ANALİZ
Saray medyasından “tekrar eski sisteme dönelim” çağrıları başladı
Kılıçdaroğlu’nun sessiz ve derinden diplomasisi, Meral Akşener’in kamuoyu önündeki heyecanlı tavrı, sayısal olarak daha küçük partilerin işbirliğine ciddi biçimde sarılması, seçimde ağırlığın meclise verilmesi ve parlamenter sisteme dönülmesi için hemen harekete geçileceğinin açıklanması ve en son ortak aday olarak İlhan Kesici’nin adı üzerinde mutabık kalındığının ortaya çıkması saray yönetimini hayli panikletti.
En sonunda Meral Akşener’in “Cumhurbaşkanı adayı değilim, çünkü başbakan olacağım” sözleri ise iktidarda soğuk duş etkisi yarattı.
Toplum huzursuz.
Ekonomi felakete gidiyor. Bakmayın siz o büyüme laflarına, hepsi sanal, kısa süre sonra gerçek ortaya çıkacak.
AKP hızla oy kaybediyor, kaybettiklerini toplamak için yapmaya kalktıkları popülist eylemler de ters tepiyor artık.
Hele tam bir teslimiyet içinde oldukları dış politika üzerinden “dik durma, Amerika’ya falan kafa tutma” söylemleri de artık eski etkisini yaratmıyor.
Kısacası saray ve yandaşları artık şunu çok iyi biliyor; Seçim ne zaman olursa olsun artık Erdoğan’ın seçilmesi mucizeye kalmış durumda.
Bu tabii hem Erdoğan hem de saray yandaşları için tam bir felaket.
İktidarı bırakıp gitmeyi asla istemeyeceklerdir.
Peki formül ne?
İşte muhalefetin öne sürdüğü “Meclis’e 360 üzerinde bir güçle gireceğiz, hemen anayasanın ilgili birkaç maddesini değiştirip parlamenter sisteme geçeceğiz, cumhurbaşkanı tekrar sembolik hale gelecek” projesi şimdi iktidarın da düşünmeye başladı bir konu oldu.
Saray yazarları birer ikişer “Galiba en iyisi tekrar parlamenter sisteme dönmektir” demeye başladılar.
Biraz daha akıllı olanları “İşin aslına bakarsanız AKP hâlâ birinci parti, cumhurbaşkanlığı seçimleri biraz riskli gibi görünebilir, parlamenter sisteme dönülürse AKP yine iktidarda kalır, Erdoğan da cumhurbaşkanı olarak değil başbakan olarak görevine devam eder” diye yazıyorlar.
Tabii şunu da söyleyeyim.
Bu proje çok yeni değil. Saraydakiler “gelmekte olanı” görüyor ne zamandır ve “Kurtuluşumuz için parlamenter sisteme dönmek en iyisi” diye düşünüyorlardı.
Muhalefetin konuyu gündeme getirmesi sarayın bu hazırlığını biraz öne çekti, hepsi bu.
Bir süredir bazı danışmanlar “parlamenter sisteme dönülmesi halinde hangi seçim sisteminin kendilerine çok daha avantajlı geleceğinin araştırmasını” yapıyorlar.
“Dar ya da daraltılmış bölge sistemleri” üzerinde duruluyordu ama MHP’nin buna karşı çıkması sanıyorum işleri biraz bozdu.
Bu konudaki çalışmaları önümüzdeki hafta sıkça konuşuruz artık.
NOT: Saray medyası nedense Erdoğan’ın Soçi’den dönüş yolunda yaptığı açıklamaları bir gün gecikmeli yayınladı. Sanki saray bir şeyler bekledi ve açıklamaları erteletti. Erdoğan açıklamalarında parlamenter sisteme dönüşün mümkün olmadığını, muhalefetin peşine takılmayacaklarını söylemiş. Fark etmez, birkaç gün sonra tam tersini söylemekten çekinmeyeceğini artık hepimiz biliyoruz. Bekleyeceğiz……
DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER
Özelleşen ama güzelleşemeyen adalet
Erdoğan 20 yıldır iktidarda, üstelik yıllardır da ülkeyi tek adam olarak yönetiyor ama hemen hergün “reformdan, iyileştirmeden, düzeltmelerden” söz ediyor.
Her konuda hergün bir reform haberi duyuyoruz.
Ekonomide, yargıda, eğitimde sürekli reform yapılıyor ama sonuç hikaye.
Hukukçu Erdem Akyüz yeni yargı reformunda Erdoğan’ın açıkladığı “sulh komisyonları” konusunu irdeleyen bir değerlendirme göndermiş.
Bakın ne diyor Erdem Akyüz;
Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde düzenlenen 24. Dönem Adli Yargı Hakim ve Cumhuriyet Savcıları Kura Töreni’nde konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan “Vatandaşımızın mahkeme mahkeme dolaşmadan; dilekçeler, başvurular, dosyalar arasında vakit kaybetmeden hakkına kavuşmasını istiyoruz. Yakında her ilde sulh komisyonlarını devreye alıyoruz.” dedi ve böylece Sulh Komisyonları adı ile yeni bir yargılama düzeninin getirileceği açıklanmış oldu. Yargının özelleştirilmesinde ilk adım “arabulucu ve uzlaşmacı” sisteminin getirilmesi ile atılmıştı. Bu sistem; dava yoluna gidilmesi halinin çok masraflı, sonu belirsiz ve uzun bir süreç olması nedeni ile asıl alacaktan çok düşük bir miktara razı olarak kenara çekilmek şeklinde işliyordu.
Yeni getirilmek istenen, her il bazındaki sulh komisyonlarının kimlerden oluşacağı, hangi konuları nasıl inceleyip, nasıl ve hangi hakla karar vereceğine değin pek çok tartışmalara yol açacağı kesindir. Eğer üyelerinden biri Diyanet İşleri’nin temsilcisi olursa, o zaman “kadı” mahkemelerine benzer bir düzenin başlangıcı olarak düşünülebilir. Bu durumda Sulh Komisyonları, “Helal Gıda Sertifikası” veren kurumlar gibi “Helal Yargı Kararı” veren kurumlara dönüşecektir.
Bütün bu uygulamalar en azından, adaletin bir nevi özelleştirilmesi olmaktadır. Özelleştirmeden tek farkı, köprü, otoyol, tünel yapım ve işletiminde olduğu gibi, kurulacak olan komisyonlara “dava sayısı garantisi” verilip verilmeyeceği gibi noktalarda toplanmaktadır.
Kısaca “adalet özelleşmekte ancak güzelleşmemektedir.”
YENİ ÖĞRENDİM
Mühendisten Akkuyu gerçeği
Soçi’ye gitmeden önce Rusya ile ilişkiler konusunda açıklamalar yapan AKP genel başkanı yapımını Rusların üstlendiği Akkuyu Nükleer Santrali’nden da söz ederken “Şu an 13 bin kişi çalışıyor. Bunların 10 bini Türk. Hepsi Rusya’ya gidip eğitim aldı” demişti.
Dün bir tanıdığımı aracı eden ve Akkuyu’da çalışan bir mühendis aradı.
Biraz sohbet ettik.
“Evet Akkuyu’da 10 bin Türk çalışan var” dedi ve ekledi “Ama öyle herkesin Rusya’da eğitim aldığı sözleri doğru değil.”
Ben de “Peki kim gitti Rusya’da eğitime o zaman?” diye sordum.
Akkuyu’da çalışan mühendis “Sadece mühendis kadrosuyla çalışanlar Rusya’ya gönderildi. Ama onlar, yani içinde ben de varım tabii, bizler santralin her tarafına giremiyoruz. Ancak çekirdek bölümü için eğitim almış olanlar santral içinde her yere girebiliyor” dedi.
Sonra da çok ilginç bir bilgi daha verdi; “Mühendis personelin çok büyük bölümü Ruslardan oluşuyor. Santralin çekirdek bölümünde sayıları 2 bine varan Rus mühendis çalışacak, bizler ise oraya giremeyeceğiz.”
Mühendisin verdiği bu bilgi üzerine “Ama bu normal, nükleer santral çok hassas bir yer, çekirdek bölümüne zaten herkes girmemeli, öyle değil mi?” diye sordum biraz da şaşırarak.
Mühendis “Tabii haklısınız ama santral açıldığında o en önemli bölümünde sadece Ruslar olacak, belki bir iki arkadaşımız olabilir, bu da santralın tümüyle Rusların kontrolünde olması anlamına gelir” dedikten sonra ekledi;
“Yani hep yerli ve milliden söz ediyorlar ya, işte bu santral asla ne yerli ne milli olacak, buna dikkat çekmek istedim sadece.”
BUNU YAZMAK GEREK
Bugün 1 Ekim, herkes heyecanla Sedat Peker’i bekliyor
Meclis açılıyor bugün.
Erdoğan parti başkanı olarak değil de Cumhurbaşkanı sıfatıyla olarak Meclis’te konuşma yapacak.
Çok garip bir durum.
Bana göre muhalefet bu konuşmayı izlememeli, meclisi boşalmalı.
Çünkü cumhurbaşkanının Meclis’in açılışını yapması eski sisteme uygun ve doğru bir şeydi. Sembolik, partiler üstü ve devleti temsil eden bir makamın sahibine bu törende konuşmak yakışıyordu.
Ancak şimdi Cumhurbaşkanı olan Erdoğan aslında AKP genel başkanı ve değil, devleti de temsil etmiyor sadece devleti halktan aldığı oylarla yönetme hakkını elinde tutuyor. Kürsüde milletvekillerine tepeden bakarak konuşması siyasi nezakete de uygun değil.
1 Ekim’in bir özelliği de şu; Sedat Peker’in bugün önemli açıklamalar yapacak.
Kimse Meclis açılışını merak etmiyor ama Peker’in neler söyleyeceğini çok merak ediyor.
Tabii Peker eskisi gibi video çekemediği gibi twit de atamıyor.
Geçen hafta Almanya’da yaşayan gazeteci Erk Acarer’in hesabından paylaşmıştı açıklamalarını.
Bakalım bugün nasıl bir formül bulunacak.
MERAK ETTİĞİM ŞEYLER
Ankara İstanbul arasındaki yüksek hızlı tren seferleri artırılmalı
Şu bir gerçek ki Ankara İstanbul arasındaki en hızlı ulaşım artık yüksek hızlı trenle sağlanıyor.
Yaklaşık 4.5 saat süren yolculuk sonunda yolcular Ankara’da ve İstanbul’da kent içine inebiliyor.
Uçak yolculuğu ise özellikle bu iki kent arasında tam bir işkence bana göre.
Yeni havalimanından gitmek isterseniz kalkıştan iki saat önce evden çıkmanız gerek. Bir saat uçuş ve alandan çıkış, sonra da yaklaşık bir saatte kent içine gidilebiliyor.
Yani neredeyse trenle de uçakla da aynı süre harcanıyor.
Ancak çok merak ediyorum, yüksek hızlı tren seferleri neden artırılmıyor?
Nereden aklıma geldi bu, anlatayım;
Geçenlerde bir arkadaşım “Trenle Ankara’ya gidip gelmek istedim ama bilet yok” dedi.
Bunun üzerine tarifeye baktım.
Günde karşılıklı 8 sefer yapılıyor.
İlk sefer 06.00’da son sefer 19.10’da.
Her sefer tam dolu, bilet bulmak çok zor.
Bunun artırılması gerek, çünkü hem talep var hem de özellikle uçağa göre çok daha ekonomik.
Tabii bir de gece neden sefer yok, bunu da anlamak mümkün değil.
24 saat boyunca sefer yapılmasını acaba ne engelliyor, tren yüksek hızlı olunca gece gitmek tehlike mi yaratıyor.
Ama o da olmaz, çünkü 19.10 treni sonbahar ve kış aylarında karanlıkta gidip geliyor.
Tabii vardır bir açıklaması herhalde.
https://twitter.com/can_atakli_