NÜRNBERG MAHKEMESİ'nde 24 SANIK VARDI
Tarihin gördüğü en büyük insanlık suçlarından biri İkinci Dünya Savaşı'ydı.
6 yılda 60 milyon insanın öldüğü, 6 milyon Yahudi'nin de soykırıma uğradığı bu büyük trajedi sonunda savaştan mağlup çıkan Almanya'nın “Nazi” yöneticileri yargılandı.
Nürnberg'deki Mahkemeden sadece 24 Alman Nazi'si uluslararası hakim heyeti önüne ççıkarıldı.
Bunlardan 3'ü beraat etti, 12'si idam edildi, 4'ü 10-20 yıl arası hapis cezasına 3'ü de müebbet hapse mahkûm edildi. Bir kişi idamdan hemen önce intihar etti, bir sanık ise firariydi.
Yine tarihin en önemli mahkemelerinden biri olarak kabul edilen Nürnberg'de sanık sayısının azlığı eleştirilere neden olmuştu.
Ancak uluslararası mahkemenin hukukçuları “Önemli olan büyük kitleleri harekete geçiren kişilerdir. Bunların yargılanması ve cezalandırılması sonunda o kitleler başsız kalırlar ve dağılmaya mahkûm olurlar” görüşünü savundular.
Sonuçta bu görüş kabul edildi.
Mahkeme sanıklarla ilgili kararını verdikten sonra kurulan yeni Almanya Nazilere de hizmet etmiş kadrolarla birlikte yola devam etti.
“Faşizm” bir siyasi görüş olarak yasaklandı.
Nazilik tamamen ortadan kaldırıldı ve yasaklandı.
Buna rağmen Almanya'da hala “Nazi artıklarının” olduğu ve “Hitler özlemi” içinde yaşayanların varlığı gerçek, ancak hiçbir şekilde etkin olamadıkları da biliniyor.
Nürnberg Mahkemesi'ni örnek göstermemin nedeni, şu anda ülkemizde yürütülen cemaat operasyonları ve açılacak davalar.
60 milyon kişinin ölümünden 6 milyon kişinin de soykırıma tabi tutulmasından sadece 24 kişi sorumlu tutulurken bizde “kendi halkına ateş açmak” gibi bir insanlık suçunu işlediği gerekçesiyle binlerce kişi tutuklandı, on binlerce kişi de “yargısız infaza” uğratılarak işlerinden atıldı.
Elbette Fethullah Gülen cemaati büyük bir insanlık suçu işlediği gibi on binlerce kişinin hayatını karartan çok kirli operasyonlara da imza attı.
Ancak şurası da bir gerçek ki, bu cemaate gönül verenlerin ezici bir kesimi “dini duyguların baskısı altında, adeta efsunlanmış gibi mehdi olarak gördükleri bir adama bağlanmış” kişiler.
Kendi başlarına hiçbir şey yapma yetenekleri ve hatta akıl/zekaları olmayan bu kişilerin, onları yönetenlerin etkisiz hale getirilmesiyle birlikte “başı kesik tavuk” gibi ortada kalacakları da gün gibi ortadadır.
Bu nedenle iktidar her köşede bir cemaatçi bulma telaşı yerine, kim olduklarını “adı gibi bildiği” asıl cemaatçileri toplayıp yargı önüne koymalıdır.
Bunların sayısı elbette Nürnberg'deki gibi 24 tane olmayacaktır, ama on binlerce de olmamalıdır.
Her türlü izan, akıl, zeka, idraktan yoksun adeta birer meczup olarak bile tanımlanabilecek cemaat müritleriyle uğraşmak yakın gelecekte çok ciddi hukuki, ahlaki ve insani olumsuz sonuçlar da doğuracaktır.
Bu olayda aslolan, asker içindeki emir komuta zincirinin en üst halkası, devlet kurumlarında görevlendirilmiş imamlar, kitleleri etkilemek için kullanılan abi ve ablaların grup başkanları, medyadaki kimi tetikçiler ve ister gönülden ister menfaat için olsun bu örgütün çalışmasına çok ciddi maddi katkı sağlayan iş adamlarıdır.
Bunların cezalandırılması sonucu geri kalanlar kendiliklerinden dağılacaklar yaşadıkları dehşet ve korkunun da etkisiyle muhtemelen ülkelerine bağlı birer fert olarak kamu hizmetine devam edeceklerdir.
KAFAMI BOZAN ŞEYLER
Mahmut Övür buna gazetecilik diyor öyle mi?
Havuz medyanın tanınmış tetikçilerinden Mahmut Övür iktidarın “cemaat paniğini” biraz hafifletmek, ve sorumluluğu gizlemek için, aldığı talimatlar gereği CHP üzerinde bir algı operasyonu başlatmaya kalktı.
Yazdığı yalan haberle esasında “rezil olan” ama buna pek aldıracağını sanmadığım Mahmut Övür gibilerin medya dünyasında olması hepimiz adına utanç verici bir şeydir.
Neden bu kadar ağır ifadeler kullanıyorum, “arz edeyim” efendim.
Mahmut Övür CHP ile dinci faşist cemaat arasında bir ilişki olduğunu göstermeye çalıştığı yazıyı talimatla yazmıştır.
Şuradan biliyorum.
7 Eylül akşamı 1antv'deki yayınımız bittiğinde whatsapp'ımda bir mesaj gördüm.
Güvendiğim bir isimden gelen uzun mesajın başlığı Pensilvanya ve 4 CHP'li idi.
Yazıyı okudum, dehşete düştüm. Çünkü o yazıyı güvendiğim ismin aldığı bilgiler çerçevesinde toparlayıp bana gönderdiğini sandım. Eğer o kişi bunu söylüyorsa durum gerçekten vahim demektir.
Gece yarısına doğru, bana mesajı gönderen kişiyi aradım ve “Bu bilgileri nereden aldın, doğruysa facia” dedim.
Bana cevaben “O yazı benim değil, üzerine not düşmeyi unutmuşum, o Mahmut Övür'ün yarınki yazısı” cevabını verdi.
“Peki sana nasıl geldi?” diye sordum.
Yazıyı CHP'nin eski Parti Meclisi üyelerinden biri göndermiş.
Güvendiğim kişi dedi ki “Bana bu yazıyı gönderen kişi konum bilgisini de açık tutmuş. İstanbul'da oturduğu halde konumu Ankara Yenimahalle olarak görülüyor. (Bilmece: Yenimahalle'de ne var?) Sanıyorum Mahmut Övür'e bu yazıyı yazdırmışlar, sonra hata var mı diye yazılan yazıyı görmek istemişler. Onayladıkları yazıyı da bilgi için önceden bazı adreslere göndermişler.”
Rezalete bakar mısınız? Bir gazeteci yazdığı yazıyı, kontrol ettirmek için kendine talimatı verenlere gönderiyor. Onlar da yazı gazeteye konmadan önemli gördükleri bazı kişilere servis ediyorlar.
Sonra da kalkıp bunu gazetecilik diye yutturuyorlar.
Bu “tür”ün kesinlikle medyadan uzaklaştırılması gerekir.
NOT: Bu tetikçi yazar dün “cevap veriyorum” diyerek güya kendini savundu. Evlere şenlik cevapta yazdığı yazının doğruluğunu kanıtlamak yerine CHP'nin “bittiğini” yazısında adı geçenlerin zaten “kötü siyasetçi” olduklarını yazdı. Bu “tür”le aynı havayı solumak bile insanın yüreğini eziyor.
DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER
OHAL tabii ki uzayacak, onsuz yapamazlar ki
Zaman su gibi akıp gidiyor. Cemaatin dinci faşist darbe girişiminden sonra ilan edilen OHAL'de bir buçuk ayı bitirdik. 20 Ekim'de bitecek OHAL'in 3 ay daha uzatılacağı daha şimdiden konuşuluyor.
Hiç kuşkum yok ki OHAL uzatılacaktır.
Çünkü bu iktidar OHAL olmadan artık adım atamaz.
Hele “hiç uymasa bile” yeniden hukuk düzenine dönme zorunluluğu herhalde saraya kâbuslar gördürüyordur.
Bu iktidar ancak demokrasi kurallarının hiç olmadığı, hukukun uygulanmadığı, parlamentonun tamamen devre dışı bırakıldığı ortamlarda “ülkeyi yönetiyormuş” gibi yapabilir. Şu anda saray ve iktidar sorumlularının duymaktan en nefret ettikleri şey “hukuk ve demokrasi”dir.
SORDUM ÖĞRENDİM
Amerika “PYD'yi istemiyorsan, asker sen ol” diyor
Askerimizi “koalisyon güçleriyle birlikte IŞİD'i yok etmek için” Suriye'ye soktuk.
Ancak görülüyor ki, iktidarın asıl amacı IŞİD değil. Zaten IŞİD'le henüz bir karşılaşma olmadı. Sanki yer yarıldı da içine girdiler.
“Acaba” diyorum, paşalarımızın sarılıp öpüştüğü “Özgür Suriye Ordusu” diye tanıtılan silahlı kişiler aslında IŞİD'liler mi? Kim bilir belki Türk askerini görünce araziye uydular, ki zaten IŞİD'le, sarmaş dolaş olduğumuz ÖSO arasında da pek fark yok.
IŞİD diye başlayan operasyon sonra biliyorsunuz “PYD'ye geçit vermeyeceğiz” aşamasına geçti. Şu anda PYD avındayız.
Gerçi Amerika ve Rusya izin vermediği için yine elimiz kolumuz bağlı ama iç kamuoyuna kahramanlık öyküleri anlatılıyor yine de.
Eski bir komutana sordum “Amerika neden PYD'yi vurmamıza karşı çıkıyor?” dedim. “Amerika için fark etmez aslında” dedi eski komutan, “Onlar bölgede savaşacak adam arıyor. Türkiye bölgede etkin olmak istiyor, ama PYD'yi istemiyor, Amerika da diyor ki (Tamam PYD'yi istemiyorsan, bölgede bizim adımıza askerliği sen yap, bunu yapmak istemiyorsan kusura bakma biz asker olarak PYD'yi kullanırız. Bu nedenle sus ve otur.) Yani şu anda yaptığımız da budur, gerisi halkı kandıran palavralardır.”
MERAK ETTİĞİM ŞEYLER
Cemaatle ilgili kaç tane dava açılacak?
Tutuklu sayısının 20 bini geçtiği belirtiliyor.
Tutuklu olmayıp da hakkında dava açılacakların sayısı da en az o kadar.
Ancak bilmediğimiz bir şey var; dinci faşist darbeye kalkışan cemaatle ilgili kaç dava açılacağı.
Hemen her devlet kurumunda operasyonlar yapıldı, tutuklananlar, soruşturmaya tabi tutulanlar oldu.
Yine hemen her ilde tutuklanan dinci, faşist, darbeci cemaat üyeleri var.
Peki, mahkemeler nasıl olacak?
On binlerce kişinin sanık olduğu “tek dava” mı olacak yoksa her kurum ve hatta her il ayrı davalara mı sahne olacak?
Her yerde mahkemeler kurulduğunda, hakimlerin alacağı kararlar daha sonra tartışma yaratabilir.
Aynı suça Erzurum'daki mahkeme ömür boyu ağırlaştırılmış hapis verirken, Edirne'deki mahkeme 10 yıl verirse ne olacak?
Bu soruların cevaplarını şimdilik bilmiyoruz.
Bildiğimiz tek şey, sarayın ağır baskısıyla “bir tane bile kalmayıncaya kadar temizlik” yapılacağıdır.
Ama sıra davalara gelince sanıyorum çok şenlikli günler yaşayacağız.
ŞAŞIRDIM
“Kural hatası yapabilirsiniz” demek ucu açık bir hukuksuzluk demektir
Başbakan Binali Yıldırım dinci faşist Fethullahçı cemaat yapılanmasının temizlenmesi için valilere yönelik bir “yüreklendirme toplantısı” yaptı geçenlerde.
Yıldırım “korkmayın, çekinmeyin” dedikten sonra valilere şunu söyledi; “Memleketin, milletin işini yaparken şekil, usul hatası sonuna kadar yapabilirsiniz. Mesele milletin menfaati, ülkenin geleceği ise, hata yapın. Ama hainlik yapmayın. Hata yapmaya alan var ama hainliğe yok.”
Kamu yönetiminde “şekil, usul hatası” demek “hukuksuzluk” demektir aynı zamanda.
Bir başbakan emrinde çalışanların sırtını “hata yapabilirsiniz, hainlik olmadıktan sonra sorun değil” diye sıvazlarsa, önüne geçilemeyecek bir hukuksuzluğun da kapısını açmış demektir.
“Millet menfaati”nin elbette bir tanımı vardır ama bu aynı zamanda subjektif bir kavramdır. Kime ve neye göre milletin menfaatı tanımlanacaktır. Bugün devlet kadrolarındaki anlayış “millet menfaati” olarak bu iktidara tam bağımlı olmak anlamındadır. O halde kamu görevlileri iktidara daha da yaranmak, bundan da menfaat sağlamak için “millet menfaati” adı altında, hukuksuzlukların hepsini yapacaktır.
İktidar, kendi yarattığı cemaatin ve cemaatin kalkıştığı askeri darbenin paniği ve şoku ile zaten asla inanmadığı “demokrasi ve hukuk'a” aykırı her türlü davranışa yeşil ışık yakmaktadır.
Bunun zararını en çok kendisinin göreceğini hatırlatmak isterim. Bu bir “çok bilmişlik” ya da “kehanet” değildir. Hukuku en çok çiğneyenler, bir gün onun altında kalmaya en yakın kişilerdir.
Bkz; cemaat.
https://twitter.com/can_atakli_
https://twitter.com/can_atakli_