MATBUATTAN MEDYAYA
O yıllarda gazeteler başyazarlarının adıyla anılırdı. Gazetelerin sahipleri de aynı kişilerdi. O nedenle gazetelere Hüseyin Cahit Bey’in Tanin’i, Yunus Nadi Bey’in Cumhuriyet’i, Ahmet Amin Bey’in Vatan’ı denirdi… Bunların yanında Yakup Kadri Bey, Falih Rıfkı Bey, Cihat Baban Bey’in de adları, yazdıkları gazetelerin önlerinde gelirdi genellikle. Ulus, Akşam, Tasvir gibi…
Gazete okuruna, okur da gazetesine son derece bağlı, sadık ve saygılıydı o yıllarda. Okuyucu o yazarların, ülkenin ve dünyanın gidişatı üzerindeki yorumlarını izler ve beklerdi. Televizyon yoktu. Radyo ise değil her evde, her mahallede bile birkaç taneydi. Gazete de saygındı, gazeteci de, okur da…
Matbuat henüz medya olmamıştı. Gazetenin sahibi vardı. Gazetenin patronu yoktu o yıllarda.
Matbuatın medyalaşması ile en büyük darbeyi gazete yedi. Gazete artık yazarın değil, patronun denetim ve gözetimindeydi. Gazetenin sahibi değişti. Şekli değişti. İçeriği değişti. Giderek mekânı da değişti. O koskoca Babıali, İkitelli olmuştu artık.
Gelişen teknolojiyle gazetelerin tirajı artıyordu, ama itibarı azalıyordu. Hayatlarında ciddi bir kitabın tek bir sayfasını açmayan, bir kartvizit arkası yazmakta zorlanan kişiler, ticaret – siyaset ilişkileri sayesinde medya patronu oldular. O etkileyici matbuat aleminde gazete adları gitti. Yerlerine de örtülü ödenekten yararlanan, besleme basın, yalaka basın, yandaş basın adları geldi.
Biz çok partili parlamenter rejim içinde bir dördüncü kuvvet bekliyorken, medya cılız, etkisiz olmaya başladı. Gazetelerde sipariş üzerine yazılar, uçaklarda yazar koltukları görülmeye başlandı. Gün geldi onlarca gazetenin, televizyonun patronları sessiz, sakin ve de silik şekilde köşelerine çekildiler. Bizler de yıllarca amiral üniformasıyla, kaptan köşkünde boy gösterenlerin sığ bir derede, iki kulaç dahi atamayan bir taka kürekçisi bile olamadıklarının perişanlığını seyrettik ibretle.
Matbuattan medyaya geçerken, kalemin gücünü, fikrin yüceliğini, özgürlüğün onurunu görebilen ve bunları hayatlarıyla ödeyen gazetecilerimiz de oldu. Elbette onlar basın tarihimizdeki haklı yerlerini aldılar.
Hüseyin Cahit Yalçın’ın, “Edebiyat Anıları” ve “Siyasal Anılar” adlı iki önemli çalışmasını, ikince kez okuduğum günlerde, basınımızdaki dalgalanmalar düştü gündeme. Gün görmüş, devran geçirmiş, sürgüne gönderilmiş, İstiklal Mahkemeleri’nde yargılanmış o kuşağın gazeteleri ve gazetecileri pek çok şey öğrettiler bizlere. Yazarlığı da, cesareti de, fikir namusunu da…
Şu tablo nasıl unutulur? Tanin’ci Hüseyin Cahit Bey İstiklal Mahkemeleri’nde yargılanırken, mahkeme heyetine karşı, “Böyle bir mahkemede hakim olmaktansa, mahkum olmayı tercih ederim” demiştir. Pek çok yazar, çizer, insan 80 yaşında kûşe-i uzletine çekiliyorken, Hüseyin Cahit Yalçın başı dik, hapishaneye gidiyordu.
Özgürlüğü, adaleti, hakkı savunan gazetecilere selamlar, saygılar…