MUHALEFETE GEREK YOK, ERDOĞAN'ı AKP İNDİRECEK
Perşembe akşamı uzun bir aradan sonra ilk kez Ulusal Kanal ekranındaydım. Filiz Atıcı'nın sunduğu “Ne yapmalı?” programına konuk olarak katıldım.
Cemaatin ipliğini pazara çıkaran “İmamların öcü” kitabını yazan ama cemaatçi diye gözaltına alınan Yavuz Selim Demirağ ile Rıza Zelyut da konuktu.
Bir de ilk kez karşılaştığım Ömer Turan isimli bir gazeteci vardı.
Meğer bu gazeteci AKP'nin “Erdoğancı” kesiminin hızlı savunuculardan biriymiş.
Program boyunca “akılalmaz” sözler söyledi, “inanılmaz itiraflarda” bulundu ve dehşet kehanetler yaptı.
Daha önceki yazılarımı hatırlayan okurlar bilecektir, cemaat ile mücadelede Erdoğan'ın giderek yalnız kaldığını, Erdoğan'ın arkasındaki tek gücün, o da şimdilik, halk desteği olduğunu ve bu yalnızlık sonunda Erdoğan'ın tasfiye edilebileceğini yazdım.
Ulusal Kanal'daki programdan sonra kesin kanaatim şudur; “Erdoğan'ın vadesi doluyor. Üstelik kendisini muhalefet değil bizzat AKP indirecek. Belki de çok yakında.”
Farklı analizleri daha sonraki günlerde yaparım, bugün sizlere Ömer Turan adlı “saraycı” gazetecinin söylediklerinden satır başları sunacağım.
Kararınızı kendiniz verin.
Ömer Turan Erdoğan'ın sarayda “tek başına” kaldığını söyledi. Ona göre şu an AKP ve devlet içinde FETÖ'ye karşı mücadele eden tek kişi Erdoğan.
Turan, hükümetin içinden direnişle karşılaşıldığını, bazı bakanların gözaltlarına engel olduklarını, milletvekillerinin savcı ve hakimleri tehdit bile ettiklerini söyledi.
Saray gazetecisine göre Türkiye İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana işgal altında. Bugüne kadar gelen bütün iktidarlara Amerika izin verdi. Erdoğan da Amerika'dan izin almasa Başbakan olamazdı. Amerika Erdoğan'ın yanına üç grubu denge olarak koyduktan sonra bu izni verdi.
Ömer Turan AKP içinde üç kesim olduğunu söyleyerek bunları İrancılar, cemaatçiler ve Kürtçüler olarak ayırdı. Bu üç grup kendi aralarında anlaşamasalar bile belli zamanlarda ittifaklar yapıyormuş
Saray gazetecisi program boyunca çok ciddi kehanetlerde bulundu. Örneğin “akılalmaz şeyler olacak” diyerek bazı bakanların ve çok önemli isimlerin de gözaltına alınacağını söyleyerek “Siyasete ve medyaya sıra şimdi geliyor herkes çok şaşıracak” dedi.
Ömer Polat'a göre Gül-Hoca- Atalay troykası Erdoğan'a karşı çalışıyor. Ama bunların tabanda bir karşılığı yok. Ayrıca AKP içinde 40 kadar milletvekili de cemaatin talimatıyla hareket edebilir.
Davutoğlu'nun Başbakan olması halinde önce “darbeye gerek kalmazdı” diyen Ömer Turan ardından “Zaten olsa bile bu darbe başarılı olurdu” dedikten sonra şu ilginç saptamayı yaptı; “darbe başarılı olsa Cumhurbaşkanı, Başbakan, bakanlar kim olacaktı sanıyorsunuz. Yine AKP içinden birileri olacaktı, ama çok şükür ki başarılı olamadılar.”
Ömer Turan'ın ilginç söylemlerinden biri de Tayip Erdoğan'ı Atatürk'le eş tutmasıydı. Turan Erdoğan'ın da Atatürk gibi çok zor şartlar altında bir Kurtuluş Savaşı verdiğini söyledi.
Bütün bunları dinledikten sonra, daha önce kimi saraycı kimi AKP'ci gazetecilerin, siyasetçilerin söylediklerini de zihnimden geçirdiğimde, görüyorum ki Erdoğan artık yolun sonuna geliyor.
Eğer çok ustaca bir plan yapıp başarılı olmazsa, muhalefete bile gerek kalmadan AKP Erdoğan'ın işini kendi bitirecek.
Bİ SORALIM BAKALIM
Kılıçdaroğlu'na saldıranlar ne oldu?
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu Doğu Karadeniz gezisi sırasında roketli saldırıya uğramıştı.
Öncü güvenlik timinin dikkati sayesinde Kılıçdaroğlu ölümden kurtulurken Türkiye de büyük bir kaosun eşiğinde dönmüştü.
Saldırıdan hemen sonra o sıra İçişleri Bakanı olan Efkan Ala “Saldırıyı kesinlikle PKK yaptı” demişti.
Aradan neredeyse bir ay geçti.
O saldırıyı yapanlar hâlâ ele geçmedi.
Elbette bir güvelik uzmanı değilim ama saldırganların bir türlü yakalanamamasını da aklım almıyor.
Kılıçdaroğlu'na saldıran teröristler araç kullanmıyordu.
Ellerindeki silahlarla yaya olarak ormanların içine kaçtılar.
Ne kadar atletik olursa olsun bir insanın üzerinde silah ve mühimmatla yürüyebileceği yol saatte en fazla 7-8 kilometredir ki bu ilk saat için geçerlidir süre uzadığında aşılacak mesafe de azalır.
Demek ki olay anında itibaren, saldırının olduğu nokta merkez alınarak 7-8 kilometre çapındaki alan çevrelenmiş olsaydı, o saldırganların kaçması mümkün olamazdı.
Oysa o teröristler sırra kadem bastı.
Demek ki gerekli önlemler alınmadı.
Aklımızda kalan “Roketli saldırıyı yapanlar PKK'lıydı” iddiası.
O halde bizlerin de aklına “bu saldırı biliniyordu, saldırganlara göz yumuldu, kaçmalarına olanak sağlandı” türü ihtimaller gelmesi kimseyi şaşırtmamalı.
“Devlet mi yaptı?” diye iri laflarla karşı çıkmak kolaydır da hiçbir şey yapmadığınız oraya çıktığında bunun bir geçerliliği kalmaz.
ÜZÜLDÜM
Güle güle Tarık Akan çok özleyeceğiz
Tarık Akan'ı kanlı canlı ilk kez 1976 yılının 1 Mayıs'ında Dolmabahçe'de gördüm.
“Aaaa Tarık Akan da burada” demiştim gayrı ihtiyarı.
İlk gençlik yıllarımızın “kartpostal çocuğu” uzun saçlı, yakışıklı mı yakışıklı Tarık Akan'ı kısacık seçilmiş saçları ile Taksim'e doğru yürüyen milyonların arasındaydı.
Demek “devrimciydi” demek “şımarık salon erkeği” değil halkının yanında yer alan yürekli bir adamdı.
O gün şaşırarak 1 Mayıs'ta olduğuna sevindiğim Tarık Akan daha sonraki yıllarda halktan, demokrasi ve özgürlükten yana, hukuku savunan gerçek bir Atatürkçü, devrimci, vatansever ve sanatçı olarak hep yüreğimin içinde yaşadı.
Sanatçılığı, devrimciliği, Atatürkçülüğü laf olarak yapmadı, hep hareket içinde oldu, kendini eğitime de adadı, açtığı okuldan yüzlerce binlerce aydınlık zihinli pırıl pırı gençler yetişti.
Döneminin en iyi okullarından biri olan Taş Mektep'te okuyan, doktor kardeşim Cem'in oğlu Umut da bunlardan biri olarak oradan aldığı hızla İstanbul Erkek Lisesi'ni de, Mühendislik Fakültesini de derece ile bitirip başarılı bir iş hayatına atıldı.
Tarık Akan'ın bu kadar erken ölmeye hakkı yoktu. Yaşamak zorundaydı. Karanlığa karşı mücadele bayrağını gururla taşımaya, kitlelere önder olmaya devam etmeliydi.
Ama olmadı. Acımız gerçekten büyük. Buna karşı acımızı yüreğimize gömerek o kutlu yolculuğu devam ettirmek zorunda olduğumuzu da biliyoruz. Güle güle Tarık Akan…
BUNU YAZMAK GEREK
Bu ne ilkel popülizm böyle
Güneydoğu'daki HDP'li belediyelere el konulup kayyum atanmasından sonra göreve gelenlerin ilk işlerinden biri belediye binalarındaki Kürtçe tabelaları indirmek oldu.
Oysa aynı iktidar zihniyeti açılım adı altında HDP'nin oylarını AKP'ye kaydırma operasyonu sırasında halka şirin gözükmek için her tarafa Kürtçe yazılar astırıyordu.
AKP'nin bölgedeki asıl hedefi hâlâ HDP oyları olduğu için yeni içişleri bakanı atadığı kayyumların bu eylemini öğrenince küplere bindi, hemen talimat verip “takın o tabelaları yerine” dedi.
Böylelikle AKP'nin de o zihniyetteki adamlarının da aslında birer “çakma milliyetçi” oldukları bir kez daha ortaya çıktı.
ÇOK GÜLDÜM
Bu valsi lütfeder misiniz?
Son günlerde büyükelçiler gündemde. Özellikle Amerikan Büyükelçisi'ne çok kızdı AKP'liler. İçişlerimize karışıyormuş. Bu haddi bulmasında sanki kendi kusurları yokmuş gibi şimdi efeleniyorlar.
Elbette konu ile ilgisi yok ama ben de lafı gelmişken bir büyükelçi fıkrası paylaşayım istedim sizlerle.
Tabii ki Yıldırım Tuna'dan;
Bir büyükelçilikte verilen kokteylde emekli bir büyükelçi, davetlilerden yere kadar kırmızı giysili birine yaklaşıp “Güzel kırmızılı bayan.. Bu valsi bana lütfeder misiniz?” diye sormuş.
“Kesinlikle hayır!” diye sertçe gelmiş cevap, “Birincisi sarhoşsunuz.. İkincisi bu çalan vals değil Venezuella Milli Marşı.. Ve üçüncüsü ben kırmızılı bayan
değilim.. Vatikan Papalık temsilcisiyim. Tövbe.. Tövbe!..”
KAFAMI BOZAN ŞEYLER
Bir gazeteci bu kadar alçalmamalı
Hürriyet Gazetesi'nin magazin sayfalarında yazan Cengiz Semercioğlu Sinan Çetin ve oğlunu savunmak için bir gazeteciye ve bir gazeteye asla yakışmayacak kadar alçaldı.
Günümüz “yeni gazeteci” türünün tipik örneklerinden biri olan Cengiz Semercioğlu, Sinan Çetin oğlu Rüzgar Çetin'in şehit ettiği polis için “Emniyet kemeri taksa ölmeyecekti, Rüzgar Çetin de hapse girmeyecekti” diye yazdı.
Semercioğlu'na göre aslında her şey bir polisi şehit eden Rüzgar Çetin'in, cemaat övgücüsü, AKP yandaşı Sinan Çetin'in oğlu olduğu için yaşandı. Bu gazeteciye göre Rüzgar Çetin Sinan Çetin'in oğlu olmasa bu kadar dikkat çekmeyecek ve hatta belki hapiste bile kalmayacaktı.
Bu kadar alçalmak, bu kadar hatalı mantığı savunmak nasıl düzeltilir bilemem.
Ama bu yeni tür gazeteciye şunu söylemek isterim;
Kardeşim, o kazada Rüzgar Çetin 8'de 8 hatalı. Şehit olan polisin hiç hatası yok. Kemer takmamak kişisel hatasıdır, alkollü olarak makas atıp sürat yapan yeni yetme bir “şöhretli oğlunun” kusurunu azaltmaz.
Onun kusurunu azaltmaz ama bunu savunan seni yerin dibine geçirir.
İkincisi, o delikanlının Sinan Çetin'in oğlu olması elbette dikkatleri üzerine çekmiştir ve belki bu yüzden hapisten hemen çıkamamıştır.
Ama şunu da unutma kardeşim; o “hızlı” çocuk Rüzgar bugüne kadar ölüme sebebiyet vermediği için işlediği her hatadan ve hatta suçtan, “babasının oğlu olduğu” için kurtuldu.
https://twitter.com/can_atakli_