İNİŞTEKİ HIZIMIZ HIZ KESMİYOR…

İNİŞTEKİ HIZIMIZ HIZ KESMİYOR…

Bu virüs belası hayatımızda çok köklü değişikliklere yol açtı! Gezip tozmadan, dışarda yiyip içmeden, sevdiklerimize sarılmaktan geçtim! Kalabalıklara karışma, salonlarda konuşma, sınıfta yüz yüze ders anlatma, imza günlerinde okurlarla, dostlarla buluşmadan çoktan geçtim! Sinema, tiyatro, düğün dernek zaten bitti! Ama başka bir şey daha var o da şu; yaşlar başlar birbirine karıştı! Anneler çocuklarına “maskeni tak” demeden, küçükler annelerine mesafe ayarı çekiyor! Babalar “kapalı ortamlara dikkat” demek için daha ağzını açmadan, evlatlar işaret diliyle “ellerini yıka” diyor. Sokağa çıkan 65 yaş üstü; renkli eşofman, havalı spor ayakkabılar, iri gözlükler, başlıklı montlar, kedi baskılı tişörtlerle ritmik adımlar atarak ben gencim mesajı veriyor…

Kişisel alışkanlıklarımızda köklü değişiklikler ola dursun fırsattan istifade, iki ara bir derede toplumsal yapımızı pekiştiren insancıl öğelerden vazgeçilmeye, toplumsal sorumluluk kazandıran değerler küçümsenmeye, toplumun çimentosu sayılan ortak değerler yok sayılmaya, kurucu değerlerden rahatsızlık duyulmaya hız kesmeden devam ediliyor. Yine bunca değerli şey görmezden gelinirken, fayda mantık analizinden hızla uzaklaşılıyor, ağzını açana, kılını kıpırdatana davalar açılıyor.

Zekâları ve iş bitiricilikleri özellikle batı tarafından çok kıskanılan yöneticiler sayesinde; Ülkemizin ekonomik, sosyal, siyasi sorunları büyüdükçe büyüyüp dağ gibi olurken, dış borcu artarken, halkımızın büyük çoğunluğu; “faturalarımı nasıl ödeyeceğim, kiramı ödeyemiyorum, kredi kartı borçlarımın altından kalkamıyorum, eve ekmek götüremiyorum” kaygısıyla boğuşuyor…

Tüm bunlar yaşanırken ne görüyoruz? Şatafatlı saraylarda, altın varaklı koltuklarda, kuş sütü eksik sofralarda saray iftarları! Hemen akabinde başarılı bir başka prodüksiyonla yer sofrasında diz üstü oturularak “halkımızın yanında ve arasındayız” görüntüleri! Derken bu kez masa başında saraydan getirilen kırmızı sandalyelerle iftar sofrası! Ve zoom üzerinden gençlerle en uzun iftar buluşmalar! Halkla ilişkiler sıkı çalışıyor, algıyı iyi yönetiyor dedirten bu manzaralar ilginç değil mi?

Başka ne görüyoruz? Bir yanda tarihinde ve tedarikinde sorun olan aşılar, diğer yanda meyve fiyatlarının yüzde 51, sebze fiyatlarının yüzde 41 arttığı bir ülke! Bir yanda son 2 gün içinde 7 kişinin ekonomik nedenlere intihar ettiği ülkemiz, diğer yanda, 4 kişilik ailenin açlık sınırının 3 bine, yoksulluk sınırının 9 bine dayandığı hakça bir düzen!

Bir yanda sayıları 127’yi bulan tıp fakülteleri, diğer yanda hekim bulamayan sağlık kurumları! Bir yanda fiziki alt yapısı olmayan, kampüsü, kadrosu olmayan, mezunlarına istihdam sağlamayan onlarca üniversite! Diğer yanda Yükseköğretim okullaşma oranında OECD ülkeleri arasında ilk sırada yer alışımız! Bir yanda üniversite mezunu işsizler sıralamasında şampiyonluğu kimselere bırakmayışımız! Ve her yanda hüzünlü, yorgun, yılgın bakışlarıyla, içine kapanmış, kendisini yalnız hisseden ve yıllardır iş bekleyen umutsuz gençlerimiz. Siz bu mutsuzluğun resmini yapabilir misiniz Sn. MEB? (N. Hikmet’in hoşgörüsüyle!)

Bir yanda, basın özgürlüğünde 180 ülke arasında 153.sırada yer aldığımız acı bir tablo, diğer yanda esnafın hesabına yatırılan şaka gibi ciro kaybı desteği. Toplumun sinir uçlarıyla oynayarak ortaya çıkan bu sonuçlar kahredici olduğu kadar ürpertici değil midir?

Müzisyenler adına konuşan Melek Mosso; “Hepimizin önce parası bitti, sonra psikolojisi” demiş. Katılmamak ne mümkün! Belgesel kıvamında hayat yaşamış, her an mütebessim, her an kahkaha atmaya hazır, hayatı doya doya yaşamış, görmüş geçirmiş insanların bile “artık dayanamıyorum” dediği bu süreçte aşsız kalan, işsiz kalan, hayalsiz kalanlar için daha ne denir, başka ne denilebilir?

Bu yazının demek istediği şu: Yazıyı okuduk mu? Okuduk Sorulara yanıt var mı? Yok. Olacak mı? Sanmam. O halde hayatın ve yazının özünden yola çıkarak konunun merkezine odaklanırsak! Huzuru aramak başka şey, bulmak bambaşka ve çok zor bir şeyken! Soru sormak başka şey, yanıt alabilmek bambaşka şeyken! Yazmak başka şey, okutabilmek bambaşka bir şeyken bugünlük yazım bu kadar olsun. Gerisini siz getirin, noktayı siz koyun…

Açıklama notu: Bu kararı neden mi aldım? Bir ileti diyor ki; “Yaralarımız kabuğa, ayaklarımız toprağa hasret. Hep çok yoğun, hep çok yorgunuz. Dostların nesli azalıyor. Gençliğin buharlaşan esansı giderek uzaklaşıyor.” Benim ki de o hesap…