MERHAMETİN KUCAĞINDA İSYAN!..

MERHAMETİN KUCAĞINDA İSYAN!..

Bazen insan yüreğinde çift taraflı yaralar açan paslı bir hançerdir yaşamın kara acısı!.. “Ölüm” işte o yüzden zincirleme kahırlara benzer, ana ile yavrunun ve baba ile evladın kanayan ciğerlerinde...


Bazen hiç olmadık anlarda, puslu yağmurlar gibi isyanlar dökülür de insan başına, acılar zavallıca çimdikler yürekleri, bazen de can koparır biçare kalmış tenlerden...

İşte o zaman; acının ikiz ölümler gibi toprağa düştüğü anlarda, gözyaşlarının kimi mezarlara akar, kimileri de öfkeli birer yumruğu anımsatan kabir tümseklerine...

Evet; insanlar gidiyor Türkiye’nin dört bir yanından mezarlara... Şehitler yürüyor bayraklarıyla, terör tuzağına düşürülmüş gençler göçüyor gafletleriyle...

O şehadet ve gaflet ikileminin ortasında, dün bulutları yara yara bir uçak indi Konya Havaalanı’na... Gökyüzünün efkarlı saygı duruşunda, lastikler pisti adeta yakarak geçtiğinde, acıların öfkesi karıştı motor uğultusuna...

Ağıtı, isyanı resmeden o vahim manzara, işte uçağın kapıları açıldığında, bir tokat gibi aprondakilerin yüzünü sarsıp geçti...

Uçağın kargo kapısından bayrağa sarılmış bir tabut, güneşin altında, kalpleri yaka yaka ilerlerken, işte tam da o anda bir başka kapıdan, merhametin sıcak kucağında bir çocuk taşınıyordu pistte...

Şehadete yoldaş bebek!..


Konya’da, drama odaklanmış objektifler, işte o sırada, iki manzarayı, yani ölümü ve ondan habersiz yaşamı aynı puslu kareye sığdırdı...

Çünkü bir yandan İstanbul Sultanbeyli’de, Fatih Polis Merkezi’ne bomba yüklü araçla yapılan intihar saldırısının ardından, teröristlerce şehit edilen Bomba İnceleme ve İmha Şube Müdürü Beyazıt Çeken’in cenazesi pistteydi...

Diğer yandan da şehit polisin her şeyden habersiz, bir yakınının kucağında ilerleyen 3 yaşındaki oğlu Cevdet alandaydı...

Cevdet, bu kez baba kucağında değil, babasının tabutuyla aynı uçakta geldi Konya’ya... Babası şehadetin, Cevdet ise bir yakınının kucağında uzanmış haldeyken, gözyaşları sel gibi yanan pistin zeminine düştüğünde, yüreklerde koca ateşler tutuştu...

Ne diyeyim; dünyadan habersiz bir minik yavruyu babasının son yolculuğuna kahır ve acı yoldaşı olmaya zorlayan kirli ihanete de hain destekçilerine de lanetler olsun...

Bir Türkiye gerçeği!..


Peki, şehit polisin tabutunun Konya’da uçaktan indirildiği saatlerde, Güneydoğu’da neler oluyordu?..

Aslında bildik manzaralar huzursuzluğu büyütmeye devam ediyordu oralarda; yol kesmek, saldırı, bombalama, başkaldırı, isyan, öfke, kaos, çatışma, ölümler, yaralanmalar vs...

Ancak dikkat çektiğimiz manzaranın içinde, birbiriyle çelişen görüntülerin yanı sıra, bir Güneydoğu gerçeğini sarsıcı biçimde resmeden, farklı ve çok düşündürücü bir sahne de vardı;

Orada, yani Urfa’nın Suruç ilçesinden bu sarsıcı manzara... Mürşitpınar Sınır Kapısı’nda, dikenli tellerin yürek parçalayan gölgesinde, gözünü pervasız çalılara dikmiş bir kadın oturuyordu... Zaman zaman ağlayan ve kimi zamanda ölüm sessizliğinde şivan eden (ağıt yakan) bir anaydı o...

Ak düşmüş saçlarından efkar dökülen, yüzünde çaresizliğin kara sıvasıyla, öfkesini buz gibi dondurarak, susturduğu isyanını gözlerindeki buruk bakışa çivi gibi çakmış bir kadındı...

Ve yüzlerinde ölümün iz bırakan ıstırabıyla, teröre, şiddete ve vurdumduymazlığa isyan eden adamlar... Hepsi kardeşti...

Semih Aygün işte o kardeşlerden biri... Ağıtlar katmerleşmiş ses tellerinden ninni söylercesine saçılırken, sitem ederek diyordu ki gazetecilere;

“YPG saflarındaki kardeşim 11 gün önce, Suriye’de IŞİD tarafından öldürüldü... Tam 11 gündür annem ve kardeşlerimle, sınır kapısında cenazesinin verilmesini bekliyoruz...”

Polis, asker, terörist!..


Peki, Mürşitpınar sınırında, gözleri Suriye topraklarına odaklanmış o acılı kadın kimdi aslında?.. Kimdi Semih ve kimlerdi yanlarında çaresizce bekleyen o adamlar?..

Soruların yanıtındaki ayrıntılar öyle ağır ve öyle sarsıcı ki; içinde “barış”, huzur, sevgi ve insanlık barınan her canlıyı sarsabilir boyutlarda...

Semih Aygün, tüm Türkiye’nin ders çıkaracağı paradoksa dikkat çeken sitemler ediyordu konuşurken... Aynı anadan doğan “bir polis, bir asker ve bir PKK’lı”nın, ağıtın kökboyalarıyla aynı halıya desen olmuş sitemlerini yansıtıyordu adeta;

“Biz bu ülkenin aslında bir gerçeğiyiz... Biz barış istiyoruz. Biz savaş taraftarı değiliz... Bütün kardeşlerim askerliğini bitirdi... Bu vatana hizmet ettik... Polis olan kardeşim Van’da, halkın güvenliği için polislik görevini yapıyor... Biri de insanlık düşmanı IŞİD’e karşı savaşırken öldü. 11 gündür cenazelerimiz üzerinden siyaset yapılıyor ve cenaze bize verilmiyor.”

Konya Havaalanı’nda, şehit baba ile mazlum yavrusunun kahreden görüntüsü ile Mürşitpınar’daki dramı yan yana getiren “gaflet-dalalet ve ihanet”, kör şiddetin insan yüreğine nakşettiği ortak acılardan ibaret...

Bizi bize düşürenlere; bizden parçaları, bizi parçalayarak aynı toprakta, birbirine düşman mezarlıklara gönderen emperyalist alçaklıklara bir kez daha lanet olsun!..