KAFAMI BOZAN ŞEYLER
KİMSEDE UTANMA ARLANMA KALMADI
Dövizi tutamıyorlar.
Ekonomideki dengeleri kaçırdılar.
Günlük çareler üretmeye çalışıyorlar.
Bunlardan biri de damadın açıkladığı “Dövizle kiraya son veriyoruz” vecizesi.
Sanki bu ülkede dövizle kiralama ya da satışlar devlet tarafından yapılmıyormuş gibi “yerli-milli tavır” edebiyatına soyundular şimdi.
Sonuçta iktidar sıkışmış, çıkış yolu arıyor.
Peki daha bu laf söylenir söylenmez üzerine atlayıp “Biz hazırız” diye yağcılık yapanlara ne demeli?
Alışveriş Merkezleri ve Yatırımcıları Derneği Başkanı Hulusi Belgü, açıklamada alınacak önlemlerle ilgili olarak yabancı para birimi ile yapılan fonlamayı, yani kredi borcu olan yatırımcının korunacağının açıklanmış olmasına çok sevinmiş.
Diyor ki “Her şeyden önce belirtmek isteriz ki, alışveriş merkezi yatırımcıları olarak her zaman milletimiz, devletimiz ve milli para birimimiz Türk Lirası'nın yanındayız… Alışveriş merkezleri bugüne kadar ekonomide yaşanan tüm dalgalanmalarda hem devletin hem de perakendecinin yanında oldu. Türk ekonomisini daha da ileriye taşımak için devlet yetkilileri ve tüm paydaşlarla iş birliğine hazır ve iletişime açığız.”
Duyan da zannedecek ki dövizle kiralama sistemini getirenler ve acımasızca uygulayanlar kendileri değil.
Tabii “kredi borcu olanlara kolaylık getirilecek” sözüne güveniyor. Çünkü AVM'lerin yüzde 80'inde bu tür “döviz bağlantısı” var. Haklar korunacağına göre dövizle kiraya devam yani.
Türkiye Esnaf ve Sanatkarları Konfederasyonu Genel Başkanı Bendevi Palandöken de yağcılıkta geri kalmamış.
Palandöken'e göre “Dövizle kira sözleşmelerinin sona erdirilmesi milli paranın korunması açısından sevindirici” bir gelişmeymiş. Kiralamalarda yabancı para birimi kullanımı sürdürülebilir değilmiş. Bu durum halkımızın da belini kırıyormuş. Bu karar gecikmiş olsa bile ödemelerin döviz yerine Türk Lirası üzerinden yapılacak olması, piyasalarda istikrarı sağlayacakmış.
İktidarın ağır baskıları sonucu utanma duyguları böyle bastırılınca böyle oluyor işte.
Bİ SORALIM BAKALIM
İCRA YETKİSİ ARTIK AKP'ye GEÇTİ ANLAŞILAN
Bugün cumartesi.
Ben satırları yazarken Cumartesi Anneleri'nin yapacağı eylem konusunda net bilgi yoktu.
Geçen hafta eylemin 700'üncü haftasıydı.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun yaptığı açıklamaya göre, polise eylemi dağıtma emrini kendisi vermişti.
Polis de tepeden aldığı emir gereği, hem yaşlı başlı anneleri yerlerde sürüklemiş, gaz ve suya boğmuş, hem de “hesapta” dokunulmazlıkları olan milletvekillerini de adeta “anayasa da neymiş” tavrıyla tartaklamıştı.
Hafta içinde AKP sözcüsü Ömer Çelik “İstiklal Caddesi'de artık bu tür eylemlere izin vermeyeceklerini” açıkladı.
Çelik bu konuda ancak partisinin görüşünü açıklayabilir.
Ancak açıklamadan anlaşıldığı kadarıyla AKP'nin bu konuda “karar mercii” haline getirildiği görülüyor.
Demek ki, Saray, Hükümet, İçişleri Bakanı yetmemiş, AKP de “yaptırım gücü” elde etmiş.
Bu açıdan bakınca bugün çok önemli hale geliyor.
Devlet artık parti devleti oldu.
Herkesi Allah korusun.
CANIMI SIKAN ŞEYLER
KAMERALAR OLMASA HİÇBİR ŞEYİ ÖĞRENEMEYECEĞİZ
Süleymancılara ait Antalya Alanya'daki öğrenci yurdunda bir öğrenci hayatını kaybetti bir süre önce.
İsmail Kerem Topal isimli 15 yaşındaki öğrencinin ailesine “Oğlunuz maalesef merdivenlerden düştü” dendi.
Aile, kendilerine verilen kamera kayıtlarına baktıklarında verilen bilginin doğru olduğuna inandılar.
Çünkü bu görüntülerde talihsiz çocuk merdiven başında sendeliyor sonra ayağı bir kabloya takılıyor ve tepe üstü merdivenlerden yuvarlanıyor.
Ancak bir süre sonra ortaya yeni bir kamera kaydı daha çıkıyor.
Çocuğun düşmesinden öncesi de var bu görüntülerde.
Durum hiç de anlatıldığı gibi değil.
Çünkü ölen çocuk bir arkadaşıyla yumruklu kavgaya girişiyor.
Çocuktur, kavga edebilirler.
Ama sadece böyle değil.
Yurdun yöneticisi de orada.
Kavgayı seyrediyor, hiç müdahale etmiyor.
Sanki “Kozunuzu paylaşın, doğrusu budur” der gibi.
Sonunda hayli hırpalanan çocuk ayağa kalkıyor, sendeliyor ve merdivenlerden düşüyor. Bir süre sonra da can veriyor.
Şimdi bu yurdun sahibi, müdürü, görevlileri tümü birden, birinci derecede sorumludur bu ölümden.
Kamera kayıtlarını saklayan ve aileye yalan bilgi verenler cinayetten yargılanmalıdır.
Çocukların emanet edildiği o vicdansız görevli de aynı suçtan yargılanmalıdır.
Bu kameralar olmasa, demek ki hiçbir gerçeği öğrenemeyeceğiz.
Muhtemelen bugüne kadar yaşanan pekçok korkunç olay, kamera kaydı olmadığı ya da saklandığı için hiçbir hesabı sorulmadan kapanıp gitti.
BAŞIMDAN GEÇENLER
GÜVENLİK HAVAALANLARINA GÖRE DEĞİŞEBİLİR mi?
Üzerinden zaman geçti ama yazmakta yarar var.
Tatil dönüşü Antalya'dan uçağa bineceğiz.
İlk güvenlik kapısından geçerken güvenlik elemanı “Bavulda bilgisayar var mı?” diye sordu.
“Var” dedim. “Çıkarın” dedi.
Şaşırdım tabii. “Aman hanımefendi” dedim, “ben bilgisayarı özellikle bavula koydum ki her şeyi bagaja vereyim elimde çanta olmasın diye, şimdi nereden çıktı bu?”
Güvenlik elemanı “Kural bu, her havaalanında bu böyle” dedi.
Nasıl olur? Daha geçen hafta İstanbul'dan uçağa bindim bilgisayar yine bavul içindeydi kimse açtırmadı. Güvenlik elemanı “Yetkili çağırayım” dedi. Yetkili dediği THY'nin yer hizmetlerinden bir kadın şef. Son derece kaba biçimde “Kural bu açacaksınız, yoksa polis çağırırım” dedi.
Dedim ki “Bavulu elbette açacağım, kuralları çiğneyecek ya da bu nedenle kavga edecek halim yok ama siz yine de lütfen polisi çağırın, en azından o da teyit etsin.”
Girişteki polis zaten uzaktan bakıyormuş. O da geldi. Durumu anlattım. Bavulu açmamak için direnmediğimi ama sebebini sormak istediğimi söyledim.
THY görevlisi “Bu sizin güvenliğiniz için” demez mi?
“Yani” dedim “Burada güvenliğimiz düşünülüyor ama geçen hafta geldiğim İstanbul'da, önceki hafta gittiğim İzmir'de, bir ay önce Dalaman'da güvenliğimizi düşünen yok çünkü oralarda bavul içindeki bilgisayarı çıkarttırmadılar.”
Hiçbiri bir şey söylemedi.
Türkiye'deki güvenlik mantığını anlamak mümkün değil ki.
https://twitter.com/can_atakli_