İşte Sevgili Arkadaşımız, Usta Gazeteci, Araştırmacı ve Yazar, Soner Yalçın'ın o müthiş yazısı;

"MİLLİYETÇİLER ile SOSYALİSTLERİ NE BİRLEŞTİRİYOR?"

“Milliyetçiler, halkçılar, sosyalistler…”

Vatan Partisi böyle bir çağrı yapınca “Cihangir solcuları” ayağa kalktı:

“Faşistler..!”

Soğuk Savaş’ın zehirlediği kafalardan başka türlüsü düşünülemez. Bunlar…

“Türk’üm”diyene ırkçı diyor.

“Ulusalcıyım” diyene faşist diyor.

Bu neoliberalizm yetiştirmeleri her yanda var. Öyle ki…

Dünyadaki gelir dağılımı adaletsizliğini gözler önüne seren “Kapital” adlı kitabın etkisini azaltmak için yazarı Thomas Piketty‘ye “ulusalcı” dediler.

Küreselleşme taraftarları “ulusalcılığı” küçümseme aracı yaptı! Sadece bu olsa…

Türkiye’de “ulusalcılık” Ergenekon Soruşturması’nın temel sebebi sayıldı! İnsanlar yıllarca Silivri zindanında yatırıldı.

Oysa:

Milliyetçiler, halkçılar, sosyalistler bu topraklarda dün iç içeydi.

Üç kavram da Osmanlı dönemi ürünü.

Veled Çelebi, Necib Asım, Bursalı Mehmet Tahir, Yusuf Akçura, Sadri Maksudi, Mehmet Emin Resulzade, Ömer Seyfettin bilinmeden Türkçülüğün kökeni anlaşılabilir mi?

Ziya Gökalp’i Türkçülüğe yönelten Ahmet Vefik Paşa’nın “Lehçe-i Osmani” ya da Mustafa Kemal’i derinden sarsmış Askeri Mektepler Nazırı Süleyman Hüsnü Paşa’nın yazdığı “Tarih-i Alem” bilinmeden Türkçülük hakkında söz edilebilir mi?

“Türk Yurdu” ve “Halka Doğru” dergilerinde milliyetçiler, halkçılar, sosyalistler birlikte çalışmadı mı?

“Köycü Doktorlar” Dr. Reşit Galip, Dr. Hasan Ferit (Cansever), Dr. Fazıl (Doğan) bilinmeden Türkçüler’in halkçılık kökü anlaşılabilir mi?

Hepsi…. Avrupa sermayesinin Osmanlı pazarını yok etmesine karşı mücadele vermediler mi? Hanedan‘ın yerini vatan‘ın alması için mücadele vermediler mi?

Bu nedenle:

Emperyalizme karşı savaşmak için Müdafa-i Vatan Cemiyeti‘ni kurmaları, Ankara’ya gitmeleri tesadüf mü?

Dün olduğu gibi….

Bugün de “Milliyetçiler, halkçılar, sosyalistler“ yan yana geliyor.

Ayrılık nedeni

Bir araya gelmek hiç kolay değil. Çünkü…

İkinci Dünya Savaşı ve ardından Soğuk Savaş, milliyetçileri-sosyalistleri karşı karşıya getirdi.

Önce Almanya ve ardından ABD-NATO, Türkiye’deki düşünsel hayatı “kanlı bıçakla” ikiye böldü. Örneğin…

Çok yakın arkadaş Sabahattin Ali ile Nihal Atsız‘ın yolları ayrıldı. Görünürdeki neden; Sabahattin Ali’nin yazdığı “İçimizdeki Şeytan” romanıydı! Atsız’a göre “şeytan” dediği milliyetçiler idi. Ardından yazdığı “Dalkavuklar Gecesi” kitabında herkese saldırdı.

Keza Atsız’ın sınıf arkadaşı Pertev Naili Boratav da “Atsız Mecmuası”ndaki yazılarına son verdi. Hasan Ali Yücel, “Filiz”de yazdığı “Ülkü ve Hayat” makalesine övgüler dizdiği öğrencisi Reha Oğuz Türkkan ile karşı karşıya geldi.

“Görünmez El” birbirine “yoldaş” diyenleri düşman yaptı. “Gök Börü”, “Çınaraltı” ya da “Akbaba” gibi yayın organlarında birlikte çalışanlar gün geldi, birbirleri hakkında yapmadıkları hakaret kalmadı.

Kimi ırkçılığa kadar savruldu.

Kimi istihbarat örgütlerin maşası haline geldi.

Kimi Washington veya Moskova’nın emir eri oldu.

Ayrılıklar her kesimin içinde de yaşanmaya başladı.

Turancı Pantürkçüler ile vatancı Türkçüler bile ayrıldı.

Herkes birbirine düşman yapıldı.

Kimine göre, Sovyetler Birliği sayesinde Türkiye sosyalist olacaktı.

Kimine göre, Almanya ya da ABD sayesinde “Büyük Turan” gerçekleşecekti.

Kimine göre, Türkiye için en büyük tehlike “komünizm” idi.

Kimine göre, Türkiye için en büyük tehlike “faşistler” idi.

Türkiye gerçeklerinden koptular/koparıldılar.

Soğuk savaş ürünü Gladio‘nun tetikçileri kan dökmeye başladı.

Ve gün geldi: 12 Eylül 1980 askeri darbesi hepsini cezaevine tıktı. Doğu Perinçek ile Yaşar Okuyan Mamak Cezaevi’nde birbiriyle konuşma olanağı buldu. Ve, Vatan Partisi çatısı altında birleşerek ezberleri bozdular…

Halkçılık birleştiriyor

Hadi “Cihangir solcularını” anladık!

Kendini “milliyetçi” sananlar bu ittifaka niye karşı?

Milliyetçilik, 1789 Fransız İhtilali’yle dünyaya yayıldı. Türkiye’de her siyasal çevrenin kendi milliyetçilik tanımı olsa da, terminolojik anlamı net: “Ulusal pazarını/piyasanı korumak.”

Peki…

Adında “Milliyetçi” kavramı bulunan parti bu güne kadar, ulusal pazarını korumak için ne “Hareket” yaptı?

Örneğin… Özelleştirme adı altında ülkenin değerleri peşkeş edilirken hiç sesini duydunuz mu?

Aksine… Hükümet oldukları dönemde; Petrol Ofisi, Zirai Donatım Kurumu, Et- Balık Kurumu, Sek, Petkim, Turban, Seka, Sümer Holding, Kbi, Çantaş, Tungaş, Ankara Halk Ekmek, Öbitaş, Pancar Ekicileri Birliği, Maksan, Man Kamyon, Dosan Konserve, Balıkesir Pamuklu Dokuma, Aydın Tekstil, Güven Sigorta, Türk Otomotiv, Ankara Sigorta, Deniz Nakliyatı TAŞ, Metal Kapak, Ege Et, Tüstaş, Asil Çelik, Köy Tür, Toros Gübre vs. sattılar.

IMF yasaları adı altında çıkarılan pancar ve tütün kanunlarıyla yüz binlerce köylüyü perişan ettiler. Tarımın yok edilmesine dayanamayan Tarım Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp partisinden istifa etmedi mi?

Ulaştırma Bakanı Enis Öksüz yolsuzluklara karşı çıktığı için görevinden alınmadı mı? 1960’lardan beri partili olan Sadi Somuncuoğlu ve Abdulhaluk Çay’ı bakanlıktan ve partiden kovarken, ülkeyi 50 milyar dolar zarara uğratan hortumcular neden korundu?

Kemal Derviş politikalarıyla milliyetçilik nasıl yan yana geldi?

Hangi anti emperyalist mücadelenin içinde oldular? Soru çok…

Meselenin özüne bakın; kim milliyetçi, kim sosyalist anlarsınız.

Halkçı olmayan, ne milliyetçidir ne de sosyalist!

Bugün… Milliyetçiler ile sosyalistleri halkçılık birleştiriyor.

Umarım…

6 Ok‘undan biri halkçılık olan parti; umut ve heyecan dolu bu birlikteliği seyretmekle kalmaz; el uzatır.