Ortadoğu’yu ve ne yazık ki Türkiye’yi yıllardır kan deryasında tutan “terör”ün perde gerisinde yaşananlar sıradan ya da rastlantı değil...
Çünkü dinci ya da ayrılıkçı terörün ardında yalnızca “bölücülük” ve “şeriat” kaygısı yok... Dış güçlerin kışkırtması, organizasyonu, desteği ve katkısı da tek başına terörü büyütmüyor, beslemiyor...
Şiddet ve korkuyla kaos yaratanların, karanlık ve puslu ortamda terör estirenlerin referans noktaları, çıkış gerekçeleri de son yıllarda içinde bulunduğumuz coğrafyanın mayın tarlasına dönüşmesinin en etkili gerekçeleri değil...
Ortadoğu’yu son 30 yıldır kasıp kavuran dinci ya da ayrılıkçı terörün büyümesinde her ne kadar bünyelerindeki sosyal, siyasal ve askeri devinim etkili olsa da; devletlerin gafleti, pervasızlığı, sorumsuzluğu ve ne yazık ki kimi zamanlar ihaneti de şiddeti dayatarak kazanım elde etmeye çalışanların önünü açtı...
“PKK şehirlere nasıl geldi, silahlar nasıl saklandı, ‘bir avuç şaki’ olarak nitelenen örgüt nasıl oldu da 20 bin kişilik militan sayısına ulaştı” sorularının ardında siyasi iktidarların büyük sorumsuzluğu da var?...
“Canlı bombalar nasıl eylem yapıyor, meydanlarda bombalar nasıl patlıyor, terör örgütleri ilçeleri nasıl ele geçirmeye çalışıyor, sokaklarda, caddelerde nasıl olur da hendekler kazılabiliyor” sorularının gerisinde de sanmayın yalnızca terörün kan kokan gücü olsun!..
Ve de tüm Türkiye ile birlikte dünyayı şaşkınlığa uğratan Atatürk Havalimanı saldırısının “nasıl olur da böylesine pervasızca ve rahatlıkla yapılabildiğini” sorgularken aklınıza yalnızca zıvanadan çıkmış bağnazların kan kokan cehaleti ve cesareti de gelmesin...
PKK nasıl palazlandı?..
Ortadoğu’yu ve dünyayı bir kenara bırakalım... Türkiye’nin 32 yıllık terör tarihine baktığınızda dinci ve ayrılıkçı terörün yalnızca Büyük Ortadoğu Projesi”nin (BOP) çokuluslu siyasi, ekonomik ve askeri desteğiyle palazlanmadığı anlaşılır...
İşte PKK... 32 yıl önce 15 Ağustos 1984’te, Şırnak ve Hakkari’ye bağlı iki ilçeye 200 militanla baskın yaparak eylemlere başlayan örgüt nasıl oldu da beş yıl içinde 3 bin, 10 yılda 8 bin ve 30 yılda 20 bin kişilik askeri güce ulaşabildi?..
Bu soru PKK’nın ulaştığı siyasi ve askeri nokta açısından artık çok sıradandır... Çünkü özellikle AKP iktidarı döneminde gözlerin “kör”, kulakların “sağır” ve dillerin “kilitli” olmaya zorlandığı sözde “açılım” sürecinde, PKK’nın bırakın askeri gücünü arttırmasını, örgüt Güneydoğu’nun 13 ilçesini işgal edebilecek konuma bile getirildi?..
Hem de koca Türkiye Cumhuriyeti’nin 600’den fazla şehit vererek neredeyse 1.5 yılda güçlükle kontrol altına alabildiği bir “özyönetim” işgali!..
PKK tek başına mı yaptı bunu?.. Pehhh!.. Bu soruya evet yanıtı verecek gafillere tek soru sormak yeterli; “PKK, ‘açılım’ tuzağının temellerinin atıldığı 2012’den önce neredeyse tükenme noktasına gelmemiş miydi?..
Düşmanımın düşmanı!..
Türkiye’de ve çeşitli aralıklarla yakın komşularımızda büyüyerek terör estiren Türk Hizbullahı’nın da devletin, “düşmanımın düşmanı dostumdur” stratejisiyle büyütüldüğünü kimse sakın unutmasın...
1985-2000 yılları arasında, nasılsa “PKK’yla savaşıyor” diye göz yumulan Hizbullah, devletin gafleti nedeniyle öylesine büyüdü ki, 1990’ların ortalarında yarattığı kaos yüzünden Güneydoğu illeri tamamen cehenneme dönüştü...
Yüzlerce faili belli eylem, “Hizbulkontra” tanımlamaları, sosyal yaşamı cendere altında tutan şeriatçı baskı, domuz bağı cinayetleri ve “mezar ev”ler vahşeti PKK’yla çatıştığı için göz yumulan, hatta korunup kollanan örgütü öylesine kontrolden çıkarttı ki, Hizbullah Van ve Urfa’da polisleri şehit etmeye başladığında iş işten çoktan geçmişti...
Devletin 20 yıldır sözde bulamadığı Hizbullah lideri Hüseyin Velioğlu’nu bir rastlantı sonucu 17 Ocak 2000’de, Beykoz’da bir evde öldürmesinin ardından, örgütün ne kadar palazlandığı, yakalanan 5 binden fazla militandan da anlaşılamadı...
Ne zaman ki örgüt Velioğlu’nun intikamı için 24 Ocak 2001’de Diyarbakır Emniyet Müdürü Ali Gaffar Okan ve 5 polis memurunu şehit etti, işte gafil siyaset dinci terörün ne kadar etkili bir tehdit haline geldiğini o sıralarda görebildi...
Teyakkuzun gaflet uykusu!..
Diyeceksiniz ki, “devlet Hizbullah’ı gördü de ne oldu?...” Doğru... Çünkü yuvasız kalan örgüt kısa sürede Usame Bin Ladin’in açtığı terör şemsiyesinin altına girmekte gecikmedi...
15-20 Kasım 2003’te, İstanbul’da HSBC Bank, İngiltere Konsolosluğu ve iki sinagoga yapılan intihar saldırılarında 60’tan fazla yurttaş ölünce, devletin bir dönem gözaltına alıp “dini sohbet yapıyorlarmış” bahanesiyle serbest bıraktığı Hizbullahi’lerin bu kez “El Kaideci” olduğu anlaşıldı...
Türkiye El Kaide’yi bir sürü eylemden sonra nihayet enterne etmeye başladı derken, Usamecilerin yeni şemsiyesinin IŞİD olduğu görüldü!.. Hem de ne görülme?..
İşte devleti yöneten AKP’nin PKK “açılım”ından sonraki gafletiyle bürokrasinin de karıştığı ihanet stratejisinin büyük bir tehlike haline getirdiği IŞİD de, “düşmanımın düşmanı dostumdur” tuzağının ürünü olarak Suriye ve Irak’la birlikte en çok da Türkiye’nin başına bela oldu...
Baştan aşağıya terörün ardındaki gafleti ve ihaneti sorgulayan bu satırların özeti şudur; PKK da, Hizbullah da, El Kaide de ve nihayet IŞİD de tek başlarına kaosun karanlık güçleri olmadılar, büyümediler, palazlanmadılar...
Peki; Türkiye’yi yönetenler, “şiddeti dayatarak kazanım” elde etme figüranlarının karanlık senaryoları ve BOP tuzağının insafsız cellatlarına karşı ne zaman uyanık ve teyakkuzda olacak acaba?..
Terörle mücadeledeki açmazlardan 32 yıldır ders alınmaması gaflet ve ihanetin kangrenleştiğini mi gösteriyor yoksa?.. Ne dersiniz?..
https://twitter.com/FARACYAZIYOR
https://www.facebook.com/mfarac