İTİBAR ve İKTİDAR…

İTİBAR ve İKTİDAR…
 

Aslında ne zaman masaya otursam güzel şeyler söylemek, iyi şeyleri paylaşmak, iç açan konuları yazmak, umut veren örnekleri dillendirmek, sanattan girip modadan çıkmak, etten dalıp dönerden dönmek istiyorum. Ama bulamıyorum… 
 

Hal böyle iken bilmiyorum, biz mi yanlış yapıyoruz? Ya da olup bitenleri mi yanlış algılıyoruz? Bunu en çok da olayları iyi kötü kestirenlere, daha doğrusu duayenlere özel olarak sormak isterim…
 

Evet, son derece görkemli adalet saraylarımız var, yine son derece göz alıcı, dost düşman çatlatıcı külliyelerimiz var. Yere göğe sığdıramadığımız tünellerimiz, köprülerimiz, oto yollarımız var. Her konuda dirençli, ısrarlı, inatçı, kararlı büyüklerimiz var. Bu arada ağırdan da öte hatta çok ağır bürokratlarımız var. Kararsız belediye başkanları var.

Bütün bunlar iyi de neden huzurumuz ve umudumuz yok.
 

Hani bu toz duman arasında haberiniz olsun diye, atlamayın diye, gündemde diye gündemime alıyorum! YKS denilen ve yeni açıklanan sistem var ya? Dün bir bugün iki kitapları basılmış ve satışa sunulmuşsa bunun adı hızlı girişimcilik veya çağ atlamak değil midir? Hani mutlu olmamız babından!
 

Göz bebeğimiz İstanbul kadınlar için en tehlikeli 10.kent seçilmişse, Londra, Tokyo, Paris en güvenli kentler olurken, Kahire en tehlikeliler listesinde birinci sıraya yerleşmişse bir önlem almak gerekmez mi? Mısır’ı yönetenlerin bu işe eğilmesi gerekmez mi?
 

Bu arada hepimizin anılarında hastane olarak, lokasyon olarak, yeşil alan olarak özel bir yere sahip olan Validebağ Korusu restoran daha doğrusu ocakbaşı oluyorsa üzülmek bir işe yarar mı?
 

Şimdi yine başa dönelim! Bir kenti harap ettikten sonra işten el çektirilen başkanlara hiçbir şey sormamak doğal ve normal midir? Günde en az 1000 yeni aracın trafiğe çıktığı İstanbul, trafik sıkışıklığı endeksinde dünyada birinci sıralarda yer alırken, bu kenti büyütmek için, çoğaltmak için, daha çok beton yığınına dönüştürmek için çaba gösterenlerin hiçbir suçu yok mudur? Acep diyorum Anadolu’yu İstanbul’a çekmek için, onu yaşanamaz hale getirmek için, köyü kente taşıyanlara bunun nedenlerini sormak akla mı gelmiyor, işimize mi?
 

Sonuç olarak İstanbul kaybetmiştir ve daha da kaybedecektir…
 

Şimdi iş dönüşü, il dışı ve yurtdışı dönüşü yollara bakalım. İstanbul’un bu beton yığınlarıyla battığı, yok olduğu, ne kültürü, ne yeteneği, ne birikimi, ne uygarlığı kaldığı, har vurup harman savrulduğu ortada! Ankara’da çeyrek yüzyıl kalan başkanlar! İstanbul’da 20 yıl görev yapan başkanlar! Kentleri yaşanmaz hale getirdiniz ya! Övünün eserinizle…
 

İnsan bu karmaşayı görünce, içinden değil sesli sedalı imdaaaaat diye bağırmak istiyor! Tüm insanlar yollara dökülmüş, metrobüse binmek ciddi sportif deneyim ve bilek göçü gerektiriyor. Otoyol, viyadük, denizaltı tüp geçitler, köprü, tünel, İstanbul’a el atan atana! Sırt sırta yan yana, üst üste binalar arasından git gidebilirsen evine, işyerine…
 

Şimdi gel, şantiyeye dönüştürülen bu kentte üç genç kadından biri hem işsiz hem eğitimsiz de! Yoksul çocuklara kreş bile yok de! Eğitimli işsizlik oranında dünya birinciliğine yükseldik de!
 

Ne önemi var? Hele de ülke yaşanabilir olmaktan çıkmışken…