İŞE BAK! ASKERİ YARGI DA PARALEL İŞGALİNDEYMİŞ

YENİ ÖĞRENDİM

İŞE BAK! ASKERİ YARGI DA PARALEL İŞGALİNDEYMİŞ

Pazartesi günü “Nerede bu ordu nerede bu başkomutan” başlıklı yazımda ordu içindeki paralel yapıya karşı girişilen operasyonu “Ergenekon ve Balyoz” operasyonlarına benzetmiştim.
Özetle yazdığım şuydu;
“Ordu içindeki Fethullahçı teröristleri nasıl bilmezden gelir? Neden bunca uyarıya, yazılan yazıya rağmen bir önlem almaz da tıpkı Ergenekon ve Balyoz'daki gibi karargahları iktidar savcılarının basmasına razı olur?
Ergenekon ve Balyoz döneminde de sessiz kalan komutanlar koca Türk ordusunun hallaç pamuğu gibi atılmasına neden olmuştu.
O olaydan ders alınsa bu kez Fethullahçı teröristlerin yapılanması karşısında önceden önlem alınır, askeri yargı devreye sokulur ve sivil savcılar içeri dalmadan temizlik yapılırdı.”
Bu yazdıklarıma elbette bir cevap beklemiyordum.
AKP'nin “egemen otoritelerde” yarattığı iklim böyle. “Hiçbir şeye cevap verme, kimseyi ciddiye alma, nasıl olsa bıkıp unuturlar” mantığı tüm devlet kurumlarında ve kendilerini saraya bağımlı hisseden özel sektörde de durum böyle.
Ancak bu kez ilginç bir şey oldu.
Asker her zaman olduğu gibi yine suskun kaldı ama bir başka gazetenin manşeti dolaylı olarak sorumu cevapladı.
Salı günkü Aydınlık Gazetesi “Askeri Yargı'ya neşter zamanı” başlığı ile çıktı.
Habere göre “Askeri kaynaklar” diyormuş ki “Fethullahçı teröristler Askeri Yargı'yı ele geçirmişler. Eğer orada bir temizlik yapılmazsa hem orduda temizlik yapılamaz hem de temizlendiği sanılan kişiler yargı kararlarıyla geri dönebilirmiş.”
Aslında durum tam bir facia yani.
Koca ordumuz beş yıl boyunca içinde darbeci olup olmadığını anlayamadığı gibi bütün köşe başlarının Fethullahçı teröristler tarafından işgal edildiğini de anlayamamış.
Hiçbir önlem alamadıkları gibi almaya kalkmaları halinde de işlerin yüzlerine gözlerine bulaşacağını görmüşler.
Bu nedenle çaresiz sivil yargının eline bırakmışlar kendilerini.
Biz bu durumu uzun süredir görüyoruz.
Gördüğümüz gibi dilimiz döndüğünce anlatıyor, yazıyoruz.
Ancak ordunun başındakiler o iftardan bu nikaha, o dini törenden bu cenazeye koşup sürekli olarak elleri havada dua ederken fotoğraflar verip “ne kadar dindar olduklarını” anlatma telaşına düştüklerinden olacak bu uyarıları ciddiye bile almadılar.
Şimdi tıpkı Ergenekon ve Balyoz'daki gibi çaresizlik içinde iktidarın, yargının kendi içlerinde temizlik yapmasını izliyorlar.
Tabii bu temizlik operasyonunda ne kadar Atatürkçü, Cumhuriyetçi, laik ve medeni subay/astsubayın da tasfiye edilip edilmeyeceğini önümüzdeki günlerde öğreneceğiz.
Öğreneceğiz de, bu kez komutanların sorumluluktan kurtulmak için “kumpas kurbanı olduk” bahanesi artık geçerli olmayacaktır.

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

TÜRKİYE'DE POLİSTEN AMERİKA'DA GÖSTERİCİDEN YANALAR

Bizim iktidar ve yandaşları bir alem.
Aslında alem lafın gelişi, bal gibi neyi ne için yaptıklarını biliyorlar, şaşıracak bir durum yok aslında.
Türkiye'de iktidara yönelik en küçük bir gösteri, protesto iktidar ve yandaşların dilinde “devlete karşı olmak, vatan hainliği, kaos simsarlığı, faiz lobiciliği” olarak tanımlanıyor.
Polis göstericilere acımasızca saldırıyor hatta öldürüyor mu?
İktidara ve yandaşlarına göre bu son derece normal, çünkü devlete kalkan el kırılır. Onlara göre “Yok öyle kamu düzenini bozmak falan, baş kaldıranın kafası kırılır.”
Ama aynı şey bir batı ülkesinde olursa bizimkiler bu kez karşı tarafa geçiyor.
Son Amerika olaylarında baktım da bizim yandaş yalaka medya polisi nasıl kötülüyor anlatamam.
Dün en iri yandaş gazetede “Amerikan polisini kınamak bile suç” diye başlık atmıştı.
Türkiye'de polisin döverek, gaz atarak öldürdüğü insanları görmeyip Amerika'da polisin ayakları altındaki bir kişinin fotoğrafını kocaman basıp “İşte Amerikan polisi” diyebiliyorlar.
Böyle bir ahlak ve namus yapıları var.

KAFAMI BOZAN ŞEYLER

DİN İSTİSMARIYLA TAZİYE KAYMAKAMI REZİL ETTİ

Mardin Efeler İlçesi Kaymakamı İzzettin Sevgili, Mardin'in Artuklu İlçesi'ne bağlı Cevizlik Köyü Jandarma Karakolu'na PKK'lı teröristlerin bomba yüklü kamyonetle düzenlediği saldırıda şehit olan Jandarma Er Orkun Alp Arslan'ın Cumhuriyet Mahallesi'ndeki evlerini ziyaret ederek taziye sunmuş.
Şehit annesi Seray Arslan'ı “güya” teselli etmeye çalışan kaymakam “şehitliğin peygamberlikten sonraki en büyük mertebe olduğunu, şehidin ailesinden 60 kişiye şefaat edeceğini” söyleyince oradaki vatandaşlardan biri “Çok güzel konuştunuz, ne mutlu şehit ailesine diyoruz. Doğru ama maalesef devleti yönetenler niye mutlu olmuyorlar? Çocuklarını askere göndermiyorlar, çürük raporu aldırıyorlar?” deyivermiş.
Renkten renge giren Kaymakam Sevgili hemen kendini toparlayıp vatandaşı azarlamış; “Spekülasyona gerek yok. Hepimizin acısı var. Şehit evinde konuşulacak şeyler değil.”
Öyle ya sen kaymakam olarak şehit ailesine geleceksin neredeyse “oğlun iyi ki şehit oldu, en yüksek mertebeye çıktı” diye dini ahkam keseceksin hak ettiğin cevabını alınca da paniğe kapılıp “spekülasyon” diyeceksin.
Vatandaş elbette soracak ve “Şehitlik mutluluksa, biraz da bizi yönetenler tatsınlar bu mutluluğu” diyecek.
Acaba o kaymakam kendi ailesini mutlu etmek ister mi bilemem ama bildiğim kaymakamın vatandaşı azarlamasının nedeni saray korkusu. Maazallah saray duyar da başına iş açılır sonra değil mi?
Gerçekten çok merak ediyorum. Bu tür adamlar hangi okullardan mezun olup nasıl kaymakamlık kapıyorlar kendilerine?
Gerçi sorduğum soruya da bak değil mi?

Bİ SORALIM BAKALIM

MERKEL KONUSUNDA YAZMA/KONUŞMA İZNİ ÇIKMADI HÂLÂ

Geçtiğimiz cumartesi günü aldık haberi.
Erdoğan NATO toplantısı için Varşova'daydı. Buradaki ikili temaslardan biri de Alman Başbakanı Merkel'le yapıldı.
Toplantıda Merkel Erdoğan'dan “İncirlik Üssü'ndeki Alman askerlerini ziyaret edecek Alman parlamenterlere izin verilmesini” istedi.
Alman milletvekilleri İncirlik Üssü'nü ziyaret etmek istemişler ancak sarayın talimatı ile bu ziyarete izin çıkmamıştı.
Merkel'in bu kez izni bizzat kendisinden istemesi üzerine Erdoğan sinirli biçimde “Siz parlamentonuzdan geçen Ermeni soykırım tasarısını benimsemediğinizi çıkın açıklayın ben de ziyaret iznini vereyim” cevabını verdi.
Bu yandaş yalaka takımı için Davos'taki “one minute” olayından sonraki en önemli çıkıştır.
Düşünsenize bugüne kadar güçlü dünya ülkeleri önünde sadece ceket ilikleyen Türkiye bir dünya devine kafa tutuyor.
Bunun iç politikadaki yansıması müthiş olurdu.
Ertesi gün yandaş yalaka gazetelerin “Erdoğan'dan Merkel'e şamar” veya “Erdoğan Merkel'e haddini bildirdi” ya da “Merkel dik duran Erdoğan karşısında dondu kaldı” manşetleri göreceğimi düşündüm.
Hayır, olmadı.
Olmadığı gibi aradan 5 gün geçmesine rağmen bir tek saray gazetecisi Erdoğan'ın Merkel'e “tarihi tokadından” söz etmedi bile.
Öyle ki Varşova dönüşünde iliştirilmiş gazetecilere bu konunun sorulması talimatı verilmediği için hiçbiri “Efendim Merkel'le durum nedir?” diye bile soramadılar.
Neden acaba?
Yoksa “dik durur gibi yapar sonra bunu iç politikada kullanırım” diye Merkel'i diplomatik nezaketin dışına çıkarak azarlayan Erdoğan'a, nispeten akıllı danışmanlarından biri şunu mu söyledi: “Efendim ne yaptınız, keşke biz bunları alt seviyeden kendilerine iletseydik, şimdi diplomatik sorun çıkabilir, bu da bizim aleyhimize olur.”
Sonra da cümle saray gazetecisine “Bu konudan söz etmeyin, unutturun gitsin” mi dendi?

BUNU YAZMAK GEREK

BİNALİ SARAYDA ÇOK TUTULABİLİR AMA HALKIN GÖNLÜNDE İNALİ OLMASI YAKINDIR

Saray başbakanlık koltuğuna oturttuğu Binali Yıldırım'dan çok memnun. Etliye sütlüye karışmayan, kahve düzeyindekilerin yapabileceği esprilerle şirin gözükmeye çalışan, saraya sormadan adım atmayan Binali Yıldırım elbette saray ve yandaşları tarafından çok sevilecek.
Ama söyleyeyim halk giderek Binali Yıldırım'ı kafaya almaya başladı.
Hele son söylediği “Hastaneler artık çok şirin yerler oldu, insanlar kız bakmak için bile gidiyorlar” sözü var ya, evlere şenlik.
Bu sözlerinin dayanağı da ortaya çıktı. Meğer bir doktor Anadolu Ajansı'na acil servisleri anlatırken “Öyle garip insanlar var ki, bir keresinde hiç hastalığı olmayan bir kadın ısrarlı (niye geldin o halde) sorularımız karşısında çaresiz kalıp (sağlıkçılardan kız bakmaya geldiğini) söyledi” demiş.
Başbakan konuşmalarını kendi yazmadığı gibi önceden de okumuyor ya, danışmanı bu haberi pek beğenmiş konuşma metnine koymuş o da okumuş.
Ne kadar komik hale geldiğini düşünmemiş bile anlaşılan.

ÇOK GÜLDÜM

SURİYELİNİN “BAŞARILI” DİLENME TAKTİĞİ

Yıldırım Tuna Suriyeli mülteciler arasında çok sık gördüğümüz dilencilerle ilgili güncel bir fıkra göndermiş. Birlikte okuyalım;
Muhi ile Maho Türkiye'ye sığınıp dilencilik yapıp geçinen iki Suriyeli arkadaş, şehrin farklı yerlerinde dileniyorlarmış.
Muhi günde 8-9 lirayı zor toplarken Maho her gün 10 liralık kağıt paralarla dolu bir bavul ile dönüyormuş barakalarına.
“Nasıl yapıyorsun?” diye merak ediyormuş Muhi, “Biz üç kuruşu zor toplarken?” diye de yakınıyormuş.
“Dileniş sloganın yanlış” diye cevap vermiş Maho. “İşsizim, karım ve 6 çocuğum var. Bir sadaka lütfen diyorsun. Olur mu hiç? İşte yanlışın burada”
Muhi “Peki sen nasıl dileniyorsun?” diye sorunca Maho cevabı yapıştırmış; “Ağabey” diyorum, “Vallah memlekete döneceğim ama 10 liram eksik!”


https://twitter.com/can_atakli_