“SANAT” mı DEDİNİZ?
Başlığın SANAT bölümü son izlediğim oyunun adı! Konu ilginç mi ilginç! Kadro dersen bomba gibi, zımba gibi! Yazarı Yasmine Reza, çevireni Gencay Gürün, yönetmeni Sennur Nogaylar, oyuncular MSM’den olunca başka nasıl olur ki? Konuyu, sade bir dekor içinde üç genç oyuncu, Hasan Baran, Derya Ergüç ve Fikret Gedik alıp sürüklüyor…
Sahne ışıkları aynı zamanda yönetmen yardımcısı olan Kerem İnci’ye emanet edilmiş. Tanıtım afişini ilk gördüğümde, hele de; “Uygarlık dille başlar, konuşma ile başlar, üslupla başlar” sözünü okuduğumda bu oyunu izlemeli ve bir yorum yazmalıyım diye düşündüm. Çünkü uzun süreden beri uygarlığın, dilin, konuşmanın, üslubun artık hiç önemsenmediği bir dönem ve ülkede yaşıyordum!
Oyun çocukluk arkadaşı olan üç gencin, üç sıkı dostun, Marc, Serge ve İvan’ın ilişkilerini, dostluk anlayışını, vefa duygusunu, gündelik yaşamını sorgularken, alınan bir tablo üzerinden çatışmaları dile getiren akıcı bir komedi olarak kurgulanmış…
Konu evrensel, dil işlek, metin ilginç, çeviri sade, sahne uyarlaması iyi olunca, hele de gözü yormayan dekoruyla göz doldurunca seyirciye sadece oturup izlemek ve alkışlamak kaldı. Ben de öyle yaptım, salon da öyle yaptı…
Şimdi yiğidin hakkını yiğide, Sezar’ın hakkını Sennur Hoca ve ekibine verme zamanıdır…
Üç kişinin oynadığı SANAT Oyunu satır aralarında birden bire kendinize rastlayacağınız bir anlatım yolu izlenerek kaleme alınmış. Yadırgamadan, şaşırmadan, kendinizden bir şeyler bularak izliyorsunuz oyuncuları…
“Yazar- çevirmen – yönetmen” üçlüsü bilinen ve kabul gören doğallık ve sahicilikleriyle, deli dolu bir konuyu, sıcak bir anlatım tekniğiyle işleyerek, ilişkileri yer yer gerip, yer yer pişmanlıklar yaşatarak sarıp sarmalamış ve yüreğe dokunan bir öykü ortaya çıkarmışlar…
Oyunun üç karakteri olan Marc, Serge ve İvan hayatın içinden tipler. Çocukluğunu anlatan, gelgitler yaşayan, gençliğini ve ailesini sorgulayan, geçmişiyle hesaplaşan, yaşadığı hayatın monotonluğunu altında ezilen, yeni bir aşka yelken açan, evliliğe hazırlanan, kurtuluşu psikoloğa gitmekte bulan, sanata sığınan üç arkadaşın ev halini izlerken dokunaklı öyküler de duyuyorsunuz…
Sennur Hoca’dan ve öğrencilerim Hasan Baran ve Kerem İnci’den oyunu duyduğum andan itibaren olay yerine( sanat mahalline mi demeliydim?) koşarak değil uçarak intikal edeceğim dedim ve ben sözümde durdum.
Sırada siz varsınız! Lütfen bu oyuna gönüllü bir mesai ayırın!
Oyunun bizlere tuttuğu o aynada gülerken, düşünürken, kendimizi- geçmişimizi- çevremizi yargılarken iddia ediyorum güçlü, duygulu, yalın, akıcı, anlaşılır, öğretici ve akılda kalıcı bulacak, siz de benim gibi anlatımın inceliğine, sadeliğine, akıcılığına hayranlık duyacak ve bana teşekkür edeceksiniz!
Kurum mensubu ve sanatsever olarak beni en çok neresi etkiledi derseniz yanıtım şu olur. Oyun; Kurmacaya değil yaşanmışlıklara yer vermiş, her yerde rast geleceğimiz insanları anlatmış, o çok yakınımızda duran insanları, içimizden birilerini konu olarak seçmiş ve insanın yüreğini içine almış dersem abartmış olmam. İnanın...
O nedenle bu oyunu asıl sahiplerine, sanatsever izleyicilere emanet ediyor, verilen emeğe, gösterilen özene sayfalar dolusu, satırlar dolusu teşekkür ediyor, izlemenizi hararetle öneriyorum. Beni MSM adına kıvandıran, tiyatromuz adına zenginleştiren, öğrencilerimiz adına umutlandıran bu oyunda emeği geçen herkesi kutluyorum.
Önemli Not: H.Böll öldüğünde Alman basını demiş ki “Vicdanımız öldü!” Bu sözün bir kısmını ödünç alacağım ve diyeceğim ki; hesaplı kitaplı adımlarla vicdanların kanatıldığı günümüzde, gerilimi hep diri tutan ülkemizde, SANAT adını taşıyan bu alçakgönüllü ve müthiş çaba ve özveri isteyen oyuna duyarsız kalmayın.
Yazarın Notu: Tabii ki izlenimlerimi bir köşe yazısının sınırlarına hapsetmek ve sığdırmak zor! Ayrıntıya dalarsam, “nasılsa okuduk ne gerek var izlemeye” diyeceğiniz ortada! O nedenle kısa kestim…
İzlediğinizde usta bir kalemden ehil bir yorum olduğunu görecek ve genç yetenekleri elleriniz kızarıncaya kadar alkışlayacaksınız…