ÖZGÜN ve ÖZGÜR TÜRKİYE…

ÖZGÜN ve ÖZGÜR TÜRKİYE…
 

Bilinen ve yaygın olan bir şeydir. Bazı büyük yöneticiler emekli olduktan sonra hatıralarını yazarlar. Deneyimlerini, bilgi birikimlerini, yaptıklarını sevenleriyle paylaşır,böylece konuştuklarını ve yaptıklarını dilden dile dolaştırırlar. Bence Erdoğan ve Binali Bey eğer düşünürlerse çok kalın ve kapsamlı olacak yazacakları hatırat!

Kuşkusuz ki bunu düşünen tek kişi ben olamam. Gönüllerde taht kurmanın yolu biraz de buralardan geçtiği için, gönlündetaht kurulanların sayısını çoğaltmak lazım!Ya da klişe deyimle ünlüyken küpü doldurmak gerek…
 

Diplomasiyi herkesin anlayacağı düzeye indiren; “ Yumuşak başlıysak koyun değiliz. Bir gece ansızın gelebiliriz!” ya da “zırvaya değil, zirveye gidiyorum!” diyebilen, “virgül değil nokta koyacağım!” şeklinde sinyaller veren ve ABD’ye 22 kez giden bir genel başkandan ve başkan adayından söz ediyoruz! Bu birikim yazılmaz mı?
 

“Tamam, darbe oldu, tepki gösterdik, hayat devam ediyor, ama bunlar olur, olan olmuştur artık!” şeklindeki açıklamasıyla son derece önemli bir konuyu bile herkesin anlayacağı(!) şekilde anlatan bir başbakandan söz ediyoruz! Bu rahatlık örnek oluşturmaz mı? 
 

“Ortadoğu’da en büyük oyun kurucu biz olacağız. Bizden habersiz kuş uçmayacak” diyen eski başbakanlardan söz ediyoruz! Bu derin strateji ve bu değerli yalnızlık(!) paylaşılmaz mı?
 

Bunun bilincinde olduğumuzu düşünmek isterim…
 

İnsanların konuştu diye, düşündü diye yazdı diye yargılanıp tutuklandığı( tutuklandığı!) bir ülkeden söz ediyoruz. İster korku, ister itaat, ister hile hurda kaynaklı olsun güçlünün kendi devamını sağlamada muazzam başarılı olduğunu hep birlikte nefessiz izliyoruz. Hele de aynı ideolojik hamur içinde yoğrulanların sergilediği dayanışmaya hayranlık duyuyoruz! Gel deyince gelen, Ey!Deyince sinen, git deyince bazen diklenip, bazen gidenlerin rahatımızı nasıl da kaçırdıklarınısık sık örnekleriyle görüyoruz. Ona da bulurlar bir çözüm deyip bekliyoruz.
 

5 kişiden biri yoksulsa, bireylerin yüzde 22 si yoksulluk sınırının altında ise, bu oran ailedeki birey sayı arttıkça yüzde 46’yı buluyorsa ekonomik dengelerde ciddi sorun var demektir.
 

Yine bireylerin yüzde 43’ü ısınamıyorsa, genç işsizlik tavan yapmışsa, memleket şantiyeye çevrilip betona boğulmuşsa yerel yönetimlerde ve yapılaşmada büyük sorunlar var demektir.
 

Belediye başkanlarının Fetöcülükten yargılanan damatları hastane raporuyla salınıp, ilk günden bu sorunu yazan gazeteciler içeriye tıkılıyorsa yargılamada bir sorun var demektir… 
 

80 milyonluk Türkiye’de her 5 kişiden birinin yoksulluk sınırında olduğu önemsenmiyorsa,  15-22 yaş arasındaki çocukların yüzde 18.3’ ünün eğitimlerini yarıda bırakmak zorunda kalmaları umursanmıyorsa,  bunun salt ülkeye değil, bölgeye de maliyeti büyük demektir…
 

KHK ile işlerinden atılan akademisyen Nuriye Gülmen ve eğitimci Semih Özakça’nın sürdürdükleri ölüm orucu özellikle yönetim katında görmezden geliniyorsa,yargıda torpil gazete manşetlerinden inmiyorsa yargıda acilen el atılması gereken boşluklar var demektir…
 

Ve sonuç olarak tüm bunlar gücüne gitmeli insanın. Gücüne gitmeli insanlığın demektir…
 

Yazının başına dönerek, anıların yazılmasına girersek;İç politikada puan toplamak için ona buna hakaret etmek, gücümüzün üstünde tehditler savurmak, hemen geri adım etmek, bize ne çevrede ne de batıda dost bırakmadı. 18 adamızı işgal eden Yunanistan’a çıt çıkaramadık! İçte, hayata ve birbirimize bakışımız değişti,  dışta itibar kaybına uğradık. Keşke hatırat yazılırken özeleştiri (öz sorgulama) yapılsa- yapılabilse…
 

İşte o zaman;“Otoriter bir ülkeyi Avrupa’ya kabul edemeyiz” diyen İtalyan Sosyalist ve Demokratların Başkanı GianniPittela’nınsözlerini önemsemez, “Almanya -Türkiye ilişkileri 2. Dünya Savaşından bu yana hiçbir zaman bu kadar kötü olmadı”şeklinde açıklama yapan Alman diplomatın sözlerini de dikkate almazdık...