İSTİKRARLI BİÇİMDE ÖLENLER ÜLKESİ!..

İSTİKRARLI BİÇİMDE ÖLENLER ÜLKESİ!..

Ankara’da yine bomba patladı...


Hem de Kızılay Meydanı’nda, hem de Çevik Kuvvet daimi karargahının burnunun dibinde... Yazdılar; aslında hedef işte o karargahtı, ancak bariyerler olduğu, bomba yüklü araç çevik kuvvet polislerine ulaşamadığı için otobüs duraklarına döndü.. Orada bariyer yoktu tabii; belki bir Pazar gezmesinden dönen aileler, belki üniversiteye giriş sınavlarından sonra bir sinemaya, bir birahaneye kutlama yapmaya giden gencecik çocuklar, kızlar, belki de tatil günü fazla mesai yapıp, üç kuruş fazladan para kazanmış işçiler vardı... Suçsuz, günahsız, habersiz insanlar...


-Ne olduğunu bile anlamadan tutuştular, yandılar...


Haberi olanlar da vardı tabii; Örneğin ABD Elçiliği, vatandaşlarını uyarmış, “sakın Kızılay’a gitmeyin, devlet kurumlarına yaklaşmayın” demişti... Nereden biliyordu peki?. Terörle mücadele birimleri uyarmıştı da ondan!. Peki, aynı birimler kendi yurttaşlarını niçin uyarmamış, “aman dikkat edin” diye güçlü bir uyarı yapmamıştı?..


-Panik olmasın diye!..


Panik olmasın diye uyarılmayan insanların, faciadan sonraki hallerini, jet hızıyla gelen “yayın yasağına” rağmen ekranlarda gördünüz; o perişanlığı, o tükenmişliği, o öfke ve çaresizliği yüreğiniz parçalanarak izlediniz. Ben kendi hesabıma, hastane kapısında, kaybolan 16 yaşındaki kız kardeşini arayan genç delikanlının ağlayarak “iktidarınız da, paranız da yerin dibine batsın” haykırışını unutacağımı hiç sanmıyorum...


Bir başka ve ölümüne trajik olan ne biliyor musunuz?. Olay anından itibaren yaşadığım keder ve kaygı ile okuduğunuz bu yazı için bilgisayarın başına oturduğumda, üç hafta önce yine Ankara’da patlayan bomba ile ilgili yazdığım yazıya baktım; ilk düşüncem ne oldu bilir musunuz; yer, tarih ve isimleri değiştirip aynı yazıyı koysam, değişen hiç bir şey olmayacak...


-Bu güzelim ülkenin bir “Ortadoğu cehennemine” dönüşmesinde devasa katkıları olanlar adına utanç duydum!..

 



Kabi
le devleti pişkinliği!..

 


Pekii, onlar, sorumlular, “en büyük Türk büyükleri” ve kuyrukçuları ne yaptı, dersiniz?


Düşünün, ülkenin başkentinde 5 ay içinde üç büyük patlama yaşandı. 165 insanımız yanarak, parçalanarak can verdi, 433 insanımız yaralandı, kaçı sakat kaldı Tanrı bilir?. Tüm yaşananların ardından sorumluların yaptıkları tek şey, “lanetlemek”, “belalar okumak” “en kısa zamanda faillerin yakalanacağını” ilan etmekten öteye geçmedi... Ulus’taki korkunç katliamın failleri zaten bulunamadı... Yalnızca üç hafta önce Merasim sokakta yaşanan, 29 kişinin yaşamını yitirdiği patlamanın ardından buldukları failin ismi, milliyeti ise yanlış çıktı!..


Önceki akşam, olaydan saatler sonra medyanın karşısına geçen İçişleri, sağlık ve adalet bakanları ise bu kez lanetleme ve ölü, yaralı sayısını açıklama dışında hiç bir şey söyleyemediler. Zaten ne söyleyeceklerdi ki!.. Bir tanesinin bile aklından “istifa” sözcüğünün geçmediği o kadar belliydi ki!..


Ama kendi söylemek istediklerini, yaratılması istenen “algıyı” söyletecekleri “kurşun askerler” her zaman olduğu gibi göreve hazırdı... Örneğin bir tanesi sıcağı sıcağına NTV ekranına çıktı ve fetvayı yapıştırdı:


-Terörle yaşamaya  alışmalıyız!..


Bu söylediğine sert tepkiler gelince, açıklama yaptı; “özrü kabahatinden büyük” özdeyişine pek uygun düşen sözleri şöyleydi:


-Ülkemiz bir İsviçre, bir Danimarka değil. Çıkıp da her şey güllük gülistanlık desem, hayatını kaybedenlere saygısızlık olur...


Bu sözleri neresinden tutacaksınız?. Savunduğun iktidar, 14 yıldır tek başına yönetimde. Ülke hiç görmediği biçimde teröre teslim olmuş durumda, adeta bir “Ortadoğu ülkesine” dönüşmüş vaziyette. Suriye bataklığına saplanan yine desteklediğin bu iktidar... Elin yobaz çapulcusuna her türden desteği veren yine bunlar.. Ve sen hiç sıkılmadan “teröre alışma” çağrıları yapıyorsun...


-Bu nasıl gazetecilik, bu nasıl vicdan?..

 


Bu kafa gitmeden asla!..

 


Şu soruyu sorup, düşüncemi söylemek boynumun borcu:


-Neresinden baksanız, 4 yıla yakın süre büyük övgüler, “sayın Öcalan’la aynı düşüncedeyiz”, “fikirleri fikirlerimizle uyuşuyor”güzellemeleri yaparak “al gülüm-ver gülüm” çözüm süreci geçirdikten sonra ne oldu da 7 Haziran seçimlerinden sonra akıl almaz bir“terör ve savaş dönemi” açıldı?..


Yanıt çok basit aslında: AKP, yani Saray, iktidarı yitirme tehlikesiyle yüzleşti. Bu ne demek oluyordu?. Başkanlık hayalinin suya düşmesi, daha da vahimi, işlenen büyük suçların yargı önüne taşınması olasılığı tabii!.. İşte buna tahammül edilemezdi!.. Saray’ın, “verin 400 milletvekilini, huzur ve istikrar gelsin” mealindeki sözlerinin ne demek olduğunu 10 aydır en ağır, en acımasız biçimde yaşıyoruz!.. Türk ordusunun ve güvenlik güçlerinin “vatan savaşı”, iş muktedire ve yandaşlarına geldiğinde açıkça “Saray savaşına”  dönüşmüş vaziyette!..


Bugün artık iyice eminim ki, köprüleri yakmış, toplumu birbirine düşman haline getirmiş, savaş ve terörün ülkenin kalbi olan başkente kadar ulaşmasında en büyük etken olmuş bu kafa gitmedikçe, bu millet huzur ve istikrara kavuşamayacak... Kendi ikbali için koca bir milleti ve ülkeyi ateşe atan bu kafadan kurtulmadıkça tek istikrarın ne olacağı artık gayet açık: