ÖZGÜRLÜK, İNSANLIK, VİCDAN...
Aslında birbiriyle çok bağlantılı sözcükler...
Özgürlüğün askıya alındığı, unutulduğu ya da hiç olmadığı ortamlarda insanlık, dostluk, arkadaşlık, vefa olmuyor, olamıyor... İrili ufaklı insancıkların birbirini sırtından hançerlediği, gammazladığı, linç ettiği, asla hak etmemiş küçücük yaratıkların egemen olduğu bir “güruh ortamı” hızla büyüyor ve toplumu esir alıyor... İnsanlığın olmadığı yerde ise vicdan denilen en kutsal duygu sözlüklerde dahi yer alamıyor...
Bu üç sözcüğün toplumu terk ettiği ülkelerde, üç sözcük topluma egemen oluyor, benlikleri esir alıyor:
-Güç, hırs, para!..
Toplumun en üst katmanından taa dibine dek insancıklar bu güdüler tarafından yönetilmeye başlıyor... Sırf bu sözcükleri temsil edenlere yakın olmak, meşrebine, bulunduğu sosyal konuma göre siftinebilmek uğruna insancıklarda yaltaklanma, tapınma, “ait olma” duyuları gelişiyor... Gözlerinin önünde olan bitene bakıyor ama görmüyorlar... Hırsızlıklar, yolsuzluklar, çocuklarının geleceğinin yok olması, baskılar, sansür, dayak, biber gazı, cop, savaş, talan hiç mi hiç etkilemiyor bu insancıkları...
-Ancak başlarına geldiğinde ağlaşıyorlar, o kadar!..
Sonrasında, kaldıkları yerden devam ediyorlar... Toplumun, insanlıktan, vicdandan nasibini almış, olanlar karşısında yüreği sızlayan, on milyonları oluşturan kesim ise büyük bir yeisle “elinden bir şey gelmeme” duygusu, korku, öfke içinde kurtarıcı bekliyor... Ancak iş birlik olmaya, ayağa kalkmaya, hakkını aramaya geldiğinde, üzerindeki ölü toprağını bir türlü atamıyor, siniyor ve yalnızlık duygusuyla o karabasanı yaşamayı sürdürüyor...
Sevgili Ataol Behramoğlu, “Tek Başınalık” şiirinde işte bu duyguyu ve yok oluşu anlatıyor, bir kaç kıtasını paylaşmak istiyorum:
-Ben tek başıma ne yapabilirim diye düşündü biri/ Ve hiç bir şey yapmamaya karar verdi/ Ben tek başıma ne yapabilirim diye düşündü bir öteki/ Ve yalnızlığın kuytuluğuna çekildi/ Ben ne yapabilirim diye düşündü milyonlar/ Milyonlarcaydılar/ Ve tek başınaydılar/ Bu arada birileri /Onlar adına karar vermekteydi/ Tek başına olduklarını sananlar/ Topluca ortadan kaldırıldılar...
Üç sözcüğün iflas ettiği ülke!..
Elini taşın altına koyan bir avuç insana gelince...
Onları da hep baskı, işsizlik, sansür, sorgu, hapishane bekliyor... Özgürlüğün, insanlığın, vicdanın iflas ettiği her ülkede, her toplumda aynı şeyler biteviye yaşanıyor...
Pekii, ben niçin bu üç sözcüğü seçtim diye soracak olursanız; son yaşadıklarımızdan örnekler verebilmek için derim!..
Biliyorsunuz, bizim “en büyük Türk büyükleri” sabah-akşam ne kadar da özgür, ve mutlu olduğumuzu söyleyip duruyor... Bir konuda haklılar; bu ülkede düşünce özgürlüğü sapına kadar serbest, bunda en ufak tereddüdüm yok... Sıkıntı ifade özgürlüğünde!.. Yani istediğin kadar düşünebilirsin ama ifade etmen yasak!. Ülkenin hapishaneleri ağzına kadar dolu, yenileri için planlamalar yapılıyor... Son örnek,Tuğçe Tatari ve Hasan Cemal’in kitapları... Bilen bilir, Hasan Cemal’le yollarımız çok ayrıdır, kesişmesi de hiç mümkün görünmemektedir. Tuğçe Tatari’yi de medyadan izlerim.. Gazetecilerin, yazarların kitaplarının “terör propagandası” gerekçesiyle toplatılması, yazarlar hatta kitabı basan matbaacılar hakkında “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” kapsamında soruşturma açılması “özgürlük” sözcüğünün hangi harfinde bulunuyor acaba?. Saray’ın bir zamanlar “abi” diye seslendiği Cemal’in kitabını okudum; Çözüm sürecinde, ilgili yetkililerin, yanaşma medya kalemşorlarının söylediklerinin, yazdıklarının yanında “beş yaş çocuk masalları” gibi kalır!..
Gelelim “İnsanlık” meselesine... Birkaç gün önce Meclis’te AKP ve CHP milletvekilleri birbirine girdi. AKP Milletvekili Nurettin Yaşar’ın şu sözleri fitili ateşledi:
-Kürtleri eski rejim, eski sistem, eski Kemalist yapı, eski faşizm asimile edemedi; PKK hiç edemez...
Özlü sözler tabii; ancak adını bile duymadığım vekil sıfatlı muhteremin, sevgili İlhan Selçuk’un deyişiyle “zaman, mekan, uzam”konusunda pek dersini çalışmadığı ortada!.. “Faşizm” sözcüğünü bilerek kullandıysa yakın tarihten haberi yok demektir. Sözcüğü, fonetik özelliğinden dolayı kullandıysa daha kötü, çünkü söyledikleri eski değil, yeni Türkiye’ye pek yakışıyor!.. CHP’li Levent Gök, şöyle yanıt vermiş bu muhtereme:
-Atatürk olmasaydı, acaba kendisi doğacak mıydı ya da kimden olacaktı?..
Vicdan kanaması!..
Muhtarları kim bilir kaçıncı kez Saray’da ağırlayan Cumhurbaşkanı, Rusya’yı eleştirirken vicdandan söz etti; “Ey Rusya” diye başladığı cümle şöyleydi:
-Yarım milyon insanı öldüren bir rejimle hayatta kalma mücadelesi veren insanları aynı kefeye koymak için herhalde vicdansız olmak gerekir...
Cumhurbaşkanı bu cümleyi kurduktan bir kaç saniye sonra da şunları söyledi:
-Aramızdaki ticaret hacmi 35 milyar dolardı. Hedefimiz 100 milyar dolardı... Ne yazık ki Rusya bizi anlamadı. Rusya iki tane pilota, Türkiye gibi bir dostunu ne yazık ki kaybederek böyle bir hamleye girdi...
Vicdanımın kanadığını hissettim “İki tane pilota kaybedilen Türkiye” cümlesini okuyunca. Bu haberin altına yazılan yorumları ya da ne düşündüğümü yazmayacağım. Bunun yerine, Saray’ın bu sözlerine Rusya Dışişleri bakanlığı Resmi Temsilcisi Maria Zaharova’nın verdiği yanıtı paylaşacağım:
-Basın, Erdoğan’ın sözlerini şu şekilde yazıyor: “Rusya iki tane pilota Türkiye gibi bir dostunu kaybetti: Şimdi kelimeleri olması gerektiği gibi koyalım: “Rusya, Türkiye yüzünden iki tane pilotunu kaybetti.”