KESTİRMEDEN SÖYLEMEK GEREKİRSE…

KESTİRMEDEN SÖYLEMEK GEREKİRSE…

İnsan düşünmeden edemiyor! Son yılların modası olan kaynak israfı, enerji kaybı, zamanı hoyratça harcamak, hayal tacirliği yapmak bu işte başı çekenleri günü geldiğinde üzer mi? Ya da böyle bir ihtimal var mı?

Yoksa! ““Ben meydan okurum, ben bildiğimi okurum, ben hariçten gazel okurum, ben istersem canınıza okurum! Sen rolünü oyna, ben oynadım, daha fazlasına karışma, irdeleme, sorma dillendirme ve artık sus mu?” dedirtir. Sanki ikincisi.

Her gün bir uçak dolusu insanımızı virüs nedeniyle kaybetmemiz, aşı karşıtlarını üzer mi? Ya da yeni mezun 3 bin doktorun Avrupa’ya gitmesi, 8 bine yakın öğrencinin valizlerini hazırlayarak yurtdışı planları yapması, özetle hekim ve eğitimli genç beyin göçü ülkeyi yönetenler için bir şey ifade eder mi? Tablo ortada…

Çalışabilir nüfus olan 63 milyon 831 binden çalışan sayısının 28 milyon 706 bin olması! Başka bir deyimle her 3 kişiden 1’inin çalışıyor, çalışabilir nüfusun yarısından fazlasının çalışmıyor olması! Her 4 gençten birinin işsiz olması ekonomide kitap yazan ve şaha kalkan ülkenin yöneticilerini üzer mi?

Bu sorulara yanıtı biz vermeyelim! İskeleleri yakınlarına peşkeş çekenler, işsizliğin 8 milyona dayandığını umursamayanlar, kutuplaştırmayı ilke edinenler, kürsülerde durmadan ekonomide gurur tablosu çizenler versin…

Bunlara yanıtı biz vermeyelim! Makam yetkisi bulunmayanlara milyonluk makam aracı tahsis edenler, traktörü ve kamyonu borçları yüzünden haczedilen çiftçinin taşıdığı; “Beraber battık biz bu yollarda!” pankartını görmeyenler, ülkemizin lokomotif sektörü olan otomotivde çarkların durduğunu görmezden gelenler, meyvenin kiloyla değil, taneyle alındığını görmeyenler versin…

“Para yoksa AVM’ler neden dolup taşıyor!” diye övünenlere! AVM’ler yazın klima, kışın soba demek olduğu için, giriş ücretsiz olduğu için tercih ediliyor gerçeği versin…

Esnaftan kebapçıya, zincir marketlerden Boğaziçili öğrencilere, yurt arayan gençlerden parklarda yatan üniversitelilere hayat pahalılığından yakınanlardan protesto hakkını kullananlara kadar herkese terörist diyenlere! Bu inadın sürdürülebilir bir yanı olmadığı gibi sonu da yok ne yazık ki şeklindeki aklıselim versin…

Son yılların yaygın davranış kalıpları…

Orta öğretimden yükseköğretime kadar her makamı liyakatsiz ama yandaş kadrolara emanet etmek, makamları akrabalara teslim etmek, gözbebeğimiz gençleri bu kadrolara mecbur, mahkûm, muhtaç bırakmak, yarın bir gün bunun neden olduğu sonuçları ve oluşacak kayıplar yığınını hesap etmek gibi bir kaygıdan söz ediyoruz. Kastedilen budur ve ülkenin geleceğidir…

Yok, gibi davranmak, olmamış saymak, bildiğini okumak, “her şeyi ben bilirim” noktasında (!) ısrarcı olmak, anormali normalleştirmek, umursamamak, görmezden gelmek son yıllarda en çok tanık olduğumuz davranış kalıpları!

Yine endişe etmemek, göz yummak, duymazdan gelmek, hissetmemek, kanıksamak, susma hakkını kullanmak, yok saymak, geçiştirmek, doğal karşılamak, konumu korumak için, bireysel ikbal için sessiz kalmak yöneticilerin en çok başvurduğu davranış kalıpları iken! Aslında liste çok uzunken! Tüm bunlar son yılların politik tercihleri ve uygulamalarından akla ilk gelenler, batıda pek görülmeyenler değil midir?

Gelelim özetin özetine!

Pahalılığı, zamları, geçim sıkıntısını, TL’nin değer yitirmesini, geçim koşullarının günden güne kötüleşmesini yok sayabilirsiniz!

Yolların dar ve dik olması sizi ilgilendirmediği için mahkûm, muhtaç ve mecbur olduğunuz tabanınıza mesaj verirken samimiyetten ve sahicilikten uzaklaşıp, cömert ve abartılı davranabilirsiniz!

Kayırmacılık, ayrımcılık, adaletsizlik, haksızlık tavan yapmışken susabilir, kabuğunuza çekilebilir, kendi kozanızı korumaya odaklanıp, ülkede her şey normalmiş gibi davranıp, ilgisiz konulara yönelebilirsiniz!

Misal öğrencilerin barınma sorununu, arkası olmayan gençlerin işsizlikle sınanmasını, binlerce gencin bunalıma girmesini, ya da aldıkları eğitimle ilgisi olmayan geçici ve güvencesiz işlerde üç otuz paraya çalışmaya mahkûm edilmesini görmezden gelip, yandaş vakıf ve derneklere sağlanan ayrıcalığı umursamayabilirsiniz!

Başta hekimlerimiz olmak üzere, yetişmiş kadroların yurtdışına, daha iyi yaşam şartlarına gitmek için yollar aradığını bilmezmiş gibi davranabilir, beyin göçünün ülkeye maliyetinden endişe duymayabilirsiniz!

Kadın cinayetlerindeki artışa göz yumabilir, iş cinayetlerinde her ay 100’den fazla işçinin hayatını yitirmesini duymazdan gelebilir, emek sömürüsünün geldiği yeri, güvencesiz çalışmanın zorlayıcı gücünü hissetmiyor olabilirsiniz!

Çevrenin, doğanın, yeşilin, ormanın, ortak yaşam ve nefes alanlarımızın talan edilmesine ses çıkarmayabilirsiniz! Salgın hastalıktan her gün 200’e yakın ya da daha fazla yurttaşımızın hayatını kaybetmesini kanıksamış olabilirsiniz!

Oradan oraya savrulan dış politikaya sessiz kalabilir, yanlı ve yanlış politikaların neden olduğu göçü, yarattığı ve yaratacağı sorunları, 9 milyon Suriyeliye ev sahipliği yapmamızı normalmiş gibi görebilirsiniz!

Çağdaş eğitimden uzaklaşılmasına göz yumabilir, ülkenin geleceğinin ipotek altına alınmasına itiraz etmeyebilir, kültüre, sanata indirilen darbeleri doğal karşılayabilirsiniz!

Size oy vermeyenleri daha çok üzmek, daha çok germek, canlarını daha çok sıkmak, sabırları sınamak için elinizden geleni yapıyor olabilirsiniz! O halde!

Soralım: Yıllara yayılan bu sessiz kalmaların, yok saymaların, geçiştirmelerin politik tercihin yanı sıra koltuğu koruma ve bireysel ikbal için olmadığını söyleyebilir misiniz?

Hatırlatalım: Hala bir yerlerde direnen, gençlerin, annelerin, eğitimcilerin, emeklilerin, emekçilerin azımsanmayacak kadar çok olduğunu inkâr edebilir misiniz?