Nedir bu insanlığın pejmürde hali?.. Toplum neden bu duruma geldi?.. Nedir içimizdeki “şiddet”in asıl nedeni?..
Parasızlık mı, geçim sıkıntısı mı, sosyal ya da psikolojik sorunlar mı toplumu insanlığın rotasından çıkartıyor?.. Yoksa daha önce yaşanan travmaların artçı sarsıntılarıyla mı boğuşuyor insanlık?..
Peki, 20-30 yıl önce de ülke böyle miydi acaba?.. Ne yazık ki hayır...
Son yıllarda ülkenin yalnızca nüfusu artmadı, demografik yapısı ve sosyo-kültürel dengeleriyle insani değerleri de değişti...
Ulusa dayatılan “yoksullaştır-köleleştir” siyaseti yalnızca egemenlere her koşulda biat eden kitleler yaratmadı, insanlığın merhamet kalibresini düşüren bir vurdumduymazlığa da boyun eğdirdi...
Çünkü teknoloji değiştikçe ve geliştikçe, topluma dayatılan sosyo-kültürel yozlaşmalar sadece kitleleri sosyal medyayla kendi içine kapatmadı, “yalnızca kendini düşün”mesi öğretilen nesillere acımasızlığı da aşıladı!..
Tıpkı bu ülkenin 32 yıldır terörü kanıksaması ve son dört yılda, yanı başımızdaki Suriye ve Irak’ta kafa kesilmesi eylemlerinin toplum gözünde sıradanlaştırılması gibi!..
Yürekten vurulmak!..
20-30 yıl önce sinemada ve televizyonlarda şiddet filmleri bu kadar yaygın değildi, korku filmleri de insanları bu kadar sarsmıyordu...
Gençlik şiddeti sıradanlaştıran Kurtlar Vadisi’ne özenmiyordu, terör katliamlar yapacak kadar azmamıştı, “Televole” kültürü ise töre cinayetlerini tetiklemiyordu 20- 30 yıl önce...
Velhasıl memleketin çevresinde bugünkü gibi “Arap Baharı” ya da “BOP” savaşları yoktu ve en önemlisi de IŞİD zihniyeti sokaklarda, meydanlarda acımasızca kafa kesmiyordu!..
Anlayacağınız, insanlığın yerlerde sürünmesinin çok nedeni var son yıllarda... Örneğin iletişim ve haberleşme teknolojisi “ateş düştüğü yeri yakar” özdeyişini yerle bir ederken, insanlık aslında gözlerinin önüne getirilen pervasız şiddet sahneleriyle yüreğinden de vuruldu!..
Teknolojinin travmaları yakınlaştırmasıyla; dünyanın en ücra köşelerindeki kavgalar, savaşlar, çatışmalar, cinayetler, seller, depremler, katliamlar ve işkenceler artık insanlığın gözlerinin önünde, avuçlarının ortasında ve zihinlerinin dolambaçlı yollarında takla atıyor!..
Duyarsızlık, pervasızlık!..
Hiç kuşkunuz olmasın; sosyo-kültürel dönüşümler, politik ve ekonomik değişimler kitlelerdeki şiddet algısını da olabildiğince şaşırtıyor...
Söyler misiniz, daha bir kaç ay önce Ankara Garı önünde 100’den fazla yurttaşı öldüren canlı bomba eylemi ve birkaç hafta önce Kızılay’da 28 kişiyi öldüren bomba yüklü araç katliamının kısa sürede unutulması, toplumun terörü ve şiddeti sıradanlaştırmasının ürünü değil mi?..
Hem son haftalarda kaç şehit cenazesi kaldı toplumun aklında?.. Ocaklara düşen kaç ateş uzaklardakilerin sinesini yaktı?.. Ve kaç kişinin göz yaşları düştü şehit mezarlıklarına?..
Her gün medyaya bir yenisi eklenen kadına şiddet görüntüleri ve kocaların aile bireylerini topluca katlettiği kaç vaka tartışılıyor siyaset ve terörün kıskacında çırpınan gündemde?..
Konu “şiddet” olunca; kanıksamak, duyarsızlık, ilgisizlik, alışkanlık ve sıradanlaştırmak gibi duygular-yaklaşımlar da, internet medyasının habere yetişemeyen şaşkın gündemi gibi hızlıca değişiveriyor...
Peki, “insanlık”, “vicdan” ve “merhamet” bu kısırdöngünün neresinde kalıyor?.. İşte asıl mesele budur...
‘Atla... Atla!..’
Eminim kendi kendinize soruyorsunuzdur; “bu adam felsefe mi yapmaya çalışıyor yine?..”
Dikkatli okurlar hiç de felsefe yapmadığımı, tam aksine yaşamın içindeki olaylara adeta nüfuz edercesine sorgulamalar yapmaya ve bunlardan alınacak dersleri göstermeye çalıştığımı bilirler...
O halde soralım; biz toplum olarak ne zamandan beri IŞİD’in kurbanlarını damdan atma vahşetlerini tiyatro seyircisi gibi izleyen Ortadoğu halklarına benzemeye başladık ki?..
Ne zaman kadınların recmedilmesini izleyen zavallı teslimiyetçi cahiller gibi içimizden “oh olsun” demeye kadar vardık?..
Ve ne zamandan beri yaşamlarına son vermeye çalışan çaresiz insanları adeta arkalarından itercesine “ölüme teşvik” etmeye başladık?..
İşte yukarıdaki tüm satırları sorgulatan son örnek...
Kim bilir ne derdi vardı Erol Çetin’in?..
Genç adam önceki sabah Boğaziçi Köprüsü’nde bariyerleri geçerek intihar etmek isterken müzakereci polislerce güçlükle “ikna” edilmiş...
Çetin tam korkuluklardan inmeye çalışırken, Hülya U. (49) ile Merve Ö. (27) adlı iki kadın araçlarının camını açarak, “Senin yüzünden trafikte saatlerdir bekliyoruz. Atlayacaksan atla” diye bağırarak küfür etmişler!.. Çetin de bu tepki üzerine kendini boşluğa bırakarak yaşamına son vermiş...
“İntihara teşvik” suçlamasıyla mahkemeye sevk edilen iki kadın “adli kontrol kararı” verilerek serbest bırakılmış...
Ülkedeki gericiliğin ve vurgunculuğun toplumun önünü kapattığı ve geleceğine set çektiği bir süreçte, iki kadının, bir insanın canına mal olan bu zavallıca davranışlarını “cehalet” mi, “işgüzarlık” mı, “boşboğazlık” mı yoksa “acımasızlık” mı saymalıyız?..
Yanıt için “hepsi” diyebilirsiniz... Peki, asıl sorun bu mu sizce?.. Söyler misiniz, toplum olarak “intiharları teşvik” edecek, hatta çaresizce ölüme koşan insanlara “atla atla” diye alkışla tempo tutacak hale nasıl geldik biz?..
https://twitter.com/FARACYAZIYOR
https://www.facebook.com/mfarac