1 Kasım seçimlerini değerlendiren MÜSİAD başkanı, halkın istikrara ve kalkınmaya oy verdiğini söyledi. Seçim sonucunda AKP, seçmenin %49 oyunu alarak tek başına hükümet kurabilecek çoğunluğu elde etti. Türkiye AKP tarafından 13 yıldır tek başına yönetildiğine göre ülkemiz kalkınma yolunda çok mesafe almış olması gerekir ki halkımızın 13 yıldır süren kalkınma ve istikrara oy verdiğini söyleyebilelim.
O zaman kalkınma nedir ve Türkiye bu bağlamda kalkınma açısından ne durumda bakmaya çalışalım.
Kalkınma kısaca nedir?
Geri kalmış ülkelerin sosyal, kültürel ve ekonomik bakımdan düzenlemeler yaparak gelişmiş ülkelere yetişme çabalarıdır. Bu çabalara, milli gelirin ve üretimin arttırılması, sosyal ve ekonomik yapının değiştirilmesi, halkın değer yargılarının dünya standartlarında gelişmesi gibi değişimleri dahil edebiliriz.
Demek ki, kalkınmanın birincil şartı üretmek ve milli geliri arttırmaktır. Bunun dışında halkın gelirinin artmasına bağlı olarak sosyal, kültürel gelişimin sağlanması. Halkın yaşam kalitesinin yükseltilmesi, sağlık, eğitim, demokrasi, özgürlük, sanat dahil tüm alanlarda bu gelişmişliğin yansıtılması gerekir.
Ülkemizde durum ne?
İlk bakışta, son 13 yılda demokrasi ve hukuk alanında ülkemizin pekiyi gelişme göstermediğini biliyoruz. Ulusal ve ulusalarası yayınlanan birçok rapor Türkiye’nin demokratik haklar konusunda ne kadar geri gittiğini rakamlarla göstermektedir.
Tutuklu gazeteci sayısı ile dünyada birinci sıradayız. Birçok raporda özgürlükler alanında, gelişmekte olan ülkelerden bile çok gerilerdeyiz.
Siyasi düşüncesinden dolayı işinden atılan, hakkında soruşturma açılan sanatçılar var.
Kapalı ve işlevsiz hale getirilen sanat kurumlarının bu dönemde arttığını biliyoruz.
Üniversitelerin varlığını sadece sınavlar ve kayıt zamanlarında duyduğumuz haberlerden öğreniyoruz. Üniversitelerin bilimsel çalışma yapması ve yaptığı çalışmaları toplumla paylaşması istenmiyor artık. Ülkemizin onca sorununa karşın bilim insanların sunduğu çözümleri duymuyoruz, duymamız istenmiyor.
Sadece seçilmiş siyasetçi konuşabilir onunda dışında kim konuşursa milli iradeye darbe girişimi sayılır diye sakat bir mantık egemen kılındı. Demokrasi, özgürlük ve sosyal alanda gelişmeden ziyade geriye gidişten bahsedebiliriz.
Üretim ve halkın refahı ne durumda?
Milli gelirin artması ve halkın refah düzeyinin artması için üretim şart. Üretim için birçok rakama ve ekonomik veriye bakabiliriz. Son 13 yılda toplam tarımsal ürünlerin ithalat miktarı 4 kat artmış. 2002 yılında 900 bin olan buğday ithalatımız şimdi 5 milyon ton civarında. Saman, soğan, et, sarımsak gibi ülkemizde rahatlıkla yetişen birçok tarım ürününü yurt dışından alıyoruz. Bu ürünleri şimdi yurt dışından aldığımıza göre yerli üretimleri azalmış demektir. Türkiye tarımda kendi kendine yetebilen ender ülkelerden biriyken şimdi tarımda dışa bağımlı hale getirilmiştir. Hollanda, Konya kadar yüz ölçüme sahip iken yıllık 100 Milyar Dolar tarım ürünü ihraç etmektedir. Rakamlar bize son 13 yılda tarımsal üretimde bir kalkınmadan bahsedilemeyeceğini söylemektedir.
Cumhuriyetin kuruluş yıllarında, ülke ağır bir savaştan çıkmış, savaşın yarattığı tahribat, savaş tazminatı ve Osmanlıdan kalan dış borçları olmasına rağmen üretim alanında büyük bir atılım göstermiştir. Hem dış borçlar ödenmiş hem de hazinede ki para miktarı artmış. Türkiye, çok kısa bir sürede tarımda kendi kendine yetebilen bir ülke haline gelmiştir.
TÜİK’in ihracatın ithalatı karşılama oranlarına baktığımızda yıllara göre kalkınma olup olmadığını rakamsal gerçeklerle görüyoruz. Cumhuriyetin ilk yıllarında zor şartlara rağmen ülkemiz üretim alanında adeta rekorlar kırmıştır. 1945 yılına kadar ihracatın ithalatı karşılama oranı yüzde yüz ve üzerinde gerçekleşmiştir. 1945 yılından sonra düşme eğilimine girmiş hiçbir zaman yüzde yüz oranına ulaşamamıştır. Bunun anlamı 1945 yılından sonra yerli üretim azalmış, dış alım artmıştır. Bu ekonomik gidişat günümüze kadar sürmüş, 1945 yılından sonra üretim ekonomisi yavaş yavaş terkedilip, tüketim ekonomisi uygulanmaya başlanmıştır.
Tüketim ekonomisiyle kalkınma olabilir mi?
Tüketim ekonomisi uygulayan bir ülke asla kalkınmaz. Tüketim ekonomisinde küçük bir azınlık zengin olurken, halkın çoğunluğu fakirleşir. Tüketim ekonomisi daha çok dış finansmana bağlı sömürge ekonomisi oluşturur. Yer üstü, yer altı zenginliklerinizi başka ülkeler işler, siz kendi ülkenizde ki zenginlikleri kullanamaz sadece emperyalist ülkeler için ucuz iş gücü olursunuz. Tüketim ekonomisinde vergi yükü dar gelirli geniş halk kitlesinin üstünden sağlanır. Gelir dağılımı ve vergi de ki adaletsizlik toplumsal huzuru da bozar.
Sonuçta AKP hükümetleri döneminde yerli üretim azalırken, ithalat sürekli artmıştır. Tüketim üzerinden büyüyen bir ekonomik model benimsenmiş ancak bunun sağlıklı ve halka yararlı olmadığını açıklamaya çalıştık.
Diğer bir konu da AKP hükümetlerinin çok öğündükleri inşaat sektörü ile büyüdüğümüzü söylemeleri. Bina, yol, köprü ölü yatırımdır. Bu yatırımların kalkınmaya yardımcı olması için üreten bir ülke olmamız gerekir. Tek başına yürütülen inşaat faaliyetleri kalıcı olmayan bir ekonomik hareketlilik sağlar. Bir ülke öce üretimi arttırır ve kalıcı hale getirir, üretime bağlı gelir artışı sağlar ondan sonra başka yatırımlara yönelebilir.
Bir ülkede inşaat faaliyetleri muhakkak o ülkenin toprak kullanım verilerine uygun yapılmalı. Ekili–dikili alanlara ve tarım alanlarına kesinlikle inşaat yapılmamalıdır. Doğal çevreye zarar veren yapılaşmalardan kaçınmalı çünkü bunun ileride ülkeye büyük zararı olacaktır. AKP’nin neredeyse yaptığı projelerinin tamamı doğal çevreye büyük zarar vermiştir. Bilimsel veriler dikkate alınmadan sadece parasal fayda dikkate alınarak inşaat projelerine karar verilmiştir.
Dediğimiz gibi AKP hükümetleri döneminde başta verdiğimiz kalkınma tarifine uygun bir gelişme görmüyoruz. Rakamsal verilerde bir kalkınma olduğunu göstermiyor. Sosyal, kültürel, özgürlükler alanında da iyileşmeyi bırakın daha da geriye gidiş olmuştur. Bu veriler ışığında halkımız kalkınmaya oy verdi demek zorlama bir yorumdur.
https://twitter.com/nasuhbektas
https://www.facebook.com/bektasnasuh