İSTİBDADIN EFENDİSİ ABDÜLHAMİD!..

İSTİBDADIN EFENDİSİ ABDÜLHAMİD!..

30 Mayıs 1876, Padişah Abdülaziz’in tahttan indirildiği gün olarak geçti tarihe...


Ekonomisi giderek kötüleşen, sürekli toprak kaybeden Osmanlı’nın felaketlerle dolu yakın geçmişinin sorumlusu olarak görülen Abdülaziz bir darbeyle alaşağı edilmişti. Bu darbe, Şeyhülislam Hasan Hayrullah Efendi’den alınan fetva ile sağlama bağlanmıştı. Abdülaziz bundan yalnızca beş gün sonra, 4 Haziran 1876’da Feriye Sarayı’nda bilekleri kesilmiş halde ölü bulundu... Doktor muayenesinden sonra kayıtlara intihar olarak geçti...


Yeni Osmanlılar Cemiyeti Başkanı Mithat Paşa, Serasker Hüseyin Avni Paşa, Şura-yı Askeri Reisi Redif Paşa, Harbiye Mektebi Nazırı Süleyman Paşa darbenin başını çeken devlet adamları ve askerlerdi... Yerine V. Murat tahta çıkarıldı...


Ancak yalnızca üç ay kadar sonra V. Murat delilik belirtileri göstermeye başladı. Mithat Paşa, ağırlığını koyarak onun da tahttan azledilmesini ve yerine II. Abdülhamid’in çıkarılmasını sağladı...


-Abdülhamid 34. Osmanlı padişahı ve 113. İslam Halifesi olarak tahta çıktı.


31 yıl sürecek ve tarihe “istibdat devri” olarak geçecek bu uzun dönemde Padişahlık yapan Abdülhamid, Osmanlı tarihinin en tartışmalı, hakkında iyi ya da kötü en çok konuşulan sultanlarından biriydi... Hürriyet yanlılarına göre gaddar bir “Kızıl Sultan”, İslamcılara, gericilere göre ise büyük bir yönetici yani “Ulu Hakan”dı!..


Abdülhamid tahta Mithat Paşa sayesinde ancak onun bazı koşullarını kabul ederek çıkmıştı. Bu koşulların en önemlisi ise 1. Meşrutiyet yani bir Meclis ve bir Kanun-i Esasi(anayasa) idi. Abdülhamid bu sözünü tuttu ve 23 Aralık 1876’da ilk Osmanlı anayasası olan Kanun-i Esasi’yi ilan etti. Çok geçmeden Meclis-i Mebusan’da açılacaktı..


-Her iki saltanat değişiminin başlıca mimarı Mithat Paşa ise Sadrazamlık koltuğuna oturdu!..

 


Çok kurnaz, pek acımasız bir sultan!..

 


Ancak Mithat Paşa Meclis’in açıldığını bile göremedi!..


Çünkü yeni anayasa, yeni Meclis olsa bile egemenliğin esas kaynağı yine de padişahtı. Bu ince ayarı yapan Abdülhamid, Kanun-i Esasi’nin 113. maddesiyle kendisine tanınan “idari sürgün” yetkisini kullanarak Mithat Paşa’yı 5 Şubat 1877’de azletti!.. O madde şuydu:


-Kötü halleri Zaptiye Nezaretinin tahkikatıyla tespit edilenlerin yurtdışına sürgüne gönderilmeleri padişahın yetkisindedir...


Padişah yalnızca azletmiyor, aynı zamanda aşağılıyordu!.. Hemen o gün kimseyle vedalaşmasına izin verilmeden İzzettin Vapuruna bindirilerek İtalya’nın Brindizi şehrine gönderildi. Birkaç ay sonra, 12 Nisan 1877’de Padişah’ın karşı olmasına rağmen İbrahim Ethem Paşa Hükümeti ve paşaların ısrarıyla Ruslarla savaşa girildi. 1877-78 Savaşı ya da “93 Harbi” adıyla anılan savaşta Osmanlı ağır bir yenilgiye uğradı. Ruslar Ayastefanos (Yeşilköy) önlerine kadar geldi. Batılı devletlerin araya girmesiyle çok ağır şartlar içeren, toprak kaybına neden olan “Ayastefanos Antlaşması” imzalandı.


Abdülhamid bunu fırsat bilerek Meclis-i Mebusan’ı tatil etti. Yeni anayasayı kağıt üzerinde muhafaza ederek , aldığı kararları buna göre yürürlüğe koyuyormuş oyununu oynadı. Meclis ise 30 yıl boyunca bir daha göreve çağrılmadı!.. Mithat Paşa ise sürgüne gönderildi...


-Abdülhamit’in ölesiye nefret ettiği, başta Mithat Paşa olmak üzere tahta çıkmasını sağlayan devlet yöneticilerinden intikam almasına ise çok az kalmıştı!..


Mithat Paşa’nın Avrupa’da dolaşması ve sıcak ilgiyle karşılanması Abdülhamid’i çok rahatsız etmişti... Başka bir yol düşündü ve hemen uygulamaya koydu. Mithat Paşa’yı önce Suriye Genel Valiliği’ne atadı. Fakat Paşa’nın darbe yapacağına, Osmanlı’nın başına yeni bir “Mısır Hidivi Mehmet Ali Paşa” kesileceğine dair dedikodular üzerine bir yıl kadar sonra bu kez Aydın Valiliği’ne atandığını bildirdi...


-Mithat Paşa artık elinin altındaydı!..

 


Bir çadır tiyatrosu: Yıldız yargılaması!..

 


Mithat Paşa trajik sona doğru hızla sürükleniyordu...


Abdülhamid’in emriyle, kurmaylarının düzmece belge ve tanıklar üretmesiyle ve saraya bağlı kapıkulu gazeteci müsveddelerinin köpürtmesiyle Sultan Abdülaziz’in intihar etmediği, öldürülerek intihar süsü verildiği gerekçesiyle suçlu görülen kişilerin yargılanmasına karar verildi...


Karar alındığında İzmir’de bulunan Mithat Paşa Fransız Konsolosluğu’na sığındı ancak Fransa’nın o sıralar Osmanlı’dan istediği pek önemli “lütuflar” olduğu için pazarlık sonucu Adliye Nazırı tarihçi Cevdet Paşa’ya teslim edildi ve tutuklu olarak İstanbul’a getirildi...


Bu dava gerçekten de bir çadır tiyatrosu niteliğindeydi; zaten mahkeme Yıldız Sarayı bahçesindeki Çadır Köşkü’nde kurulmuştu!.. Mahkeme başkanı Tuna Valiliği döneminde yolsuzluk yaptığı için Mithat Paşa’nın huzurundan kovduğu ve görevinden azlettiği Ali Sururi Efendiydi, iyi mi?!. Mahkemenin dört üyesinden üçü ise gayrı Müslimlerden seçilmişti... Ölüm kararını onaylayan Temyiz Mahkemesi üyeleri ise Yiyadis Efendi ile Yorgi Yorgadis isimli iki Rum’du..


-Mahkeme süreci ise tam bir kepazelikti!..


Davanın bir numaralı sanığı Mithat Paşa savunmasını kendisi yaptı. Mahkeme Başkanı Ali Sururi Efendi’nin “iddianameye ne diyorsunuz?” sözlerine şu tarihe geçen yanıtı verdi:


-Yalnız iki yerini doğru buldum; Birincisi iddianamenin başındaki Besmele, ikincisi ise iddianamenin altındaki tarih!..