NELERİ UNUTTUK?
Biz son yıllarda en çok neyi unuttuk? Bunun yanıtı çok ve değişik. Madem serde hocalık var iyisi mi ya test yapayım, ya da dönem ödevi olarak vereyim bu konuyu! Önce birkaç ip ucu!
Örneğin yüzünde dünyanın en kocaman gülümsemesiyle dolaşan kadınların iç dünyasında neler yaşadığını sormayı unuttuk.
Kendilerini ilgilendirmeyen her konuyu ağırdan ve alttan alanlara net tavır koymayı unuttuk.
21.958 profesör, 14 bin 497 doçent, 30 bin 196 yardımcı doçentin görev yaptığı 196 üniversitemizde okuyan binlerce gencin neden mutsuz ve umutsuz olduğunu sormayı unuttuk.
Seçimlerimizin hayatın ta kendisi olduğunu kendi kendimize itiraf etmeyi unuttuk.
Herkesin baktığı, kimsenin görmediği (görmek istemediği mi demeliydim?) konuların üstüne üstüne gitmeyi unuttuk.
Suratına bi zahmet insani bir gülümseme yerleştirenlerin neden az olduğunu sorgulamayı unuttuk.
Anlatacak hikâyesi, söyleyecek sözü olanlara kulak vermeyi unuttuk.
Ömrünün büyük bölümünü savaş meydanlarında ölümle göz göze diz dize geçiren, büyük asker, başarılı komutan, eşsiz devlet adamı Atatürk’ün, devrimleri yaparken eğitimcilere; “Kültür ordusu, eğitim ordusu, öğretmen ordusu” şeklinde sıraladığı sıfatları unuttuk.
Bebeksi bir saflıkla olup biteni çabuk unutanların tarihi ve tarihte yer alanları nasıl da temelsiz, dayanaksız sorgulayabildiklerini görünce; mertliğin tedavülden kalktığını, ikiyüzlülüğün geçerli akçe olduğunu, zulmün baş tacı yapıldığını söylemeyi unuttuk.
Aynı yerde doğmasak da aynı toprakların ekmeğini yiyen, suyunu içen, havasını soluyan, acısını, sevincini, ortak kaderini ve kederini paylaşanların vefa ve dayanışmasını unuttuk.
Bilmem bu toz duman arasında, bu hay huy içinde unuttuklarımızı içeren bu yazıya kulak veren olur mu? Bunları yazmanın anlamı da, âlemi de yok diyenlerin sayısı çok olur mu? Bilmiyorum.
Bildiğim bugünlerde yine ve yeniden politik körlük, sorgusuz sualsiz önderlik, itirazsız öncülük arasında gidip geliyoruz. Alkışlayan var, eleştiren var, “gazilik verilsin” diyen var, Trump’la yapılan gergin telefon görüşmesi var. Haliyle merak ettiğimiz konular var. Kendimizce makul bulduğumuz sorularımız var. CHP’nin yaklaşan kurultayı var. Bosna- Hersek’ten ithal edilen 20 ton etin analiz sonuçları beklenmeden iç piyasaya sürüldüğü bilgisi var. Yüreğimiz tıp tıp Afrin’e kitlenmişliğimiz var.
Şimdi geometrik bir bakış sergileyerek, pergel ve cetvel titizliğiyle bu konulara net ve berrak bir ayna tutup iz sürelim, sonra da teste geçeriz…
Önce bir itiraf! Bu yazıyı yazarken yazdım sildim, sildim yazdım, çünkü kafamda yanıtını veremediğim onlarca soru konuşlanmış kol geziyor sanki! Öncelikle söylenenlere bakıyorum, yarattığı algıya bakıyorum pes diyorum.
Kimimizin bağıra çağıra, kimimizin fısıltıyla konuştuğu ülkemizde sanatın, mizahın, gırgır geçmenin, tiye almanın başına gelenlere bakıyorum, ötesi de var deyip daralıyorum.
Bireysel silahlanmanın yüzde 61 arttığını, 25 milyon kişinin silahı olduğunu, bunun yüzde 85’inin ruhsatsız olduğunu, her gün bu silahların 6 kişiyi yaşamdan koparıp aldığını, İstanbul’un birinci sırada olduğunu okuyunca donup kalıyorum.
Not: Hem de önemli not: Uğur Mumcu; “Basın yönetenlere değil, yönetilenlere hizmet etmelidir” demiş.
Hasan Hüseyin Korkmazgil; “Anlamak yasak değildi benim ülkemde, anlatmak yasak” demiş.
Bernard Shaw, “Siz sansürden şikâyet ediyorsunuz ama bakın her şeyi yazabiliyorsunuz.” sorusuna karşı; “Siz yazdıklarımı görüyorsunuz ama yazamadıklarımı bilmiyorsunuz ki” demiş!
Gandhi; “Yanlışı savunup kalabalıkları arkama katmaktansa, doğruyu savunup yalnız kalmayı tercih ederim” demiş.
Bizimle alakası olmasa da bu açıklamalar üzerine ben de bir ağlama bir hüzün, bir iç çekiş sormayın gitsin! Doğal olarak aklımda ne soru kaldı, ne de test, artık bi başka sefere…