SIĞINAK

Aşk; saf, çocuksu kirlenmemiş bir sevgidir, bembeyaz bir ışıktır. O adeta Tanrısaldır. Bu yüzden ilahi kabul edilir... Allaha karşı duyulan özlemi ifade eder...

İnsan ömrünce bir sığınak arar. Bu kimi zaman bir dost, bir ev, bir ağaç kovuğu yada bir kucaktır… Aslında herkesin aradığı bir aşktır. Aşk; saf, çocuksu kirlenmemiş bir sevgidir, bembeyaz bir ışıktır. O adeta Tanrısaldır. Bu yüzden ilahi kabul edilir ve hiçbir insanda böylesi temiz bir ışığın olamayacağı hasebiyle Allaha karşı duyulan özlemi ifade eder. Bu sevgi bir bebek masumiyetinde olacak kadar pirüpaktır. Dünya ise tüm karanlığında, aşka aşık olanları arar.

Dünyaya bu kadar saf bir sevgi ile gelmiş insanoğlu bu ışığı nasıl kaybeder? Hepimizin bir hikayesi var. Her hikayede bir masum ve bir hırsız var, çaldırdığımız ise saf sevgi.  Çocukluğunda bir şekilde sevgi ile arasına duvar örmüş, masumiyeti çalışmış her çocuk ömrünce o duvarın arkasında hapsolur. Bu duvar şiddetli bir olay ile örülür. Şiddet her zaman fiziksel değildir bazen de duygusaldır. Farkında olmadan hikayemizin içine yasak bir elma kaçıvermiştir. Bundan bazen hiç kimsenin haberi olmaz hatta yetişkin olmuş birinin bile. Çocuk kendisini bu tehlikeden saklamaya bilinçsizce karar verir. Yük ağırsa ve çocuk bu yükü paylaşacak olgunlukta bir ebeveyne sahip değilse anıyı unutmayı seçer. Çocuk unuttuğunu sansa bile bilinçaltı hiçbir şeyi unutmaz, unutamaz. Kendini hapsettiği oda o kadar kararır ki duvarlar bile kaybolur ve sızan ufacık ışıkla yaşamak artık normal olur. Yaşam küçük bir mum ışığında coşkusunu yitirmiş şekilde korkuyla ve kabuslar içinde sürer gider. Duvarlar ardındaki sesleri duyup dans etmek istese de korkar. Ona “sakın çıkma seni koruyamam, seni hiç kimse koruyamaz düşünsene en güçlü anne ve baba bile koruyamadı” der içindeki ses. Gözlerinde acıyı herkes görür ancak kimse anlam veremez. İçerideki bekler, dışarıdakiler bekler ancak yaşam öylece donar. Duvarı yıkmaya kimler gelmez ki, onu sevgiye boğanlar, hediyeler alanlar, duvarı kırsın diye bağırıp çağıranlar, dışarıda güzel ambiyanslar yaratanlar… Korku hep galip gelir, ölüm hep kazanır.

Hapishane insanları hasta eder bilirsiniz. Rutubet, karanlık, havasızlık… Sadece beden değil ruh hapsolduğunda da insan içten içe çürür. Sonuçta hastalanan yine beden olur. Hapishaneden çıkmak kolay değildir. Türkçeye “Esaretin Bedeli” adıyla çevrilen “The Shawshank Redemption” adlı ikonik hapishane draması, film tarihinde önemli bir yapıttır. Filmin kahramanlarından, ihtiyar Brooks Halten elli yıl hapishanede kaldıktan sonra şartlı tahliye edilir ancak dış dünyaya adapte olamadığından için kaldığı odada kendisini asmadan hemen önce odanın duvarına kazıdığı Brooks was here notu izleyicinin zihnine de kazınır. Bu bir var olamama isyanıdır.

Zihninde yıllarca hapis kalmış biri de bu duvarları kırdığında aslında ne yapacağını bilemez. Çünkü zihin duvarsız bir yaşamı bilemez. Kurtuluş imkansız değildir. Sadece cesaret etmek ve yılmadan denemek, vazgeçmemek gerekir. Pek tabii reddedilen ve güvensiz bulunan dünyayı da kabul etmeyi, yeniden tanımayı gerektirir. Bunun yolu korktuğunuz her şeyle tekrar ve tekrar tanışmaktan geçer ve dengenizi bulmaktan. Ancak aşk tesadüfleri sever ve aslında sizi iyi edecek kişiyle sizi tekrar bir araya getiriverir. Gerçekten sevmeyi denerseniz, kaçmayı bırakıp teslim olabilirseniz, gün gelir sevda için o karanlık odadan da çıkmayı başarabilirsiniz.  Bir çocuk gibi o duvarı ördüren kişiyi kabul edip tekrar sevmeyi denersiniz ve artık ışık içeri girip sizin odanızı da aydınlatır. Sizin de bahçenizde çiçekler açar ve dünyanız cennet oluverir. Bunun mümkün olduğunu öğrenen biri bunun herkes için elzem olduğunu da bilir. Herkes sevsin ve iyileşsin dünyaya ışık gelsin ister.

Yüzüncü Maymun Deneyi Ken Keyes Jr. tarafından kaleme alınmış gerçek bir deneyin öyküsüdür. Bu deney pasifik okyanusunda yer alan Japonya’nın Koshima adasında Macaca Fuscata türü maymunlar üzerinde otuz yılı aşkın süre boyunca bilim insanları tarafından yapılan gözlemi kapsıyor. 1952 yılında adadaki maymunların beslenmesi için kumların içerisine patates bırakılıyor. Patatesin tadını çok beğenmiş olmalılar ki patatesi kumlu şekilde yemeğe devam ediyorlar. Bir gün, henüz on sekiz aylık olan İmo isimli dişi maymun kumlu olan patatesleri en yakın su birikintisinde yıkıyor ve o şekilde yiyor. İmo’nun yapmış olduğu bu davranışı annesi öğreniyor ve o da aynı şekilde patatesi yıkayarak yemeğe başlıyor. Bu davranış önce aile bireylerine yayılıyor. Daha sonra bunu gören diğer maymunlar da (1952-1958) patatesleri yıkayarak yemeyi öğrenmeye başlıyorlar. Burada ilginç olan durum ise bazı maymunların bu yeniliğe karşın halen kumlu patates yemeğe devam etmeleri oluyor. Fakat 1958’in sonbaharında ilginç bir şey oluyor ve Koshima maymunlarından yüz tanesinden doksan dokuz tanesi artık patatesi yıkayarak yemeği öğreniyor. Yüzüncü maymunun patatesi yıkayarak yemeğe başlamasının sonra ise olaylar daha da ilginçleşiyor. Aynı günün akşamında adadaki tüm maymunlar patatesi yıkayarak yemeğe başlıyorlar. “Yüzüncü Maymun” patatesi yıkayarak yemeye başlaması kritik eşik noktasını oluşturuyor. Yani öğrenme, bilinme gibi davranışlar belirli bir sınırı aştıktan sonra yeni bir bilinç süreciyle ortaya çıkıyor ve yayılıyor. Bu davranıştan sonra ise asıl ilginç olan sonuç ortaya çıkıyor. Adayla doğrudan bir ilişkileri olmadığı halde, diğer adalardaki maymun kolonilerinin de aynı anda patateslerini yıkayarak yemeğe başlıyorlar. 

Sevgi ve iyiliğin yayılması için o son kişi de siz olmak istemez miydiniz?