METAL KADAR İNSANLAR da YORULUR!

METAL KADAR İNSANLAR da YORULUR!

Konu gündemde olunca, haliyle ilgisiz kalamıyorsunuz. Bazı sözleri çok dikkatli okuyorsunuz. Bazı sözlere farklı anlamlar yüklendiğini görüyorsunuz. Cevabı belli olan sorulara farklı ve ilgisiz yanıtlar gelince de şaşıp kalıyorsunuz. Dikkat ederseniz bugünlerde “bul paravanayı, sık palavrayı, doldur karavanayı” modası var ve oldukça revaçta!

CB’nin işaretiyle birbiri ardına istifa eden belediye başkanlarının gidişi karşısında insan dalıp gidiyor. Nereye mi? Tarihe, arşivlere ve geçmişe! Fransız İhtilali’nin ünlü hatiplerinden Mirabeau, Haziran 1789 günü Meclisi boşaltmaya gelen kralın adamlarına şöyle der; “Gidin efendinize söyleyin! Biz halkın iradesiyle buradayız, bizi buradan ancak süngü gücüyle çıkarabilirsiniz.” Yorumsuz!

Yine ve yeniden başat konumuza dönelim. Yönetimin halkına, çocuklarına, gençliğine layık gördüğü sistem bu mudur? Konuya ve ayrıntılarına vakıf olmadığı çok net anlaşılan bakanın, okulların bir kısmını nitelikli olarak tanımlaması ne anlama geliyor? Yeni sistemin ömrü ne kadar olacak? Orantısız güç ve orantısız özgüvenle günü birlik politika yapılacağını ama uzun vadeli olamayacağını ülkeyi yönetenler bilmez mi? Gerisini biliyorsunuz ayrıntısına girecek değilim, girmeyeceğim.

Riya, hile hurda kötülük adam kayırma, haksızlık, hukuksuzluk yalan diz boyu iken, yönetimin bazı açıklamalarını aklıselimin şaka gibi, kendilerinin ciddi olarak görüp algılaması doğal! Örneğin yerel yöneticiler dama taşı gibi dağıtılırken, İstanbul için günah çıkartılırken, bunca mali kriz yaşanırken, komşuluk bağlarımız pek çok yerde askıya alınırken, toplumsal hassasiyetlerimiz, umutlarımız, ortak paydalarımız günbegün örselenirken, ülkemizin başını ağrıtacak bunca konu varken “Kanal İstanbul’un temelini atacağız” açıklaması gibi…

Artık bunun adı zihni sinir proje mi olur? Çılgın ya da ölü yatırım mı olur? Varın adını siz koyun artık. Siyasi iklim yeşermezken ve canımız hiç bir şeyi çekmezken, içimizden hiçbir şey gelmiyorken Kanal İstanbul’umuz olmuş! Daha ne isteriz?

Şimdi bir müjde bir açıklamayla yazıyı sürdürelim! Müjde bakandan geldi! Kültür ve Turizm Bakanı; “Yeni AKM dünyanın en önemli, en modern, en gösterişli, en fonksiyonel opera binası olacaktır. A’dan Z’ye her şey yerli malı olacaktır” dedi.

Yolu lisans eğitiminde Harvard’dan, meslek yaşamının başlangıcında Dünya Bankası’ndan, yüksek lisans eğitiminde İtalya’dan geçen Bilal Erdoğan; “Ritmik jimnastik ve blok flütle bizleri kültürleriyle tutsak etmeye çalışanlar” dedi. Sorum ve merakım şu! Opera binası bu zihne nasıl yerleşecek?

Yazımın bu bölümünde daldan dala atlama kararı verdim! Örneğin devlet -vakıf 186 üniversitemizden, başarılarından, üçte biri İstanbul’da olan üniversitelerimizden söz etmek istedim. Yazdıklarım zaman alsa da aydınlatma görevimi yerine getirmek istedim!

Efendim anlı şanlı adı olan üniversitelerimizden biri “adrese teslim kadro” ilanı verir gibi şeytanla mücadele edecek yardımcı doçente ihtiyacı olduğunu belirten bir ilan verdi. Bu artık şeytanla mücadele için kürsü kurulacak demek midir? Yepyeni bir sayfa açan bu üniversiteyi kutlamaktan başka yol yok da; Cumhuriyete gözünü açmış, cumhuriyet öğretmenlerinin eğitimden geçmiş bir kuşak olarak; aldığımız çağdaş eğitime ne oldu diye sormayacak mıyız?

Sayıları 200’e yaklaşan üniversitelerimizin anlamsız, yararsız, sempozyumlar düzenleyerek, önlerine gelene fahri doktora dağıttığı günümüzde gönül isterdi ki; nedenini, niçinini değil, nasıl olduğunu iyi bildiğimiz konularda kalem oynatılsın. Bencilliğin buzlu sularında donup kalınmasın. Paylaşma, dayanışma, deneyimle yola çıkılsın. İç acıtırken göz de açan konuların altı çizilsin. Kadınların tedirgin, yaşlıların suskun, gençlerin umutsuz, sahillerin ıssız, gurbettekilerin mutsuz olduğu bu ortamda üniversitelerimiz üstüne düşeni yapsın. Kurumun mezun ve mensupları “kendilerini değerli ve önemli” hissetsin. Hele de intiharların özelikle de doktor intiharlarının alıp başını gittiği bu çorak iklimde...

Klasik ve yalın da olsa bu yazının amacı; bu ve ötesi konuların altını çizmektir…