ANALİZ
Ne diplomasisi kardeşim!
Bu, Libyalı Kaddafi’nin devrilip linç edilmesi için Libya’nın başına oturtulan İhvancı Fayiz el Sarrac’tı.
Erdoğan ve Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti Başbakanı olan Sarrac, “Güvenlik ve Askeri İşbirliği Mutabakat Muhtırası” ile iki ülkenin uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarının muhafazasını hedefleyen “Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası”nı imzaladı.
Bu mutabakat, yandaş tetikçi medya tarafından “Türkiye, Akdeniz’de liderliğini ilan etti, artık kimse Türkiye’den habersiz ve onayı olmadan Akdeniz’de olamayacak, Türkiye büyük güçlerin oyununu bozdu” havasında sunuldu.
O gün itibarıyla Türkiye kamuoyu ne Sarrac’ı biliyordu ne de bu ülkede yaşanan iç savaşı.
General Hafter ismini bilenlerin sayısı ise bir elin parmaklarını geçer miydi, bir fikrim yok.
Türkiye kamuoyu Erdoğan iktidarının, Akdeniz’de zafer kazandığı algısıyla beslenirken, ortaya bir anda General Hafter çıkıverdi.
Aslında hep vardı, sadece AKP iktidarı buradaki iç savaşa da burnunu sokana kadar Türkiye’nin haberi yoktu.
Vatandaş o zaman anladı ki, Libya’da iç savaş devam ediyor, meşru kabul edilen hükümet aslında çok zorda, çünkü Genelkurmay eski Başkanı General Hafter, aslında ülkenin beşte dördüne hakim durumda.
Saray iktidarı panik halinde Libya’ya asker göndermekten söz etmeye başladı.
Erdoğan’a göre “Libya’da meşru kabul edilen bir iktidara karşı darbeci bir general ayaklanmıştı, Türkiye’nin buna tahammülü olamazdı, eğer Libya talep ederse asker de gönderirdi.”
Meclis’e tezkere gönderilmesi ve ardından Libya’ya ilk askerin gittiğinin açıklanması muhalefetin tepkisine neden oldu.
“Libya’da ne işimiz var?” sorusu sorulmaya başlanınca saray ve yandaşları, Libya’nın bir beka sorunu olduğunu anlatmaya başladı.
Bu aşamada muhalefet sözcüleri “Libya’daki iç savaşa girmek yerine taraflar arası arabuluculuk yapılmalı, önce ateşkes sağlanmalı” dediler.
Erdoğan’ın bu tepkisi sert oldu. “Bir tarafta meşru hükümet, diğer tarafta bir darbeci. Nasıl olur da arabulucu oluruz ateşkes isteriz?” dedi.
Buna karşı Rusya böyle düşünmüyordu.
Putin, Suriye’nin başkenti Şam üzerinden, üstelik Emevi Camii’ni ziyaret ederek İstanbul’a geldi, Erdoğan’la konuştu ve bir anda iktidarın tavrı değişti, arabuluculuk yapacağını ve ateşkes isteyeceğini söyledi.
Önceki gün Rusya’da bir dizi toplantı yapıldı. Ateşkes sağlandığı ilan edilince yandaş tetikçi medya “Tarihi zafer, barışı sağlayan büyük lider, dünyaya diplomasi dersi veren büyük adam” yayınları yaptı.
Bu yandaş tetikçi medyaya göre yüzyılın lideri Erdoğan, Ortadoğu’ya barışı getiren kişiydi.
“Libya’da ne işimiz var?” diyenlerin de utanması gerektiğini belirten iktidar medyası, “Erdoğan el attı, Libya sorunu pat diye bitti” diyecek kadar kendinden geçti.
Ben bunları yazarken Libya’daki “darbeci!” tarafın lideri General Hafter, “Türkiye işin içindeyse ben anlaşma imzalamam” diyerek Libya’ya dönmüştü.
Erdoğan çok öfkelendi hesapta ve “Bu da yalan darbesi oldu” dedi. Sonra da “Hafter direnirse gereğini yaparız” diye konuyu noktaladı.
“Pat diye bitiveren Libya sorunu” anlaşılan daha büyük bir sorun alanına dönüyor.
Şimdi lütfen söyler misiniz, bunun neresi diplomasi, neresi başarı?
Tam tersine güç karşısında teslimiyetten başka bir şey değil bu.
CANIMI SIKAN ŞEYLER
Bu görüntü hiç hoş değildir
AKP Genel Başkanı Erdoğan, önceki gece İsmailağa cemaatinin önderi sayılan Mahmut Ustaosmanoğlu’nun oğlu Ahmet Ustaosmanoğlu ve halefi olarak gösterilen Hasan Kılıç’ı ziyaret etti.
Bu ziyaretin fotoğrafları cemaat tarafından sosyal medya hesaplarında paylaşıldı.
Cemaatin dağıttığı bu fotoğraflardan biri çok canımı sıktı.
Çünkü bu fotoğrafta cemaatin lideri oturuyor Erdoğan ise karşısında ayakta.
Bu olmaz.
Çünkü AKP Genel Başkanı, aynı zamanda Cumhurbaşkanı.
Devleti yönetenler böyle fotoğraf veremezler.
Kimileri “Efendim karşısındaki kişi çok yaşlı bu nedenle ayağa kalkamıyor, ayrıca Türk geleneğinde saygı çok önemlidir, bunda ne var?” diyebilir.
Eğer gerekçe bu ise o zaman fotoğraf dağıtılmaz.
Oysa tam tersine Erdoğan’ın tarikat ziyaretinden çok sayıda fotoğraf dağıtıldığı gibi devleti küçük düşüren bu kare de veriliyor medyaya.
Erdoğan’ın bu cemaate “ricacı” olarak gittiği konuşuluyor.
Siyasi kulislerde gezen bilgilere göre, hayli güçlü ilişkileri olan bu cemaat, Abdullah Gül ve parti kurdurttuğu Ali Babacan’a destek veriyormuş.
Bu bilgi doğru ise dağıtılan fotoğraf daha da vahim bir amaca hizmet ediyor.
İsmailağa cemaati, Erdoğan’ı kendi karşılarında el pençe divan duran biri gibi gösteriyor demektir.
ÖNERİ
Akşener izin beklemesin Şam’a gitsin
İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener dün Meclis’te çok formdaydı.
Dış politika konusunda Erdoğan’ı sert eleştiren, hayli etkili bir konuşma yaptı.
Ancak şunu belirtmeliyim ki muhalefet artık “sert demeç” dönemini geride bırakıp gerçekten etkili eylemler aşamasına geçmek zorunda.
Meral Akşener’in, yeni yılın hemen başında yaptığı konuşma bu açıdan beni umutlandırmıştı.
Akşener, 6 Ocak günü yaptığı konuşmada, Suriye’de Amerikan şirketlerinin bile ihaleler almaya başladığını belirterek, “Emperyalist güçler 10 yıl içinde 700-800 milyar dolar yatırım yapacak. Türkiye bu işten çırak çıktı” dedikten sonra şu öneriyi getirmişti;
“Kardeşim hissiyatı, duygusallığı, siniri bir kenara bırak, rasyonel, gerçekçi, sağduyulu ol, Esad ile barış. Sayın Erdoğan, sinirini, enaniyetini yenemiyorsan, rasyonel olamıyorsan, ben Suriye’ye gidip Esad ile görüşmeye, bu problemi çözmeye hazırım.”
Bana kalırsa Akşener, Erdoğan’dan haber veya izin beklemesin.
Atlasın gitsin Şam’a.
Esad’la görüşsün.
Ondan sonra önce İdlib’e, sonra da Afrin’e geçsin.
Oralarda nasıl yaşadıklarını hiçbirimizin bilmediği kahraman askerlerimizi ziyaret etsin, hal hatır sorsun, sorunlarını dinlesin, memleketlerine haber ve selam getirsin.
Muhalefet, iktidarın parlamentoyu pasifleştirmesinin ve her şeyi saraydan halletmesinin etkisi altında çok tembelleşti.
Akşener’in bir anda umut veren “harekete geçme” söyleminin gerçeğe dönüşmesini beklemek hepimizin hakkı.
MERAK ETTİĞİM ŞEYLER
O kadınlar Diyarbakır’a gidemez mi gerçekten?
Selahattin Demirtaş’ın yazılarından kurgulanan bir “okuma tiyatrosu” ve bu gösteriyi izlemeye giden 4 kadın, AKP ve yandaşlarının dilinde bir iki gündür.
Kılıdaroğlu, İmamoğlu ve Demirtaş’ın eşleri ile CHP İstanbul İl Başkanı oyunu birlikte izleyince AKP saldırısının da hedefi oldu.
Önce Süleyman Soylu ağır hakaretler yağdırarak “Bu tiyatroya gideceğinize Diyarbakır’daki annelerin yanına gitsenize” dedi.
Kendi kendime “İkisi arasında nasıl bir bağ kuruyor böyle?” diye düşünürken bir de baktım dün Erdoğan, partisinin grubunda aynı şeyi söyledi.
O daha da ileri giderek “Gitsenize ama gidemezsiniz” dedi.
Gerçekten bu dört kadın Diyabakır’daki annelerin yanına gidemez mi?
Bence gidebilir ve hatta gitmeli.
Orada acılı anneler var.
Ama iktidarın, o annelerin duygularını sömürdüğü de ortada.
Erdoğan “Gidemezsiniz” derken adeta tehdit ediyor.
İşte kadınlar gerçek bir dayanışma örneği ortaya koyarak bu oyunu da bozmalı.
KOMİK
Kırımlı kadından Kanal İstanbul yorumu
Kırım’da yaşayan bir okurumdan mesaj aldım.
Tele1’de yaptığım programı her sabah izlediğini belirten okurum “Güzel üslubunuz ve esprili anlatımınız çok hoşuma gidiyor ve bazen kendi kendime gülüyorum” diyor.
Okurum geçtiğimiz günlerde Rus eşinin neden güldüğümü sorması üzerine aralarında geçen diyalogu şöyle yazmış;
– Neye gülüyorsun?
– Can Ataklı, Kanal İstanbul’u anlatıyor.
– Ne var bunda gülecek?
– İstanbul’a yapılmak istenen bu projenin ne kadar anlamsız olduğunu söylüyor. (Burada okurum eşine Kanal İstanbul projesinin ne olduğunu özetlemiş.)
– Aaa sizin zaten Boğaziçi yok mu?
– Var tabii sen de biliyorsun.
– Buna rağmen mi yapıyorlar kanalı?
– Aynen öyle.
– Haa size para ve rahat batmış demek.
https://twitter.com/can_atakli_