KANDIRILMIYOR, KANDIRARAK TASFİYE EDİYOR
Erdoğan siyasi yaşamının en güçlü günlerini yaşıyor.
Temel niteliği “Sorumsuzluk” olan bir makamda oturuyor.
Anayasal olarak hiçbir sorumluluğu olmasa da ülke yönetimini fiilen elinde tutuyor.
Her şeyi tek başına yapıyor.
Ama sıra sorumluluğa gelince çok rahat, çünkü bütün sorumluluk hükümette.
Yani saray emrediyor, bu anında yerine getiriliyor, bir aksaklık olursa hedef Cumhurbaşkanlığı değil ilgili yürütme organları.
Erdoğan devletin bütün güçlerini tek başına elinde tutarken etrafında da çelikten bir zırh ördü.
Bu zırh giderek devletin asli organlarının değil, bizzat saraya biat etmiş, yetkisiz ve sorumsuz güvenilir kişiler tarafından sağlamlaştırılıyor.
Buraya kadar geldikten sonra bir nokta koyalım.
Erdoğan en güçlü günlerini yaşamakla birlikte, eş zamanlı olarak en tehlikeli günlerini de geçiriyor.
İşlediği anayasal suçlar bini aştı.
Demokrasi, hukuk, insan hakları konularındaki karnesinin artık tamamı sıfırlarla dolu.
Yolsuzlukla ilgili hakkında hiçbir şey yapılamamasına rağmen devletin kayıtları en küçük bir tökezlemede foseptik çukuru gibi patlayacak.
İçte ve dışta çok sayıda düşman edindi, günün koşulları gereği şu anda kimse sesini çıkaramıyorsa da geleceğinin bir facia olduğu gün gibi ortada.
Bu da Erdoğan'ı daha içine kapanık, daha öfkeli, etrafına karşı daha güvensiz yapıyor.
Bu güvensizliğin sonucu Erdoğan yol arkadaşlarını hızla tasfiye ediyor, en küçük bir eleştiri karşısında bile düne kadar birlikte yürüdüğü insanların üzerini çiziveriyor.
Mavi Marmaracılara “bana mı sordun” sorusu bunun son örneği.
Erdoğan bu tasfiyeyi “kandırıldık” bahanesinin arkasına sığınarak yapıyor.
Cemaati “kandırıldık” dedikten sonra tasfiye etti. Oysa ortada kandırılma yok. Erdoğan hedefe giden yolda kime ihtiyacı varsa kullanıyor, miadı dolanları çöpe atıyor. Bunu yaparken de bir bahane bulması gerek, “kandırıldık” deyip sıyrılıyor.
Cemaat böyle gitti. En yakın dostları, arkadaşları, can yoldaşları Abdüllatif Şener, Abdullah Gül, Bülent Arınç, Hüseyin Çelik benzer “kandırmışlar beni, maksatları başkaymış” bahanesiyle gitti.
AKP'nin yükselişinde karşı devrimci saflara geçerek entelektüel birikimlerini iyi bir maddi karşılıkla ortaya seren ve milletin kafasını muhallebiye çeviren liberal kesimin kendinden olmadığını başından beri bilen Erdoğan, hepsini bir güzel kullandıktan sonra buruşturup attı.
Burada da bahane aynıydı “Bize yaklaşıp kandırdılar.”
Mavi Marmaracılar aslında İsraille çok daha derin ilişkiler kurmak için kullanıldı. İşleri bitti tu kaka edildi. Erdoğan “bana mı sordunuz giderken” derken kandırıldığını söylüyordu aslında.
Oysa herkesi kandıran bizzat kendisi.
Hiç kandırılmadı.
Herkesi kandırdı, kullandı, tehlikeyi gördüğü an atıyor.
Son numara ise IŞİD.
Korundular, kollandılar, yardım ve destek gördüler, Türkiye'yi terör üssü haline getirdiler.
Şimdi Türkiye'yi vuruyorlar.
Onlar Türkiye'yi vurdukça radikal İslam'a ilgi artıyor. Yeni meczuplar, canını ortaya koyacak kadar “davaya gönül vermiş” kişiler ortaya çıkıyor.
Saray açıkça “kandırıldık” diyemiyor tabii bu duruma. IŞİD'i düşman gösteriyormuş gibi yapıyor, esiyor gürlüyor, operasyonlar yaptırıyor.
Elbette ülkenin yarısını yine kandırıyor, bizi de kandırdığını düşünüyor.
BUNU YAZMAK GEREK
ADALET BAKANI İSTİFA ETMELİ O SAVCI VE POLİSLER AÇIĞA ALINMALI
Türkiye Büyük Millet Meclisi pazartesi akşam saatlerinde ağır bir saldırıya uğradı. Meclis'in gururunu ve itibarını ayaklar altına alan bir uygulama ile bir milletvekili polis tarafından zorla alıkonuldu.
CHP milletvekili Eren Erdem ailesini bayramda ziyaret etmek için yurtdışına çıkarken uçağa gelen polisler “yurtdışına çıkamayacağını” belirttiler.
Eren Erdem uçaktan indirildi, havaalanındaki polis nezarethanesine konuldu ve iki saat burada bekletildi.
Bu görülmemiş olay iki saat sonra Adalet Bakanı adı altında hükümete konulan Bekir Bozdağ'ın “Usül hatası yapılmış” ifadesi üzerine sona erdi.
O an için sona erdi ama başta iktidar partisi olmak üzere bütün siyasi partiler bunun hesabının sorulması için ayağa kalkmak zorundadır.
Çünkü saldırıya uğrayan Türkiye Büyük Millet Meclisi'dir. İtibarı bir anda yerle bir edilen onuru kırılan Türkiye Büyük Millet Meclisi'dir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı İsmail Kahraman bayram seyran dinlemeden harekete geçmeli Adalet Bakanı'nın istifasını istemeli, polise telefonla talimat veren savcının ve yasadışı emri uygulamaya cesaret eden polislerin derhal açığa alınmasını sağlamalıdır.
Aksi takdirde “bir kere ile bir şey olmaz” mantığına çok alışmış olan Türkiye'de yarın bu örneklerin çoğaldığını görürüz.
SOSYAL MEDYA
DOKUNULMAZLIKLAR KALKMADI
Eren Erdem'in şahsında Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne yapılan ağır saldırı sosyal medyada da geniş yankı yarattı.
Ancak gözlediğim kadarıyla pek çok kişide bilgi eksikliği olduğu gibi konuya yine “benim partimden” “benim partimden değil” şeklinde yaklaşıldı.
Aktrol dediğimiz AKP'nin paralı sosyal medya kullanıcıları ise hem bilgi kirliliği yarattılar hem de fırsat bilip kendilerinden olmayanlara ağır hakaretler yağdırdılar.
Kamuoyunun bilgi eksikliği olduğu konu dokunulmazlıklar.
Pek çok kişi son anayasa değişikliği ile milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırıldığını düşünüyor.
Oysa Meclis'te hiçbir milletvekilinin dokunulmazlığı kaldırılmadı.
Sadece belli bir tarihe kadar Meclis'e gönderilen fezlekelerde adı geçen milletvekillerinin sadece o davalarla ilgili dokunulmazlıkları askıya alındı.
Yani bir milletvekili eğer hakkında anayasa değişikliğinin yapıldığı tarihe kadar fezleke varsa, sadece o davaya sanık olarak gitmek durumunda.
Onun dışındaki bütün dokunulmazlık hakları aynen duruyor.
Bu nedenle ağır ceza gerektiren suçüstü durumlar dışında hiçbir milletvekiline herhangi bir yaptırımda bulunulamaz.
Mahkemeler fezlekesi olsa bile bir milletvekiline yurtdışı yasağı koyamaz.
Milletvekili fezlekesi dışındaki bir dava nedeniyle alıkonamaz, gözaltına alınamaz.
Savcılar bunu bilmiyor mu?
Elbette biliyorlar.
Ancak belli ki talimat en tepelerden gelince, yasadışı da olsa bir milletvekiline karşı yaptırımdan korkmuyorlar.
Ancak şu da unutulmamalı; hukuk ve demokrasi kuralları bazen insanı bunaltacak kadar yavaş çalışabilir ama mutlaka en iyi en doğru sonuca ulaşır.
O savcılar, o yasadışı emirleri keyifle uygulayan polisler ve onları yönetenler, emirler yağdıranlar bunun hesabını eninde sonunda vereceklerdir.
ÇOK GÜLDÜM
GAZETELERDEKİ TURİZM İLANLARI VE GERÇEK ANLAMLARI:
Bayram geldi mi hele bir de şansa bütün haftayı tatil yapma olanağı doğunca pek çok kişi kendini tatil yerlerine attı. Yıldırım Tuna bayram keyfi olarak kimi otellerin vatandaşa sunduğu “hayalleri” toplayıp bakın nasıl yorumlamış;
– Nostalji yaşayacaksınız: Otelde klima ve banyo yok..
– Tropikal bir ortamda: Sürekli yağmurlu.. Burnunuzu dışarı çıkaramazsınız.
– Benzersiz bir konumda: Şehre uzak. Otel parası kadar taksi ücreti ödeyeceksiniz.
– Bol seçenekli: Fiyata hiçbir şey dahil değil.
– Tam kaçamak yapılacak bir konumda: Oteli biraz zor bulursunuz.
– Her şeyi siz keşfedeceksiniz: Tuvalet bile bahçenin ters bir köşesinde.
– Tecrübeli rehberimiz eşliğinde: Daha önce uçağa binmiş bir elemanımızla.
– Parmaklarınızı yiyeceksiniz: Bu fiyata bir de yemek mi verecektik.
MERAK ETTİĞİM ŞEYLER
AMERİKALI CEO'LARIN YATIRIMLARI NE OLDU?
Erdoğan nükleer zirve için gittiği Amerika'da bu ülkenin en büyük şirketlerinin CEO'larıyla yani birinci adamlarıyla yemek yemişti.
Coca Cola'nın Türk CEO'su Muhtar Kent'in girişimiyle düzenlenen yemek yandaş medyada “Amerikalı CEO'ların katıldığı en büyük toplantı” olarak sunulmuştu Türk kamuoyuna.
Yemekte herkes vardı. Hepsi Erdoğan'ın “dünya lideri” vasfına hayran kaldıkları için bu yemeğe üstelik paralar ödeyerek katılmışlar, sırf Erdoğan'la aynı yerde olabilmek için yarışmışlardı.
Bu haberlere göre Amerikalı dev şirketler Türkiye'de yatırımlar için Erdoğan'la konuşmuşlar ve sözler vermişlerdi.
Şimdi soralım o halde; “Aradan onca zaman geçti. Bu Amerika dev şirketlerden hangileri Türkiye'de yatırım yapmak üzere harekete geçti. Kimler kaçar milyar dolarla Türkiye'ye koşuyor?”
Şu ana kadar bu konuda bir bilgi yok.
Kim bilir belki onlar da kandırmışlardır sarayı. Önüne gelen kandırmıyor mu? Dev Amerikan şirketlerinin nesi eksik?
DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER
ŞİRKETE ÖZEL KDV İNDİRİMİ
Erdoğan Körfez Geçişi'ni aşarken, sevinçten göbek atan kalabalığa müjde verdi.
Dedi ki: “Köprü fiyatlarını fazla bulanlar olmuş, eleştiriyorlar, biz de fedakarlık yapıyoruz, fiyatı indiriyoruz.”
Kalabalıktan ses yükseldi; “Yaşa varol, nurol, helal sana, işte milletin adamı.”
Peki, indirim nasıl olmuş?
Hükümet (yani saray) köprü ve otoyol ücretlerinden alınan KDV'yi sadece bu köprüye mahsus olmak üzere yüzde 18'den yüzde 10'a düşürmüş.
Var mı böyle bir hakkı?
Yok tabii. Ama kim “Yok” diyerek önüne geçek ki?
Siyaset mi var, yargı mı var, yasalara, hukuka saygı mı var?
Dünyanın hiçbir medeni ve demokratik ülkesinde şirkete özel KDV kıyağı yapamazsınız, çünkü kimse böyle bir cinliği düşünmez.
Hizmet aynı hizmet, kullanım aynı kullanım, kullananlar aynı kullanıcılar, ama saray istiyor diye birinde KDV yüzde 18 diğerinde yüzde 8.
“Biz milletimizi o kadar seviyoruz ki, köprüyü ucuzlattık, fakir fukara da geçsin diye.”
Yaşa, nurol, helal sana, işte milletin adamı.
Türkiye müthiş bir illizyon içinde…
https://twitter.com/can_atakli_