Bİ SORALIM BAKALIM
Korona testleri ile ilgili aklıma akla ziyan sorular geliveriyor
Siz ne sorarsanız sorun asla cevap vermek istemiyorlar.
Sanıyorum özellikle kendilerinden olmayan birinden soru gelirse bunu cevaplamayı “ayıp bir şey” olarak niteliyorlar ve “karizmalarının çizileceği endişesi” ile cevap vermeye tenezzül etmiyorlar.
Bu yeni değil.
AKP, iktidara geldiğinden beri bu böyle.
Gerçi ilk zamanlarda bu kadar dikkat çekmiyordu ama hele son 8-10 yıldır kibirlerinden yanına yaklaşılamayan iktidar yetkililerinden bir konuda cevap almak neredeyse olanaksız.
Tabii bu hiçbir şeye cevap vermiyorlar anlamını taşımaz.
Canları ne istiyorsa o konularda, sanki soru sorulmuş gibi açıklamalar yapıyorlar, hepsi bu.
Dün, bu köşeden maskelerin kaça mal olduğunu, kimlerin maske ürettiğini sormuştum.
Henüz cevap yok, zaten beklemiyorum da… Cevap verirlerse beni ciddiye almış olurlar ki, bu da karakterlerine aykırı.
Bugün de ekrandan ısrarla dile getirdiğim korona testlerini sormak istiyorum.
Çünkü bu konuda hiçbir şey bilmiyoruz.
Sağlık Bakanı olduğu belirtilen bir kişi, her gün bizi güya bilgilendiriyor.
“Şu kadar test yaptık, şu kadar vaka saptadık, şu kadar kişi vefat etti, şu kadar kişi yoğun bakımda, şu kadarı entübe durumda ve şu kadarı da iyileşti” diyor bu kişi.
Yeni hastalananlar, ölenler, hastanede yatanlar dışında kalan geniş bir kitlenin nerede olduğunu asla söylemiyor örneğin.
Ama asıl merakımız şu: Korona testleri nasıl yapılıyor? Soruları sorayım yine de…
1- Korona testleri hangi usullere göre yapılıyor?
2- Neden günde en fazla 35 bin test yapılabiliyor?
3- Korona testleri nereden bulunuyor?
4- Her gün en çok 35 bin test kiti mi bulunabiliyor?
5- Bu test kitlerini kim temin ediyor?
6- Her korona test kiti için kaç lira ödeniyor?
7- Bu test kitleri Türkiye’de üretiliyor mu?
8- Üretilmiyorsa bu kitler nasıl geliyor?
9- Test kitleri her gün geliyorsa, üretici ülke hangisiyse hep 35 bin kit mi üretebiliyor?
10- Talebe göre test yapabiliyor mu?
11- Kimi AKP’li zenginlere, ihtiyaç duymaları halinde kullanmaları için 50’şerlik paketler halinde kit verildiği doğru mu?
12- Sokağa çıkma yasaklarında testler nasıl yapılabiliyor?
13- Bütün hastaneler bu testi yapabiliyor mu?
Çok zor mu bu sorular?
Hayır, sınava girip sınıf geçme söz konusu olsa kaytarmaya çalışsınlar da böyle hiç bilgi vermeyince olmuyor işte.
BUNU YAZMAK GEREK
Türkeş idamlara değil, yönetimin sivillere devrine karşı çıktığı için sürgüne gönderilmişti
Demokrat Parti iktidarının bundan 60 yıl önce yargılandığı Yassıada’ya, AKP iktidarı biliyorsunuz “Demokrasi ve Özgürlük Adası” adını verdi.
Adanın açılış töreninde Erdoğan’ın konuşmasındaki şu cümle çok dikkatimi çekti; “Sürgüne gönderilen Hindistan’dan, idam kararlarının hukuki ve meşru olmadığını belirterek trajediyi engellemek için çırpınan merhum Alparslan Türkeş’i de rahmetle yad ediyoruz.”
AKP Genel Başkanı, tüm konuşmasında 27 Mayıs’ı lanetledi, bunun üzerinden CHP’yi de darbeci ilan etti ama Türkeş konusunda doğal olarak açmaza düştü.
Çünkü; iktidarın payandası MHP, Türkeş’in kurduğu parti.
Bu nedenle “idamlara karşı çıkmıştı” bahanesinin arkasına sığınarak Bahçeli’nin gönlünü kazandığını düşündü herhalde.
Ancak Erdoğan, her zamanki gibi yakın tarihle ilgili yanlış şeyler söyledi.
Erdoğan’ı dinleyenler, Türkeş’in idamlara karşı çıktığı için sürgüne gönderildiğini sanmıştır mutlaka.
Oysa Türkeş, iktidarı tekrar sivillere devretmeye karşı çıktığı için sürgün edilmişti.
Türkeş ve arkadaşları, müdahaleden sonra kurucu Meclis, yeni anayasa çalışmalarına karşı çıkmamışlar ancak anayasanın kabulü ile yeniden sivil demokrasiye geçilmesine şiddetle karşı çıkmışlardı.
Bu karşı çıkış, Milli Birlik Komitesi’nde de ciddi bir krize neden olmuştu.
Sonunda Milli Birlik Komitesi Başkanı Orgeneral Cemal Gürsel, 13 Kasım 1960’ta yayınladığı bildiri ile gidişatın ülke çıkarına aykırı olduğunu vurgulayarak, Milli Birlik Komitesi’ni lağvettiğini açıkladı.
Yeniden kurulan Milli Birlik Komitesi’ne Alpaslan Türkeş ile şu isimler tekrar alınmadılar;
Fazıl Akkoyunlu, Rıfat Baykal, Ahmet Er, Orhan Erkanlı, Numan Esin, Orhan Kabibay, Mustafa Kaplan, Muzaffer Karan, Münir Köseoğlu, Muzaffer Özdağ, İrfan Solmazer, Şefik Soyuyüce, Dündar Taşer.
27 Mayıs’ın “14’leri” olarak tanımlanan bu kişilerin hepsi çeşitli ülkelerdeki büyükelçiliklerde görevlendirildi.
Daha sonra anayasanın kabulü ile yeniden genel seçimler yapıldı ve ülke normale döndü.
Türkeş ve arkadaşları ancak bundan sonra tekrar Türkiye’ye döndüler.
Türkeş, dönüşünde aralarındaki 14’lerden de isimlerin bulunduğu kişilerle Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’ni kurdu.
Hızla örgütlenen ve sağ siyasetin keskin temsilcisi haline gelen CKMP, daha sonra adını Milliyetçi Hareket Partisi, MHP olarak değiştirdi.
NOT: Türkeş’in, sıra idamlara gelindiğinde buna karşı çıktığı doğrudur. O sırada Milli Birlik Komitesi üyelerinin de önemli bölümü idamlara karşı çıkmıştı. Dönemin CHP Genel Başkanı İsmet İnönü de idamların durdurulması için MBK’ya mektup yazmıştı. Ancak nasıl olduysa oldu ve tuzağa çekilen bazı üyelerin bastırmasıyla idamlar ne yazık ki yerine getirildi.
MERAK ETTİĞİM ŞEYLER
İyi de o otobüse binenler kimdi kim bindirdi, niye engel olunmadı?
Sosyal medyayı dün hayretler içinde izledim.
Arasında ufacık bana da değdirme olan bir trol saldırısı her tarafı kaplamıştı.
Konu; korona günlerinin başlarında, bir İETT otobüsünün içindeki yoğun kalabalığı gösteren görüntülerin yarattığı fırtına.
İstanbul Belediye Başkanlığı, söz konusu otobüsteki yolcuların, Fazilet isimli bir durakta özellikle topluca bindiklerini ve daha sonra AKP’li trollerin bunları sosyal medyaya yaydığını açıklamıştı.
Ardından bazı televizyoncular da bunun bir oyun olduğunu, sırf CHP’li belediyeyi zora düşürmek için tezgahlandığını ileri sürmüşlerdi.
Biri süre sonra belediyenin sözcüsü bir ekrana çıktı ve “Bana gelen o bilgiler yanlıştı” deyiverdi.
İşte kıyameti koparan açıklama bu.
Dün yüzlerce, binlerce hesaptan bu gazetecilere kin, nefret ve öfke dolu mesajlar atılmaya başladı.
Bu gazetecilerin basın kartlarının iptal edilmesinden haklarında dava açılmasına ve hapse atılmasına kadar aklınıza gelen her şey önerildi.
Burada anlamadığım nokta şu: Otobüse kasıtlı olarak binildi ya da binilmedi, orasını bir kenara koyun, ancak gerçek olan şu ki, o otobüs hınca hınç dolu.
Peki, bu kişiler nereden ve nasıl bindiler o otobüse?
Herkesin en hassas olduğu bir dönemde, otobüs şoförü bu kadar insanı hangi gerekçe ile otobüse aldı?
Belediye ve henüz AKP’nin denetiminde olan İETT yetkilileri bu konuda ne yaptılar? O otobüs şoförünün ifadesi alındı mı, rapor tutuldu mu?
Bunlar yapıldıysa ve bir sonuca varıldıysa niye açıklanmıyor.
Belediye sözcüsünün, “O iş yanlış oldu” açıklaması her şeyin tek cevabı mı kabul edilecek?
Gün boyu ağır hakaretlere uğrayan gazetecilerin hakkını kim koruyacak?
ÇOK GÜLDÜM
Vallahi işin sonu buraya dayanırsa hiç şaşırmam
Saray, sanki dengesini kaybetti gibi geliyor bana.
Yoksa 7 yıl önceki bir çocuğun attığı tweeti bugün işleme koyup da o günün çocuğu, bugünün genç bir kızını tutuklamaya kalkmak pek akıl kârı değil çünkü.
Şu habere bir bakar mısınız?
“CHP İzmir Karabağlar İlçe Meclis Üyesi ve CHP Gençlik Örgütleri İzmir İl Temsilcisi Dila Koyurga, 2013 yılında o dönem Başbakan olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hakkında, sosyal medyadan yaptığı hakaret içeren paylaşımları nedeniyle gözaltına alındı. Yerel seçimlerde Karabağlar Belediyesi’nde meclis üyesi seçilen Dila Koyurga’nın 2013 yılında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hakkında sosyal medyadan hakaret içeren paylaşımlar yaptığı ortaya çıktı.”
Demek ki, sarayın hafiyeleri herkesin geçmişini iyice didiklemeye başlamış.
Bu tuhaf işin sonu nereye dayanır bilinmez.
Ancak Zaytung’un paylaştığı bu mesaj, bir bakmışsınız gerçeğe dönüvermiş.
Sakın “olmaz olmaz” demeyin.
7 yıl öncesinin çocuğundan bile hesap sormaya çabalayan kafa, neden zamanında Erdoğan’a maçlarda faul yapanları da bulup cezalandırmasın ki.
https://twitter.com/can_atakli_