İSYAN ETMEYİN, SANDIĞA GİDİN!..
Bilgisiz, eğitimsiz, becerisiz, deneyimsiz, ancak çenesi iş yapan milyonlarca insanın en iyi yaptığı şey budur işte; Sadece konuşmak, ancak memleket için hiçbir şey yapmamak!!!
İşte bu "icraat"tan kaçınmak meselesi kesinlikle basite alınmamalı... Hele de konu "vatandaşlık görevi"ni yerine getirmekse...
"Memleket çok laftan battı" demiş ya şair, işte yukarıdaki saptamaları en iyi anlatan cümlelerden biridir bu...
"Aynası iştir kişinin, lafa bakılmaz" satırları ile de Ziya Paşa'nın dikkat çektiği boş laf gevezeliği, yalnızca duyarsız, pervasız ve ilgisiz yaklaşımların geçersizliğini anlatmıyor, aynı zamanda demokrasinin derinden aksatıldığına da vurgu yapıyor...
Ve tabii ki, demokrasiyi en iyi şekilde, işler hale getirmekle görevli siyaset kurumlarını da başıboş- duyarsız- pervasız- ilgisiz hale getiriyor boş laf üretilmesi, "icraat"tan kaçınılması...
EGEMENLİK MİLLETİNDİR...
Konuya niçin buradan başladığımızın herkes farkında olmalı...
Türkiye'de yıllardır siyasetin beceriksizliği yüzünden yaşanan büyük sorunlar memleketi her açılan buhranda tuttu ve tutmaya da devam ediyor...
Oysa eskiden duyarlıydı ve sorumluluk sahibiydi milletin çoğunluğu... Örneğin;
Atatürk'ün ebediyete intikalinin sonrasında genç cumhuriyet ayakta durmak için çabalarken, tek parti döneminde yoğunlaşan memleketi kalkındırma, sanayinin büyütülmesi, eğitim ve öğretimin geliştirilmesi projelerinde sorumlu "yurttaş"ın da payı büyüktü...
Bu gidişat 1960'tan sonra engellemelerle karşılaşsa da, 1980 sonrası dönemde terörün yarattığı kaos yüzünden de ciddi darboğazlar yaşandı...
Yani, kişi başına düşen milli gelirde Avrupa'yı geçen cumhuriyetin ilk yıllarında devinim kazanan büyüme- gelişme ve dönüştürme çabaları, bugün özlenen bir politik süreç olarak hep örnek gösterildi...
Çünkü Atatürk'e ve cumhuriyete inanan kitleler Kurtuluş Savaşı'ndan çıkmış bir ülkeyi topyekün ayağa kaldırma mücadelesinde üzerine düşen "görev"i her zaman yaptılar, "sorumlu"luk bilinciyle duyarlı davrandılar ve memleketin gelişmesi açısından ellerini taşın altına koymaktan da çekinmediler...
1980 sonrasında Turgut Özal'ın, "benim memurum işini bilir" sözü ile yaşanan çarpıklık toplumun büyük bölümüne sirayet ederken önce siyaset bozuldu, sonra da memleketin yozlaşan kesimi politik rantın esiri olunca, "demokrasi"ye yönelik duyarsızlık da kangrenleşti...
Ve "banane"cilik halkın önemli bir kesiminin hücrelerine enjekte edildi adeta!..
"Anarşi"nin toplumu esaret altına aldığı dönemlerde; ailelerin -haklı olarak- "olaylara karışma" uyarısıyla gençler apolitik hale de getirilirken, ne yazık ki memleket sorunlarına duyarsız bir kuşak çıkarıldı ortaya...
İşte bu tablo da, "banane"ciliği ve duyarsızlığı toplumun bir kesiminde ağır biçimde hissettiren bir sorumsuzluk haline getirdi, her seçim döneminde demokrasiyi engellemeye başladı...
HAYDİ "OY" VERMEYE...
Peki, yukarıdaki saptamalar ve sonuçlar bugün Türkiye'yi hangi kıskaçta tutuyor acaba?..
Bilişim çağında milyonlarca internet kullanıcısı sosyal medya üzerinden tüm "yasak"ları delerken; seçim sandıkları açılana kadar bile internet üzerinden yorum yapılırken, gazeteciler-yazarlar medyaya yönelik komik "seçim yasakları" yüzünden memleketin içinde bulunduğu kaosa dikkat çekemiyorlar, uyarı yapamıyorlar!..
Ancak toplumu uyarmak konusunda çabalarımızı her koşulda sürdürmek zorundayız...
Yukarıdaki saptamalar işte bu yüzden yapıldı... Memlekette işsizlik varmış, açlık-sefalet varmış, ekonomik sıkıntı varmış, döviz karmaşası gelecek belirsizliğine yol açıyormuş gibi konularda sürekli "ahkam" kesen- sürekli tepki gösteren- sürekli "çözüm" isteyen insanların, hele de "seçim" döneminde sandığa gitmemesi kadar büyük bir çelişki olabilir mi?..
İşte Türkiye'de, 31 Mart'ta yapılan seçimde 9 milyon insanın sandığı gitmemesi, ülkenin sorunlarının çözümünde en etkili güç olan demokrasinin nasıl aksadığının sarsıcı bir işaretidir...
O halde soralım; "oy kullan"maya bile gitmeyen insanların memleketin gidişatından yakınmaya hakları olabilir mi acaba?..
Demokrasi madem yurttaşın oy kullanması ile başlayan bir güç, o halde bu etkiyi (oy kullanmayarak) cılız hale getirerek, bananeciliğin girdabında, memleketi kendi kaderine terk etmek "yurttaşlık bilinci"ne ihanet değil midir?..
Evet; İstanbul bugün tüm Türkiye'nin geleceği için yaşamsal olan bir yerel seçime gidiyor...
Bu bir demokrasi mücadelesidir... Ve demokrasinin en iyi şekilde, işler hale gelmesi-sonuç vermesi için yapılacak ilk iş de sandığa gitmektir...
Unutulmasın ki; "yurttaşlık görevi"nden kaçınmak demokrasiyi ve geleceği yaralar, memleketin içinde bocaladığı sorunları daha da çıkmaza sürükler...
"Yurttaşlık görevi"nden kaçanların isyan etmeye, tepki göstermeye, her çaresizlik sırasında ağlamaya- bağırıp çağırmaya ve de yazının başında da dikkat çektiğimiz gibi boş laflar etmeye- ahkam kesmeye hakları da olamaz...
İstanbullular'a çağrımızdır; ülkenin gidişatından endişe ediyorsanız, cumhuriyetin geleceği için bugün sandığa gidiniz...
https://twitter.com/FARACYAZIYOR
https://www.facebook.com/mfarac