KENDİNİ YARALAYAN CHP'yi KİM KURTARACAK?..

KENDİNİ YARALAYAN CHP'yi KİM KURTARACAK?..

Sonunda CHP delegeleri "olağanüstü kurultay" için topladıkları 630 imzayı genel merkeze teslim ettiler ve Kılıçdaroğlu'nun kararını beklemeye başladılar...

CHP Genel Merkezi yöneticiler ise hiç vakit geçirmediler ve toplanan imzaların "kurultay" için yeterli olmadığını öne sürdüler!.. Hem de daha geçen hafta, "604 imzayı getirin kurultay toplansın" denilmesine rağmen...

Toplanan imzaların 604 rakamının üzerinde olduğuna dikkat çeken muhalifler ise parti yönetimine tepkilerini sosyal medyadan yansıttılar...

Örneğin imza sürecinde etkili olan Bolu Milletvekili Tanju Özcan, "Noterin 'aslı gibidir' tasdikli resmi belgesini yok saymak suretiyle delegenin iradesini hiçe sayanların, mühürsüz oyları geçerli sayanlarla ortaklaştıklarına üzülerek tanıklık ediyoruz... Hani hak, hani hukuk, hani adalet" diyerek CHP liderine şu çağrıyı yaptı;

"Atatürk'ün koltuğunda oturan sayın Kılıçdaroğlu yaşanan bu rezalete derhal el koymalı ve son vermelidir..."

İmzacılardan Gaye Usluer ise tepkisini şöyle dile getirdi; "Madem imza az, öyleyse yine siz kazanacaksınız demektir... Peki, kurultaydan kaçmak niye?.. Delegenin iradesinden kaçan millet iradesinin karşısına nasıl çıkacak?.."

Kurultay konusu CHP'nin iç tartışmasından çok ülkenin geleceğini ilgilendiren bir mesele haline geldiği için dostça uyarmakta yarar var;

Tüm bu "imza" karmaşasının içinde CHP ne yazık ki hızla yıpranıyor ve tabanın tepkisi de büyüyor...

Üstelik daha düne kadar alkışlamalarına rağmen Muharrem İnce düşmanı haline gelen bir lobinin sürekli olarak "imza"cıları hedef alması CHP'yi daha da yıpratmaktan ileri gitmiyor...

O halde meselenin özeti bellidir; CHP, Türkiye'ye lazım... Ama güçlü, iradeli, kararlı ve atak bir CHP...

Böylesi bir beklenti tabanda iyice büyürken CHP'yi ısrarla "kurultay"dan kaçırmak isteyenler parti içi sorunların "tartış"ılmasını istemiyorlarsa, hiç kuşku yok ki ana muhalefetin AKP karşısında güçlenmesini de istemiyorlar...

Velhasıl CHP'yi gerçekten sevenlerin önünde tek çıkış yolu var; Yüzlerce delegenin talebine kulak verilsin ve siyaset oyunlarına girmeden kurultay toplansın, sorunlar tartışılsın, parti de ülke de yoluna baksın...

***

"Sosyal" kanunun gafleti!..

Otobüste tekmelenen genç kız, Kadıköy'de yolda kendi halinde yürürken yumruklanan üniversiteli kız ve son olarak Samsun'da evinin önünde çalışırken şehir eşkıyalarının saldırısına uğrayan 70 yaşındaki felçli adam...

Bunların ve son yıllardaki onlarca kurbanın ne yazık ki akıbetleri aynıydı; Magandalar tarafından saldırıya uğradılar hepsi... Hem de acımasızca ve de vahşice!.

Hem güpegündüz, hem şehir ortasında hem de kameraların önünde yapıldı o utanç verici ve barbarca saldırılar!..

Pervasızca hareket ederek halk arasında infial uyandıran, en çok da insanlıktan çıkmış cahillerin aptalca saldırılarıydı bunlar...

Peki; memleketi "kurtlar vadisi" gibi gören, kendilerini bazen şort-etek düşmanlığı uğruna "şeriat polisi" bazen de asayiş ekibi yerine koyan, saldırmayı-cezalandırmayı görev ya da hobi haline getiren serseri takımının son yıllardaki yüzlerce eyleminden bir kaçını niçin anımsattık?..

Herkes farkında; son yıllarda kadına yönelik boşanma cinayetleri, aile içi cinnet vakaları, gasp ve soygun olaylarında olağanüstü bir artış yaşandı...

Ne tuhaf değil mi; toplumu bağnaz baskılar ya da sözde muhafazakâr yaşam biçimi dayatmalarıyla zapturapt altına almaya çalışan AKP iktidarının 16 yılında memleket yalnızca terör olayları açısından değil, "asayiş olayları" açısından da sosyal huzursuzluklar ve çöküşler yaşıyor...

İşte bu vahim çöküşler içinde genç kızlar kıyafetleri ve sosyal davranışları için saldırıya uğruyor, şehir magandaları bacağı olmayan "gazi"lerden felçli yaşlılara kadar her kesimden insana alçakça saldırılar gerçekleştiriyor...

***

Devletin tuhaf boşluğu...

Konumuz saldırganların utanç verici davranışları değil aslında...

Asıl konu, kanunların uygulanmasında "dış etken"lerin bürokrasiyi nasıl oluyor da yönlendiriyor olabilmesi!..

Söyler misiniz; son yıllardaki onlarca iğrenç eylemde olduğu gibi kızlara-yaşlılara saldıran şehir eşkıyaları neden önce gözaltına alınıp serbest bırakılıyor ve neden olayların görüntüleri sosyal medyada infial uyandırınca, yeniden gözaltı ve tutuklama kararları veriliyor?..

Türkiye'de polis ve yargıyı kanunlar mı yönetiyor yoksa sosyal medyadaki tepkiler mi?.. Yoksa yasalarda, "olay sosyal medyaya yansıyınca tutuklama kararı verilir" diye bir madde var da, haberimiz mi yok?..

İşte son vahim vaka da ne yazık ki sosyal medyanın görüntülerle devreye girmesinin ardından "farklı" sonuçlandı ki, toplum yine şaşırıverdi;

Samsun'da, evinin önünde çalışan yaşlı adamın üzerine araçlarıyla çamur sıçratan ve sonra da kendilerine tepki gösteren "felçli" adamı barbarca döven iki saldırganın önce serbest bırakılması, ardından da tutuklanması ne anlama geliyor acaba?..

Türkiye'de asayiş vakaları dış etkenler ya da medya takibi-baskısıyla içerik mi değiştiriyor, vasfını mı yitiriyor, önem mi kazanıyor?..

Yok bunlar geçersizse ve bu ülkede insanlara saldırmak sıradan bir gözaltı uygulamasından ibaretse, son vakalarda olduğu gibi "yargı" toplumun gazını almak için mi "tutuklama" kararı veriyor?..

Nedeni ne olursa olsun; suçlulara yönelik sıradan-etkisiz yaptırımlar sosyal medya baskısıyla "tutuklama"ya dönüşüyorsa, ortada bir yanlışlık var demektir!..

Unutmayalım ki; magandaların saldırılarıyla ilgili önce serbest bırakma sonra da tutuklama kararı çıkıyorsa, bu durum hem eşkıyaya cesaret verir, hem de devlete güveni azaltır...

Vatandaş sokağa çıkarken başında "kamera"lı baret taşıyamayacağına göre, devlet son vakalardaki yasal yaptırım değişikliklerinin nedenlerini açıklasın ki, hukuk yara almasın...

Adalet ya da İçişleri Bakanı, yargı-güvenlik bürokrasisi ya da deneyimli hukukçular bu tuhaf yasal "çelişki"lerle ilgili bir "açıklama" yaparlarsa, doğruyu hep birlikte öğrenmiş oluruz...

https://twitter.com/FARACYAZIYOR
https://www.facebook.com/mfarac