ÖNEMLİ OLAN KAF DAĞI’nın ARDI mıdır?
Devri devletlilerinin döneminde soru işaretleri hiç tükenmedi. Garibim çengellerin ucu daima havada asılı kaldı! Gün geldi soruldu unutuldu gitti, gün geldi sorulamadı bir köşede kaldı,gün oldu zaman aşımına uğradı, gün geldi soruldu eften püften yanıtlarla geçiştirildi.
Bu gerçekçi ve biraz da Osmanlı (!) girişten sonra sormak gerekir. Şimdi önemli olan Kaf Dağı’nın ardı mıdır? Veya görünen yüzü müdür? Yoksa gidilmek istenen çetrefilli, inişli çıkışlı(duble yol mu demeliydim?) yolu mudur? Bilemedim. Bildiğim eğer yolun başındaysak ardıdır deriz, yolun ortasındaysak hele biraz bekle diye geçiştiririz,yolun sonuna gelmişsekberisidir deriz olur biter. Biter mi? İşte orada duralım ve düşünelim!
Erdoğan; “Siyasetin eski yıllardaki mutabakat ve sadakat diline hasret çekiyorum” buyurdu! Acaba hasret çekilen şey için emek verildi mi, özlemi duyulan mutabakat dili için özveride bulunan oldu mu? Aranan ortam için samimi adımlar atıldı mı? Bu soruların yanıta muhtaç olduğunu bilince duruyor ve dalıyor insan…
Zorbanın haklı sayıldığı, emekçinin ezildiği, korkunun her yanda kol gezdiği, güçsüzün sesinin çıkmadığı, ağzını açanın susturulduğu, doğruyu söyleyenin 9 köyden kovulduğu bir ortamda siyasetin dili keşke liderler arası mutabakatı ve geçmişte yapılanlara sadakati içerseydi bu yazı yazılmazdı!Sabrınıza sığınarak aktarıyorum;
“Ya! Be! Yav! Külahıma anlat! Haddini bil! Sen kimsin?” nidalarıyla seslenerek mutabakat sağlanır mı?“Öğren gel, daniskası bizde var, o geçer bu geçemez diyor muyuz?” gibi seslenişlerle (Dikkat isterim! Serzeniş demiyorum!)özlemi çekilen siyasi dil sağlanır mı?
Yine ve yeniden referanduma gelelim! Bir oylama ki devlet desteğiyle anayasa oylamasından çıkarılıp rejim değişikliği havasına sokulursa, bizzat Erdoğan tarafından; “16 Nisan’da Türkiye yeni bir sistemi seçmenin bayramı yapacak!” şeklinde lanse edilirse, gözümüz, kulağımız, algımız, ufkumuz tutsak alınan saldırgan bir propagandaya 7-24 maruz kalırsa,bunu anlamak da anlatmak da zor olmaz mı?
Bize olmasa da, aklıselime ve hele de gelişmiş batıya iki kere zor olmaz mı? Yok, artık bu kadarı da olmaz demeyin var artık. Açıklama ve eleştirilere bakınca oldu bile…
“Bu işleri hayata geçirmek için 2019 yılını bekleyeceğiz” açıklaması için nedir aceleniz demezler mi? Ya da sahi nedir aceleleri demez miyiz?
Hasreti çekilen sadakat ve mutabakat dilinden girdik yazıya. 160 gazeteci hapiste iken, adaletsizlik kalbi dağlamaz mı mesela! Normal olmayanı normal gibi gösterme güveni azaltmaz mı mesela! Güzel bir ülkede doğmak ama yanlış bir şekilde yönetilmek insanı yormaz mı ya da yanlı bir şekilde yönetilmek ama doğru duruştan ödün vermemek insanı gerip tedirgin etmez mi?
Paralel paralel yollarda birlikte yürüyüp sonra da mıntıka temizliği sırasında aldatıldık demek, önce helalleşip sonra da hesaplaşmak devletlular açısından güven bunalımına yol açmaz mı?
Bu konuda şimdilik bu kadarla yetinelim ama konu üzerinde söyleyecek sözümüz bitmedi diyelim. Devam edeceğiz. Çünkü konu kişiye özel değilse, yazara hiç değilse, gündemi hep meşgul ediyorsaişin rengi de şekli de değiştiğinden sık sık yazmak ve yinelemek şarttır. Dolayısıyla yapacak çok iş, soracak çok soru, alacak çok yol vardır.
Hele bu alacakaranlık hüküm sürerken ve hele de demokrasi uzak bir hayalken!
Not: Yazılarıma yolladığınız katkı, onay, eleştiri, tepki ve itirazlara toptan teşekkür ediyor, ağız tadıyla kutlayamadığımız 1 Mayıs Bayramımızı gecikmeli olarak kutluyorum…