SANKİ DÜŞMANLARI ÇOĞALTMAMIŞLAR GİBİ ŞİMDİ “DOSTLARINIZI ARTIRACAĞIZ” DİYE KANDIRIYORLAR!
Yandaş medya havalarda uçuyor.
Neymiş?
Türkiye çağın gereklerine uyarak artık çok gerçekçi bir dış politika ile dünyadaki süper gücünü gösteriyormuş.
Erdoğan ve AKP iktidarı tarih yazıyormuş.
Dış politikada destansı bir dönem başlamış.
Merkez denilen aslında iktidara bağımlı olan ama saray tarafından sürekli aşağılanan medyanın ünlü kalemşörleri de “Erdoğan'ın bu yapıcı politikalarını yürekten destekliyoruz” övgüleri düzüyor.
Hepsinin geleceği sarayın iki dudağının arasındaki iş dünyası da çok mutlu.
Türkiye'nin dünya yıldızı olacağını, çok paralar kazanacağımızı söylüyorlar.
İktidarın başarılı işler yapması, Türkiye'nin çıkarları doğrultusunda adımlar atması elbette hepimiz için sevindiricidir.
Ancak rüya da görmeyelim.
Türkiye'de yaşayan yandaşı yalakası, baskı altındaki çıkarcısı büyük umutlar besleyebilir ve hepsi birer “kullanışlı
aptal” rolünü oynayabilir ama dünya
böyle değil ki.
Amerika'sından Rusya'sına, İsrail'inden Çin'ine, Mısır'ından Japonya'sına kadar herkes her şeyi bilmiyor değil.
Türkiye dostlarını artırıyormuş.
Peki şimdi artırdığımız dostları zamanında kim nasıl kaybetti?
Sırayla bakalım;
İSRAİL: Ne sorunumuz vardı? Fiİlistinlilere uyguladıkları baskılar sadece bizim değil bütün dünyanın tepkisini çekiyordu. Türkiye ne yaptı? Sanki konu kendi iç meselesiymiş gibi öne atıldı. Önce dünyanın gözü önünde bu ülkenin Cumhurbaşkanına hakaretler yağdırdı. Sonra çok gereği varmış gibi engel olunacağını bilerek Türk bayrağını indirip yabancı bayrak taktırdığı sözde yardım gemisini İsrail'in üzerine sürdü. 10 vatandaşımızı kaybettik. Bu ülkeyle ilişkiyi kestik. Her gün ağır hakaretlerle saldırdık. Açıkçası karşı bir tavır da görmedik. Sonunda “aman barışalım” dedik.
IRAK: Mezhepçi anlayışla Irak yönetimi ile hep ters gittik. Kürt devletini hem kırmızı çizgi kabul ettik hem Irak yönetimine karşı kullanmaya kalktık. Dünyada hiçbir itibarı olmayan, gücü kendi ülkesine bile yetmeyen Irak hükümetinden bugüne kadar görülmemiş ağır hakaretler yedik sineye çektik.
SURİYE: Bir dönem neredeyse aynı evi paylaşacak kadar dost gibi göründüğümüz Esad'ı, içine düştüğü sıkıntı sırasında Amerika adına devirmeye kalktık. İç savaşta taraf olduk. Sadece Esad düşmanlığı ile hiçbir gücü olmayan sözde muhalifleri destekleyerek sürekli kan akmasına yardımcı olduk. Eğer Suriye'de 500 bin kişi öldüyse bunların kanının bir bölümü de ne yazık ki bizim ellerimize bulaştı. Şimdi “Esad hariç” diyerek Suriye ile dost olmaya çalışıyoruz.
MISIR: Mısır'da Mübarek'in devrilmesinden sonra sevinç çığlıkları atarak Türkiye'deki AKP'nin benzerinin işbaşına gelmesi üzerine kendimizi Mısır'ın yeni başkanının hamisi gibi görüp rol almaya çalıştık. Ancak desteklediğimiz kişi Mısır halkının olduğu kadar dünyanın da tepkisini çekti. Bir halk hareketi başladı, ordu bir tarafta 10 milyon bir tarafta 1 milyon kişi olduğunu görünce gücünü halktan yana koydu, cumhurbaşkanını devirdi. Buna çok öfkelendik. Aylarca Mısır aleyhine davrandık. Şimdi Dışişleri Bakanı “Mısır'la dostluktan” söz ediyor. Aldığımız cevap “Önce yeni rejimin meşruiyetini tanıyın” oldu.
RUSYA: Neredeyse hiçbir sorunumuz yoktu. Suriye'de tek hedef Esad'ı devirmek olunca 17 saniyelik bir hava ihlalini bahane edip Rus uçağını düşürdük. Ardından aklımıza gelen her hakareti savurduk. Sonunda baktık her şey aleyhimize gelişiyor, çok kaybediyoruz “Barışalım” diye özür mektubu gönderdik.
Sonuç olarak; insanın kanına dokunan, gururunu zedeleyen “her türlü düşmanlığı tek taraflı olarak yaptıktan ve bundan da oy olarak nemalandıktan sonra şimdi U dönüşü yaparak ve yine oy olarak nemalanıp işin içinden sıyrılmaya çalışmamız ve güya aklı başında insanların da “ne kadar iyi oluyor” diyerek buna alkış tutması.
KAFAMI BOZAN ŞEYLER
KÖPRÜDEN GEÇSEK DE GEÇMESEK DE PARASINI ÖDEYECEĞİZ
Saraydaki herkesi “bidon kafalı” yerine koyuyor ya Üçüncü Köprü ile Körfez Geçişi ile ilgili “Cebimizden bir kuruş harcamadan yaptırıyoruz, bunu da bilin” diyordu.
Karşısındakiler de çılgınca alkışlayarak “Helal olsun sana” diye çığlıklar atıyordu.
Oysa biliyorsunuz bu köprüler yap-işlet-devret sistemiyle yapılıyor.
Yani köprüyü yapanlar, doğrudur, parayı önce kendileri buluyor, sonra da bunu halktan parti parti alıyor.
Ayrıca belirlenen sürelerde daha önce hesaplanan sayıda araç geçmezse, yani beklenen gelir elde edilemezse hükümet bunu karşılama sözü de verdi.
Sonuçta geçsek de geçmesek de köprüye para ödeyeceğiz. Bunu bilelim.
Ama kafası muhallebiye çevrilenler bununla hiç ilgilenmiyor. Onlar görmemişin oğlu misali köprü açıldı diye üzerine çıkıp göbek atmayı tercih ediyor.
Hele “milletimize hediye, bayramda bedava” deyince daha da coşuyorlar “İşte” diyorlar “Gerçekten milletin adamı, bizim için ne fedakârlıklar yapıyor.”
Neymiş, köprüyü yapan firma böyle bir jest yapmışmış.
Yahu kimi kandırıyorsunuz, harcadıkları paranın tamamını ciddi bir karla geri almayacaklar mı?
Ne jesti, ne fedakârlığı. Olsa olsa yalakalığı diyebiliriz, ki zaten sıkıyorsa yapmasınlar.
Bİ SORALIM BAKALIM
İSLAM ÜLKELERİNİN AİDAT İŞİ NE OLDU?
Bir süre önce İslam Birliği Türkiye'de toplanmıştı.
Erdoğan çok önem verdiği toplantıda herkesi şaşırtan bir konuşma yapmıştı.
Cumhurbaşkanı, İslam ülkelerinin aidatlarını ödemediğini bu nedenle bazı işlerin yürümediğini söylemişti.
Bununla da yetinmeyen Erdoğan aidatlarını vermeyen ülkeleri tek tek okuyarak onları dünya kamuoyu önünde “rezil ettiğini” düşünmüştü.
Ardından bir de “Pamuk eller cebe” diyerek “Biraz da bağış yapın bakalım, hepiniz zengin ülkelersiniz” demişti.
Her iki öneri de İslam ülkelerinde soğuk duş etkisi yaratmıştı.
En zengin Müslüman ülkeler bile bağış yapmaya yanaşmamış ve Erdoğan'ı tek başına bırakıvermişti.
İşin bu tarafını geçelim, Türkiye ilk kez rezil olmuyor. Bu artık ulusal politikamız haline geldi.
Dünya önünde ne kadar rezil olursak ne tuhaftır ki iktidarın oyu artıyor.
Hesapta milli gurura çok düşkün ülkeyiz ama geçelim.
Merakım şu; İslam ülkelerinin aidat durumu ne oldu?
O “ciddiye alınmayan” fırçadan sonra insafa gelip paralarını yatıran ülkeler oldu mu?
Yoksa gerçekten yine ciddiye almayıp aidatların üzerine mi yattılar?
Eğer öyleyse dönem başkanı olan Türkiye yapılacak bütün harcamaları her zaman olduğu gibi bizim cebimizden mi yapacak?
MERAK ETTİĞİM ŞEYLER
BİR ÜNİVERSİTE NİYE “DEVLETE BAĞLIYIZ” DİYE İLAN VERİR
Gazetelerde dün Aydın Üniversitesi'nin tam sayfa reklamı vardı.
“Kamuoyuna” diye başlayan reklamın metninde Türkiye'nin her taraftan kuşatıldığı, terörle sarmalandığı, bunun amacının Türkiye'yi yıkmak olduğu uzun uzun anlatıldıktan sonra “Aydın Üniversitesi devletin ve milletin yanındadır” deniyor.
İyi de diğer üniversiteler veya kurumlar farklı yerde mi?
Bu ülkede yaşıyorsak kimin yanında olacağız?
Elbette milletin ve devletin yanında.
Ama bu üniversite belli ki “Ben iktidarın, sarayın yanındayım” mesajı vermek istemiş.
Üst üste yaşanan “kayyum” konusunda bir sıkıntıları mı var acaba?
BUNU YAZMAK GEREK
EN BÜYÜK KORKU RESMİLEŞİYOR
Seçimlerden önce en çok şu soruyu duyuyordum; “Suriyeli mültecilere oy kullandırılacakmış, doğru mu?”
Benimle yüz yüze konuşanlar hatırlayacaktır. Cevap olarak “Bu bana göre bir şehir efsanesi. Suriyelilere nasıl oy kullandıracaklar ki, sizin uzak zannettiğiniz yerlerde bile sizin partinizden insanlar yok mu, onlar durumu görüp kamuoyuna açıklamaz mı?” diyordum.
Oysa benim “şehir efsanesi” dediğim şey resmileşiyor.
Saray, Suriyeli göçmenlere vatandaşlık hakkı vereceğini ilan etti.
İşte durum şimdi tehlikelidir. Çünkü ülkesinden kaçıp başka ülkeye sığınanlar, kendilerine yardım edene muhtaçtır, onun gitmesi halinde eski durumuna döneceğini düşünür. Bu nedenle var gücüyle mevcut iktidarı destekler. Onlar için partinin görüşü, ideolojisi önemli değildir.
Bu da şu demektir ki AKP ilk seçimlerde 2 milyona yakın fazladan oy alabilir.
Haydi oy konusunu geçelim.
Niye Suriyelileri vatandaş yapacağız ki?
Eninde sonunda iç savaş bitecek. O zaman herkes evine döner. Türkiye o eve dönüş sırasında yardımcı olur. Vatandaşlığa almak “Artık ülkene dönme” demektir.
Yandaş medya vatandaşlık konusunu “Suriyelilere müjde” başlıklarıyla vermiş. Niye müjde oluyor?
Bir müjde varsa AKP'nin artacak oyları konusundadır ancak.
DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER
DETAYLARI BİLİYORLAR AMA ÖNLEYEMİYORLAR
Atatürk Havalimanı'na yapılan kanlı baskından sonra her benzer terör olayından sonra olduğu gibi “İstihbarat uyarmıştı” haberlerinin çıkması üzerine “Kimdir bu istihbarat ve hangi ilgilileri uyarmıştır?” diye sormuştum.
Tabii kimse cevap vermiyor ne diyecekler ki?
Ama olaydan sonra tıpkı daha öncekilerde olduğu gibi kamuoyu bir yığın detay öğrendi.
Örneğin dinci teröristlerin asıl amacı giriş güvenliğini aşıp kontuarların olduğu bölgede herkesi rehin almak ve büyük kalabalık ortasında bombayı patlatmakmış.
Teröristlerin havaalanına gelişleri, içerde konuşlanmaları, haberleşmeleri falan da bütün açıklığı ile ortaya çıktı.
Tamam da bütün bunları birkaç saatte öğrenip kamuoyuna da aktaranlar neden saldırıyı öğrenememişler.
MİT mi polis istihbarat mı, emniyet müdürlüğü mü her neyse, soralım bakalım, bu verilen detaylar doğru mu yoksa tahmini veya hayali mi?
https://twitter.com/can_atakli_