası Ankara’daki vakur gençliği gördüğümde göğsüm kabardı, gelecek için umutlarım arttı, en azından geleceğe hala umutla bakıyor olmamın ne kadar haklı gerekçelere dayandığını bir kere görme mutluluğu yaşadım.
Aklımız şehitlerde
Değerli izleyiciler; bugün bayram ama sonuçta, iktidar yok saysa bile yine bayram, içimizin buruk olduğu bir bayram. Yüreğimizde Kurtuluş Savaşı’nın, Cumhuriyet’in ilanının, Türkiye’yi aydınlığa çıkarmak için yapılan devrimlerin coşkusu var ama aklımız hala o cehennem madeninde yitirdiğimiz kardeşlerimizde.
Onları buradan bir daha rahmetle anarken, kalanlara, yakınlarına başsağlığı ve sabırlar diliyorum.
İktidarın düşme paranoyası
Sevgili izleyiciler, iktidar Soma katliamı karşısında son derece kötü bir sınav verdi. Geçen hafta bunları pek çok kez ele aldık. Ancak şunu bir daha söylemeden edemeyeceğim. İktidar, “bizi yıkacaklar” paranoyası ile bir algı oluşturmaya kalkarken, Türkiye’yi belki tarihinde en kötü duruma düşürdüğünün de farkında değil.
Çünkü tamamen içe dönük politikalar ve söylemlerle Soma olayını küçültmeye, kadere ve işçinin fıtratına bağlamaya kalkarken, Türkiye’yi dünyanın önünde küçük düşürdükleri gibi kendi imajlarını da yerle bir ettiler.
Tüm dünya gerçeği gördü
Dünya kamuoyu, Soma madenindeki faciaya sanki kendi vatandaşlarıymış gibi üzülürken, Türkiye’yi yöneten iktidarın son derece baskıcı, eleştiriye tahammülsüz, kendi halkına şiddet uygulayan, bırakın güvenlik kuvvetlerini, bizzat başbakanın bile şiddete eğilimli olduğu gerçeğini gördü.
Katliamın sorumluluğunu görmezden gelip önceliği “aman bu olay hükümete bir zarar vermesin” telaşına ve paranoyasına kapılan iktidar dünyanın gözünde itibarsızlaştı, güvenilir olma vasfını neredeyse tamamen yitirdi.
Cuma akşamı “iktidarın kayışı koptu” demiştim. İktidar artık dolu dizgin yokuş aşağı gidiyor. Emrinde medya güçleri ile sağa sola saldırarak, insanları karalayarak, sahte kaos provokasyonları yaparak el yordamıyla bu inişi frenlemeye çalışıyor ama bana göre artık nafile.
Soma olayı, iktidarın ve yandaşlarının, egemenliklerini sürdürmek için en olmaz yollara bile başvurmaktan çekinmeyecekleri gerçeğini de ortaya çıkardı.
Medyanın pespayeliği
İktidar güdümündeki medya, akıl almaz biçimde bugüne kadar görülmedik biçimde ahlak ve vicdan dışı yayınlarla üste çıkmaya çalışıyor. Açılan linç kampanyaları ile eleştiren, soran, sorgulayan, protesto eden herkes karalanıyor, aşağılanıyor ve en önemlisi kimi ruh hastalarına hedef gösteriliyor.
Sevgili izleyiciler, bunun somut örneklerinden biri Hürriyet Gazetesi yazarı Yılmaz Özdil. Türkiye’nin en sevilen ve okunan yazarlarından biri olan Yılmaz Özdil’in telefonla katıldığı bir televizyon programında söylediği sözler çarpıtılarak müthiş bir linç kampanyası başlatıldı.
Söylenen şu; Yılmaz Özdil katıldığı bir televizyon programında “Soma’daki işçiler Başbakan’ın mitingine katıldı, ölmeye müstahaktılar.”
Belki aranızda ilk kez bunu duyanlar vardır. Ve sanıyorum sadece bu cümleyi duyunca müthiş bir öfkeye kapılmışsınızdır. Açık söyleyeyim, “Ölen Somalı işçiler müstahaktı” gibi bir cümleyi ben de duysam öfkeden deliye dönerim.
Yılmaz Özdil’e örgütlü linç
Ama sevgili izleyiciler, Özdil’in söylediği bu değil ki. Evet konuşmasında bu cümle var, ancak Özdil diyor ki “Başbakan katliamı kadere bağlıyor, işçinin fıtratında olduğunu söylüyor, dünyanın her yerinde böyle kazalar olduğunu söylüyor, yani ölmeleri müstahaktı.”
Buradaki müstahaktılar sözü Yılmaz Özdil’in sözleri değil, Başbakan’ın sözlerinin bu noktaya vardığını anlatmak için yapılmış bir ironi.
Kısacası Özdil’e göre Başbakan katliamı öyle küçülterek anlatıyor ki sanki işçiler bu ölümü hak etmişler gibi bir anlam çıkıyor. Bakın ne kadar farklı. Ancak Soma olayını “eyvah iktidarın sonunu mu getiriyorlar” paranoyası ile karşılayan yandaş güruh, “müstahaktılar” kelimesini sanki Yılmaz Özdil kullanmış gibi ağır bir linç kampanyası başlattılar.
Başbakan da katıldı
Tabii sadece yandaş medyanın tetikçileri değil. Bizzat başbakan Erdoğan da kurtuluşu bu yönde bulmuş olmalı ki, Yılmaz Özdil’in çalıştığı Hürriyet Gazetesi’nin sahibine seslenerek “Bu adamları hala yanında tutacak mısın, onlara maaş verecek misin?” diye soruyor bugün.
Sevgili izleyiciler, az önce dediğim ya, yandaş medya tarihimizde hiç görülmemiş bir ahlaksız, vicdansız, ilkesiz yayın yapıyor.
Soma’daki dramı bir kenara bırakan yandaş medya tetikçileri paranoyak biçimde sadece bu olayla ilgili oluşan tepkilere yönelmiş durumdalar. “İkinci bir gezi istediler, amaçlarına ulaşamadılar, kaos yaratacaklardı başaramadılar, yakıp yıkmak için sokaklara döküldüler, bunlar hainler” başlıkları ile nefret suçu işleyen bu tetikçilerin tek amacı Soma katliamındaki iktidar sorumluluğunu olabildiğince gözlerden uzak tutmak.
Sabah denilen sözde gazete
Bakın dün Sabah, iktidar yandaşlığında artık hiçbir engel tanımayan, gazetecilikten, gazetecilik ilkelerinden, her türlü ahlaki ve vicdani kaygıdan adeta arınan Sabah Gazetesi’nin bir yazarı güya protesto gösterileri yapanları karalamak için akıl almaz bir iddiayı köşesine taşıdı.
Sabah’ın ahlak ve vicdandan uzun zamandır uzaklaşmış olan yazarlarından biri dün Başbakan Erdoğan’ın eşi Emine hanım’la ilgili iğrenç ötesi bir dedikoduyu yazdı.
Neymiş bu geziciler var ya bu geziciler Emine Hanım için bunu bile söylemişler. Burada tekrarlamam mümkün değil, ama sevgili izleyiciler inanın ne Gezi olayları sırasında ne sonrasında böyle iğrenç bir dedikoduyu ben hiç duymamıştım.
Olsa da yazılır mı?
Ama o yazarın gözü o kadar kararmış ki, böyle bir dedikoduyu sırf düşman olduğu, nefret kustuğu bir kesimi karalamak için kullanmaktan sakınmamış. Benim anlamadığım, o gazetenin kendisine gazeteci diyen, hala diyebilen yönetim kadrosunun bu yazıya müdahale etmemiş olması.
Bugün Hürriyet Gazetesi’ne sözde akıl vermeye kalkan, bunu yaparken gazetecilik mesleğini paspasa çeviren Genel Yayın Müdürü olan zat “Aman değerli yazarım, belki birkaç kişi arasında söylenmiş bu çirkin sözü niçin kendi gazetemize taşıyıp da çok daha büyük bir kitleye duyuruyorsun, buna ahlak ve vicdanın nasıl elveriyor” diye neden sormamış acaba?
Sabah Gazetesi’nin ahlak yoksunu yazarının köşesinde Emine Erdoğan’la ilgili yazılan güya dedikodu, eğer bir başka gazetede yayınlanmış olsa, hatta bunu yazan “böyle bir şey söylenebilir mi?” diye eleştirisini koyarak yazsa bile Tayyip Erdoğan yeri göğü inletirdi her halde. Sırf eleştirerek olsa bile o sözde dedikodunun yayınlanması bile o yazarın derhal işine son verilmesine neden olurdu.
Ama kendi tetikçileri yapınca sesini çıkaramıyor demek ki.
Savcılar neden sus pus?
Sevgili izleyiciler; Soma olayı ölümlerinin acısının dışında çok kötü olayları yaşamamıza da neden oldu. Örneğin Manisa’da bir vali başbakandan aldığı talimatla adeta olağanüstü hal hatta sıkıyönetim ilan etti. Soma’ya ve Soma madenlerinde yoğun işçi çalıştıran ilçelerde tam bir abluka var. Bu kentlere giriş çıkışlar yasak, sokaklarda üç dört kişiden fazla bir arada dolaşmak yasak, her türlü protesto, gösteri, basın açıklaması yasak.
10-12 yaşındaki çocuklar bile sokak ortalarında dövülüyor, gözaltına alınıyor. Avukatlar, kendilerini koruyan tüm yasalara rağmen yaka paça gözaltına alınıyor, ellerine ters kelepçe vurularak tartaklanıyor, yaralanıyor.
Oluşturulan sopalı timlerle gazetecilere saldırılıyor, yayın yapmalarına engel olunuyor.
Ve bütün bunlara Türkiye Cumhuriyeti’nin savcıları sadece bakıyor.
Yerde yatan iki özel harekat polisinin kollarından tuttuğu bir gence Başbakan’ın danışmanı şut çeker gibi tekme atıyor. Savcılar sus pus.
Başbakan’ın korumaları herkesin içinde bir vatandaşı evire çevire dövüyor. Savcılar sus pus.
O dayak olayı da ayrı bir komedi. Bütün Türkiye ve dünya Başbakan’ın market içinde yaşadığı kargaşayı ve bir vatandaşa yönelik hareketini izledi.
Başbakana yuh çekersen…
Ama AKP’liler bunu da montaj olarak değerlendirdi. Efendim “İsrail dölü” diyen yumruk atan başbakan değilmiş, bir başkasıymış. İyi de “Başbakana yuh çekersen tokadı hak edersin” sözü de mi montaj. Bir başbakan “Beni yuhalayan dayağı da yer” derse, o polis ne yapmaz ki.
Daha neler var aslında. O dayağı yiyen kişinin bir günde üç ayrı açıklama yapması, yerde yatan gence tekme atana 7 gün iş yapamaz raporu verilmesi, valilerin, kaymakamların, emniyet müdürlerinin, jandarma komutanlarının içine düştüğü acıklı durumlar…
Neyse bütün bunların ayrıntılarını bir saat sonra Halil Nebiler’le çift Vuruş programında anlatacağız. Şimdilik sürem doldu. Saat 20.00’de görüşmek üzere hepinize iyilikler dilerim. Hoşça kalın…