OLANLARI ve OLAYLARI GÖRÜNCE “EY BATIYA!” ne DİYELİM?

OLANLARI ve OLAYLARI GÖRÜNCE “EY BATIYA!” ne DİYELİM?

Günlerce evde işte, köşede bucakta, sohbette, konserde, oyunda, sokakta, pazarda, markette, manavda, takside, otobüste, dolmuşta, trende kim hangi hitabı tutturursa birbirine sözle ya da bakışla; “Ne olacak bu işin sonu?” diye sormaktan helak oldu!

Derken 17 Nisan gelip çattı. Bu kez donan yüzlerdeki kaslar gevşedi, gülümsemeler arttı, selamlaşmalar çoğaldı, hatta Altıyol’dan inerken genç bir polis bana selam bile verdi. “İki insan arasındaki en kısa mesafe gülümsemedir” derler ya! Genç polis eğitimci- yazar olduğumu mu anladı? Ya da artık “hiçbir şey eskisi gibi olmayacak!” duygusu yüreklere ve bakışlara mı yerleşti? Bilemedim.

Bildiğim o ki; Servet, sefalet, saldırı, hakaret gün geçtikçe artarken sözcükleri yerli yerine oturtmaya çalışarak satır başlarıyla da olsa memleketimizin görsel manzarasına şöyle bir bakmakta yarar var!

İşsiz sayısının 7 milyona dayandığı, bu rakamın 142 ülkenin nüfusunu solladığı, belediyelerin milyonlarca lira borç bıraktığı, kaybeden belediye başkan adaylarının hemen ve hiç vakit yitirmeden bakan yardımcılığına atandığı, vekil kızlarının bakanlıklarda işe başlatıldığı, gazetecilerin yargılandığı, hapisten çıkanlara yine ve yeniden hapishane yolunun göründüğü ülkemizin genel manzarası şimdilik bu!

Olağanüstü olayların olağanlaştığı ve sıradanlaştığı, CB’na hakaretten 68 bin 827 kişiye soruşturma açıldığı ülkemizin diğer özel ve genel manzaralarına gelince; Yetkililer, CHP Genel Başkanına yönelik akıl almaz saldırıyı tersinden yüzünden, enine boyuna, dünden bugüne doğru yorumlayıp yanlıştan döner mi belli değil! Taşlı, sopalı, demirli, bıçaklı, keserli, yumruklu olaya protesto diyen var, gaz sıkışması diyen var, “niye gittin?” diye soran var…

Ekonominin, hakça paylaşımın, sokaktaki insanın hayatına dokunmanın hayatın olağan akışı içindeki yerinden ve öneminden  bihaber olanlar var, hem de çok var.  Bu arada ülkemizin 500 milyar dolara yakın borcu var. 2018 yılında ülkemizden 4 bin milyonerin göçtüğü,  bu sayının 17 bini bulduğu gerçeği var.

Ülkemize gelen yabancıların dağa taşa, duvara, meydana, köprüye tünele yapıştırılan afişlere bakarken; “Gönül işi, sevda işi, bizimkisi aşk!” sözlerini okudukça ne düşündüklerine yönelik merak var.

Ülkemizi görmeğe gelenlerin; Yöneticilerimizin “simit yiyin elinizde para kalsın!” önerisi karşısında kendi ülkelerinin yöneticileriyle kıyaslama yaparlar mı sorusu var. Yine basın özgürlüğü listesinde 157.sırada yer alan, sefalet endeksinde 62 ülke içinde 4. sıraya yerleşen bir ülkemiz var.

Belediyelere atanan kuyyumların makam odalarını israfın ve görmemişliğin göstergesi olarak varaklı- banyolu saraylara dönüştürdüğü, başta İran ve Suudi Arabistan olmak üzere yabancıların konut alırken, yerli halkın iç çekerek baktığı, resmi işsiz sayısının 7 milyonu geçtiği, resmi genç işsizliğinin yüzde 26.7’ye ulaştığı  memleketimizin yarınlarına yönelik ciddi bir kaygı var.

Evlerine dönmeyi asla düşünmeyen, günde 300 Suriyeli bebeğin dünyaya geldiği, 400 bin Suriyeli bebeğin topraklarımızda doğduğu, bugüne kadar anlı şanlı konukseverliğimizden ödün vermeyerek kendilerine 37 milyar dolar para harcadığımız misafirlerimizin bu hızla ve bu kararlılıkla bize daha ne gibi bedeller ödeteceği sorusu var.

“82 milyonun cumhurbaşkanıyım, kızgın demiri soğutalım” diyen CB’nın çevresindekilerin yıllardır kullandığı yıkıcı ve sert dilin demiri ısıtmada büyük rol oynadığı kanıtlanmışken, keşke bu demir hiç ısıtılmasaydı,  bu bagajlara sahip bir imaj yaratılmasaydı diyenler var.  82 milyonun nasıl kucaklanacağı beklentisi var.

Toplumun ne kadar yorulduğunu, kutuplaştırıldığını, ötekileştirildiğini, haddinin ne kadar sık bildirildiğini yaşayanlar var. Onca kahır, eziyet, beklenti, özveri, keder, ıstırap, sabır bekleyişinden sonra biraz da olsa toplumsal moralin yerine geldiğini görenler var.

Meydan meydan, ekran ekran, kürsü kürsü, salon havaalanı, cami avlusu, saray artık nere olursa! Sakin bir tonda değil bağırıp çağırarak, sert tonlama ve gergin ifadeler takınarak toplumun ne kadar yorulduğuna tanıklık edenler var. Bu dili duydukça toplumun açık ve kanayan yaraları böyle sarılmaz- sarılamaz diyenler varken, Ankara Çubuklu’da yaşananlar var!

Uzatmayalım! Şimdi batıya ne diyeceğiz?

Başa sararsak! AKP sözcüsüne göre; “Ne yapıldı bilmiyorum ama CHP’ye yarasın diye yapıldı. Hiçbir şey olmasa bile diyoruz ki kesinlikle bir şey oldu. Her ileri sürdüğümüz doğru olmayabilir. YSK incelesin istiyoruz.” Bu sözlerin hukukta, diplomasi dilinde, siyasi tarihte, toplumda karşılığı var mı, ya da olabilir mi? Onu ancak yargı bilir!

Bizim bildiğimiz o ki;  Ortada bunca zarar ziyan, bunca usulsüz harcama varken ve en önemlisi omuzlara yüklenen bunca sorumluluk varken zaman kaybını önce kendimize sonra da sıkı takipçimiz olan batıya nasıl izah ederiz?

Seçim öncesi, seçim sırası, seçim sonrası yaşananlara bakınca; görünen köy kılavuz istemese de öncelikle sert ve ayrıştırıcı dile veda etmeliyiz. Sinekten yağ çıkarmaya çalışmamalıyız, ülkemizin selameti için hep birlikte fabrika ayarlarına dönmeliyiz. Bunun içinde öncelikle birbirine tahammül etmeyi, birbirini anlamaya çalışmayı, birbirinde eksik- kusur aramamayı öğrenmeliyiz.

Dünden bugüne, tarihimizden dünyaya bakınca! Bazı şeyler gösterdi ve gördük ki; bazen yıkılmaz denilen kaleler yıkılabiliyor, aşılmaz varsayılan dağlar aşılabiliyor, çıkılmaz görülen kale duvarlarına  tırmanılabiliyormuş. Dil büyüleyici olabiliyormuş…