MUHTEREM KANDIRILMAMIŞ AMA PİŞMANMIŞ!..

 

Liberal kanatta “günah çıkarma” seansları sürüyor...


Son olarak, “ünlü medya büyüklerinden” Cengiz Çandar’da malum koroya katıldı. T24 sitesi muhabiri Hazal Özvarış’a konuşan muhterem, eğer tabir yerindeyse, “özeleştirinin” dibine vurdu. Epey uzun söyleşide, zor duruma düştüğü anlarda da soruları soran muhabire her zamanki alışkanlığıyla yüklenmeyi, savunmanın zirvesine yükselmeyi de ihmal etmedi tabii!..


Burada çok önemli bir parantez açmalıyım; bu söyleşinin tamamını okumanızı özellikle öneriyorum. Bunca yıllık gazetecilik yaşamımda gördüğüm en kaliteli, en adam gibi, en bilgi dolu ve ancak gerçek bir gazetecinin sorabileceği soruları sormuş Hazal Özvarış... Medyamızda muhabir, röportajcı kalmadı diye üzülenlerin yüreğine bir nebze olsun su serpilmesine neden olmuş genç meslektaşım. Bütün kalbimle teşekkür ediyor, kutluyorum...


Gelelim Çandar’ın pişmanlıklarına; öncelikle Ergenekon ve Balyoz gibi davalara damgasını vuran hukuki haksızlıklara sırtını döndüğünü itiraf ediyor!. Üstelik kamuoyunun “liberal” etiketi yapıştırdığı isimleri de içine katarak aynen şöyle diyor:


-Yeterli duyarlılıkları koymalıydık. Pişman mısın dersen, evet. Daha uyanık davranmalıydık...


Ahh, ahh, şuncacık cümleyi söylemesi bile neredeyse 8 yıl sürmüş arkadaşın!.. Onca insan cezaevlerinde çürürken, ölürken, en amansız hastalıklara yakalanırken sırtını dön, iş işten geçtikten sonra “valla pişmanım” de... Ne büyük, ne asil bir davranış!.. Neyse devam edelim; AKP’ye daha kuruluşundan itibaren en büyük desteği verenlerin başını çeken Çandar, bakın bugün hangi sözcükleri kullanıyor:


-Eğer biz, siyasi İslam ve o çerçevede AKP, Türkiye’nin toplumsal ve tarihi özellikleri konusunda daha farklı, sağlam, oturaklı bir algıya ve değerlendirmeye sahip olsaydık, o zaman AKP’ye karşı daha mesafeli olabilirdik. Açtığımız avans, verdiğimiz kredi daha farklı olabilirdi...”


Eğer bu “entelektüel” savunmayı Türkçeye çevirirsek şöyle oluyor; “Bodoslama daldık destek işine. Talimatları kovaladık. ABD’de davet edildiğimiz ‘think-tank’lerde her şey doğru dediler...” O zaman benim de bir soru hakkım oluyor:


-Birader, İran Devrimini en ateşli yazılarla Türk milletine anlatan kimdi?. Siyasi İslam’ı sen bilmeyeceksin de kim bilecek?!.

 


“Gerildik, görmedik, hata yaptık!..”

 


Şimdi gelelim Ergenekon ve Balyoz itiraflarına...


Hazal Özvarış’ın “Sadece sizin başınıza gelenler bile(28 Şubat andıcını kastediyor) Türkiye’de Hukuk sisteminin hataya meylini gösterirken tecrübeniz neden bu davada ihtimalleri es geçti? ‘Türkiye’nin asker zihniyeti yargılanıyor’ diyerek sanık sandalyesinde oturanları görmemeniz nasıl mümkün oldu” sorusu karşısında bocalayan Çandar bu zıpkın gibi soruya öylesine yerlerde sürünen bir yanıt verdi ki, onun adına ben üzüldüm vallahi:


-Görmemek diye bir şey yok, kurunun yanında, neredeyse kuruların adedi kadar yaşların da yanma hali var... Bu ortam ve oluşturulmuş bu kutuplaşma beni ve bir takım insanları daha da gerdi ve bazı şeyleri görmememize, hata yapmamıza yol açtı...


Yaa işte böyle; bu beyzadelerin “körlükleri ve hataları!” nedeniyle, örneğin Yarbay Ali Tatar şakağına sıkıp intihar etti... Ergenekon kasası diye Silivri’ye atılan Kuddusi Okkır, kanser olup 30’lu kilolara düşüp ölümüne beş gün kala lütfen tahliye edildi. Cenazesini parasızlıktan belediye kaldırdı!.. Örnek o kadar çok ki, hangi birini anlatayım; 10 yaşındaki çocuğuyla hapishane avlusunda yakan topu oynarken beyin kanaması geçirip yaşamını yitiren Deniz Kurmay Albay Murat Özenalp’in 10 yaşındaki kızı Duru’nun “Ne olur kalk babacığım vallahi bir daha yakan top oynamam” haykırışını mı...


-İnsanın aynı anda hem midesi bulanıyor hem de gözleri yaşarıyor...

 


“Ergenekon, Balyoz benim işim değildi!..”

    


Devam edelim;


Çandar, “kuru, yaş filan diyor” ama yalnızca balyoz davasında, ipe sapa gelmez tam 1600 küsur yalanı kendisine anlatmak isteyen, üzerine iki kitap yazan Dani Rodrik’le görüşmeyi kabul etmediğini de itiraf ediyor!.. Ve yine aynı sözcük, “Pişmanım!”


Ancak beni en çok öfkelendiren ve içimi acıtan “yalanın zirvesi” de işte tam bu noktada zuhur ediyor; muhabirin “Peki, davaya bir şekilde taraf olmuşken, ‘sonra teknik detaylar  işin içine girdi, o benim işim değildi’ demeye ne kadar hakkınız var?” sorusuna, muhterem günah çıkarırken dahi cingözce yanıt veriyor:


-Hayır niye böyle olsun? Gazetecilik, o meslek alanına giren her konunun ayrıntısıyla ilgilenilmesi gereken bir şey değil ki. Buna mecbur birisi değilim ki. Benim asıl alanım uluslararası politika, Ortadoğu vs. Gibi konular...


İşte tüm “günah çıkarmanın” paçavralaştığı, yok hükmüne girdiği yer de tam burası... Sen davalar hakkında “ne kadar da meşru”“nasıl da haklı” diye yazılar döşeneceksin, kumpasa biraz da olsa uyanan Can Dündar’ı “Her yere kon” yazısı nedeniyle“sulandırma” diye adeta paylayacaksın, sonra 8 sene susup, her şey bittikten, tasfiyeler tamamına erdikten sonra, “kendimi kandırılmış  olarak görmüyorum ama pişmanım” diyerek tüm günahlarından sıyrılacaksın...


Üstelik, zamanında “can ciğer kuzu sarması” olduğun Ali Bayramoğlu, Etyen Mahçupyan, her fırsatta ölümüne destek olduğun Taraf gazetesinin çalışanlarını da kendi kurtuluşuna kurban vererek...

-Bu kadar pişkinliği de benim midem kaldırmıyor arkadaş!..