MERAK EDİLEN mi? HANGİSİNİ YAZMALI?

MERAK EDİLEN mi? HANGİSİNİ YAZMALI?

Yağmur gibi yağan zamlar! Kükremiş sel gibi bendini aşarak yükselen dolar! Makasın açılarak yoksulluk sınırının sınırları zorladığı bir ülke! Her alanda ve her anlamda destan yazan ekonomik başarı!

Biriken 20 milyon icra dosyası mevcut binaya sığmadığından, her gün 22 bin yeni icra dosyası açıldığından arşivdeki dosyalar için ek hizmet binası kiralanan bir İstanbul!

Sıcak paraya ihtiyaç duyunca 10 yıldır sorun yaşanan BAE’e uzatılan barış çubuğu! Şeyh prensin ayağının altına turkuvaz halılar yayıp, üst düzey protokolle karşılayıp, 21 pare top atışıyla selamlayan ülkemiz!

Ülkenin 20 yıldır taşını, toprağını, fabrikasını, akarsularını, göllerini, derelerini, en değerli kent arsalarını, yeşil alanlarını, ormanlarını, cumhuriyetin kalelerini har vurup harman savurduktan sonra AKP Konya milletvekiline göre; “yokluk değil, bolluk olan!” ülkemizde! Teknolojiden ulaşıma, altyapıdan sağlığa, gıdadan tarıma 9 alanda 10 milyar dolarlık yatırım sözü alarak BAE’yle düzelen aramız! Bitmedi. Biter mi? Yıllardır bizi kıskanan batı! İçimizi karıştırmaya çalışan dış güçler!

Şimdi soralım?

Hangi alanda ileri gittik ki bu batı bizi kıskanmaya başladı ve sürdürüyor! Ekonomide mi? Yaşam standardın da mı? Hukukta mı? Adalette mi? Özgürlüklerde mi? İnsan haklarında mı? Tarım ve hayvancılıkta mı? Kültür ve sanatta mı? Eğitim ve sağlıkta mı? Yanıt A, B, C şıkkı mı? Yoksa hiçbiri mi?

Yine kadınlara yönelik şiddeti önlemek için en önemli ve etkin çözüm yolu kadın ve erkek arasında yasalarda ve yaşamda eşitliğin gerçekleştirilmesi iken! Adım atmayanlar ne der, ne düşünür bilemeyiz ama bildiğimiz o ki umurlarında bile değiliz… 

Yine “Hepimiz aynı gemideyiz!” diyenlere “nasıl yani?” diye sormak zorundayız! Takayla transatlantik bir olur mu? Lüks gemiyle derme çatma balıkçı teknesi bir olur mu? Her daim formda olan, yorulmadan, usanmadan koşturup duran, araya kitap yazmayı da sıkıştıran yönetim erbabı ne düşündüğünü biz bilemeyiz. Birimiz takada, birimiz transatlantikte iken hepimiz aynı gemide nasıl oluruz? Biri bunu açıklasın da öğrenelim…

Ekonominin kitabının yazıldığı, ihracatta rekora koşulduğu bugünlerde; “Kombinizi kısın, porsiyonları, küçültün, aç olan bağırmaz, doğalgaza zam geldi ama mini mini geldi!” diye diye ülke nerelere geldi. Ülkede 654 kalem ilaç yok, ne yapsın hastalar? Markete, pazara, bakkala, çarşıya giden hayat pahalığından canı yanan, alım gücü günden güne düşen çoğunluk ne yapsın?

Salgın hastalık yüzünden ortalama her gün 200’den fazla eve ateş düşerken hasta yakınları, aileleri, sevenleri, geride kalanlar ne yapsın? Ya da hız kesmeyen kadın cinayetlerinde, bir türlü önlenemeyen iş cinayetlerinde durum tüm açıklığıyla ortada iken önlem almayı düşünmeyenler bu vicdan azabıyla geceleri nasıl uyusun?

Ekonomi politikasından eğitim politikasına, sağlık politikasından dış politikaya kadar başat konularda hem destan hem kitap yazanlara Nobel yerine ne verilsin? Hele de bilim, hukuk, demokrasi ve insan haklarında çıta bu kadar yükselmişken…

“Dinle taban, anla Bay Kemal!” diyenleri anlamak kolay da! Aşağıda sıralananları yaşamak ve anlatmak çok zor!

Ülke ekonomik yangınla kavrulurken! Mutfaktaki yangın ocakları söndürürken! Açlık sınırı 3 bini, yoksulluk sınırı 10 bini aşmışken! Halk büyük hızla yoksullaşırken! Ne enflasyon, ne dolar, ne zamlar dizginlenebiliyorken! Aslında güldürmeyen ucuz komedilerle meydan okuma demeçleri hız kesmezken! Bir resmi kuruma girildiğinde imzalanacak evrak sırasıyla yan masadaki amcaya, ön masadaki dayıya, arka masadaki yengeye, yan odadaki kayınpedere, en son olarak da üst katta konuşlanmış babaya götürülüyorken! Hele de çözümün ne olduğunu bilemeyen yetkililer varken ve çokken…

İhracat artıyormuş, rekora koşuyormuşuz geçiniz. Önemli olan üretmek, istihdam yaratmak, bunu dert edinmek ve işsizliği önlemektir. Çok emek verilerek yetiştirilen, en iyi okullarda eğitim alan, sonra da çekip gidenlere bakınca! Beyin göçünde ihracatta rekora koştuğumuz doğru!

Binali Yıldırım bizi ABD’yle, Cahit Özkan Japonya’yla kıyaslasa da! Bu ülkenin asgari ücretle yaşayan emekçileri! Yoksulluk sınırındaki emeklileri! Boş tencereye yaşlı gözlerle bakan kadınları! Kalacak yer, yiyecek yemek, çalışacak iş bulamayan gençleri!  Sorunlara doğru ve gerçekçi çözüm bulunmasını bekleyen insanları! Çaresizliğine çare, umutsuzluğuna umut olacak yönetimlerin arayışı içinde; “Yiğit muhtaç olmuş kuru soğana!” türküsünü mırıldanıp duruyor…

AKP ileri gelenleri her ne kadar; “Vatandaşlarımız müsterih olsun. Ayda 20 milyar dolar ihracat yapıyor, rekor kırıyoruz!” dese de! “Gözlerinizi kapatmayın, başınızı bir kaldırın, bakın ne kadar güzel yollar yapılmış, gözünüz gönlünüz açılsın!” diyorsa da!

Noktayı yine Behiç Ak’ın ülkenin fotoğrafını resmettiği çizgileri koysun! İki kişi konuşuyor; “Eskiden pazara akşamüstleri giderdim. Pazarcıların “mal elimizde kalacak” endişesiyle fiyatları düşürmesini beklerdim. Şimdi sabahları gidiyorum. Yüksek enflasyondan “akşama fiyatlar yükselir endişesiyle!” Yorumsuz…