15 Temmuz darbe girişiminde 241 insanımız can verdi...
Açıklanan resmi rakam bu... Darbeye karşı duran bu insanlar şehit ilan edildi, bu da gayet güzel... Yardım kampanyaları düzenlendi, ayrıca devletin bu insanların ailelerine ev vereceği belirtildi, bu da gayet yerinde... Dinci faşist çetenin darbesine karşı canı pahasına karşı çıkan şehitlerin posterleri sayısız yere asıldı, ne kadar vicdani...
Burada bir parantez açmam gerek; verilen sayı 241 ancak tüm kentlerde, ilçelerde resimleri asılan şehit sayısı 15 bilemediniz 20’yi geçmiyor!.. Buradan sormak istiyorum:
-Niçin 241 şehidin isimleri ilan edilip, tümünün posterleri asılmıyor?..
İsimler ilan edilsin, resimleri asılsın ki halk bu ülke için canını feda eden bu insanların kimliklerini bilsin, dualarında onları da ansın, tümü tarihe mal olsun!..
Devam edelim; önceki gün Şemdinli’de on Mehmetçik ve sekiz sivil alçakça bir bombalı saldırı sonucu şehit düştü... İktidar yandaşı gazetelerde bu haber neredeyse “yok hükmünde”, lütfen yer buldu... Hükümet her zamanki “kanı yerde kalmayacak” türünden açıklamalar yaptı. Dün Sözcü gazetesi işte bu durumu protesto eden bir sosyal medya mesajını manşetine taşıdı; yürek acıtan mesajı paylaşmam gerek:
-Hayret! Ne oldu size? Camilerde sala yok, meydanlarda millet yok, elde bayrak gezen yok, kornasına basılan araç yok... Yoksa ölenler şehitten sayılmıyor mu?
Evet, uzun zamandır benim de aklımı kurcalayan, “bu iktidarın kendine göre bir ‘şehit’ tanımı mı var acaba?” dedirten bu durum sonunda vicdanlı bir yurttaş tarafından olanca açıklığı ile birilerinin yüzüne tokat gibi vurulmuştu!..
-Halbuki bu sorunun yanıtı önceki akşam Habertürk televizyonunda bir AKP’li yandaş yazar tarafından “samimi” bir şekilde verildi!..
“Ölmek zaten onun işi!..”
Adı Muhsin Kızılkaya...
Habertürk gazetesinde yazar... Ama daha önemli özelliği, sıkı bir AKP yandaşı olması... O kadar ki, 7 Haziran seçimlerinde milletvekili bile seçilmişti, hizmetleri karşılığı!.. Ancak 1 Kasım seçimlerinde listeye almadılar muhteremi, TBMM’nin sefasını ancak bir kaç ay sürebildi... Neyse başka seçime inşallah...
İşte bu muhterem, televizyon programında terör ve şehitlerimiz konuşulurken, konuklardan Emekli Tümgeneral Ahmet Yavuz’un askerlerimizi kastederek “o insanlar hayatlarını veriyor” demesi üzerine aynen şu sözcüklerle toprağa düşen evlatlarımıza bakışını bir çırpıda özetleyiverdi:
-Zaten onun işi o. O insanların görevi hayatını vermek. Onun için maaş alıyor. Bana ekstra bir iyilik yapmıyor!..
İşte bu kadar! Ne kadar açıklayıcı, ne denli samimi değil mi; “bana ekstra iyilik yapmıyor!” Aklıma derhal birkaç yıl önce zamanın Başbakanı’nın yine şehitlerimizin gündeme geldiği bir ortamda söylediği şu “özdeyiş” geldi:
-Askerlik yan gelip yatma yeri değildir!..
Ne kadar benzeşiyor, nasıl da örtüşüyor değil mi?!.. Açın bakın arşivlere bu kırattaki yandaş yazarların “kim şehittir?” konulu yığınla yazısına rastlarsınız... Astarı yırtılmış bazılarının vatan için toprağa düşen gencecik çocukların “şehit” sayılmaması gerektiği, ancak “Allah yolunda cihad ederek” ölenlerin “şehit” rütbesine ulaşabileceği yönündeki hezeyanlarını da okuyabilirsiniz!..
İşte o zaman belki biraz düşünür, “şehitlerimiz” konusunda bile yapılan bu vicdan karası ayrımcılığı anlayabilir, 15 Temmuz şehitleri sahiplenilirken, bu topraklar için, bu vatan ve millet için gözünü kıpmadan ölüme giden, gazi olan kahramanların niçin bu denli incitildiğini, adeta “yok sayıldığını” anlayabilirsiniz!.. Belki de üzerine kocaman Türk bayrağı asılmış kerpiçten şehit evleri, yırtık ayakkabılı şehit babaları, babalarının yüzünü bile görmemiş şehit yavruları aklınıza gelir...
-Vicdanınız sızlar, utanırsınız!..
Küçük gelinler!..
Dün “Dünya Kız Çocuklar Günü” idi biliyor musunuz!..
Milyonlarcası okutulmayan, küçük yaşta baş göz edilen, “saçı uzun, aklı kısa” gibi iğrenç atasözlerine konusu olan, sokak ortalarında bıçaklanan, yerlerde sürüklenen, sığındığı karakolda “hadi kocanın yanına” diye paylanan, namus uğruna aile meclisi kararıyla boğazlanan, Fırat nehrini “intihar mekanı” olarak belleyen küçücük kızlar ülkesinde acaba kaç kişi böyle bir gün olduğunu biliyordu dersiniz?!.
Bu ülkenin yarısından fazlasının kadın olduğundan haberdar mısınız?.. Ülkenin yarısını eve kapatan, “sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmeyeceksin” diyerek aşağılayan, çalışan kadına olmadık hakaretleri reva gören toplumların dünya sıralamasında niçin en altlarda yer bulabildiğini sorguluyor musunuz?..
Kadının yükselmediği toplumlarda toplumun en aşağı seviyelerin üstünü hayal dahi edemeyeceğini görebiliyor musunuz?.. Maalesef bu toplumun önemli bölümünün yukarıda saydığım hiçbir soruya “evet” yanıtı vermeyeceğini biliyorum!..
Ne zaman daha minnacık yaşta, başlık karşılığı evlendirilen(yoksa satılan mı demeliydim!) bir kız çocuğu haberi okusam aklıma Aysel Gürel’in yürek acıtan sözlerini yazdığı, Sezen Aksu’nun “Ünzile” şarkısı gelir:
“Ünzile insan dölü/ On kardeş beşi ölü/ Büyüdükçe ufak/ Ve gelir de görücü
Varmadan sekizine/ Ergin oldu Ünzile/ Hem çocuk hem de kadın/ On ikisinde ana/ Bir gül gibi al ve narin/ Bir Su gibi saydam ve sakin/ Susar kadın Ünzile