SİLİNEN DÜŞLER…
Bazen kaleminiz kararsız ve boşlukta kalır ya! Eliniz yazıyı, parmaklarınız klavyeye gitmez ya! Tam da öyle bir ruh hali içindeyim! Siz ne demek istediğimi anladınız, ben ne demek istediğimi anlatamasam da…
Yukarıda ki nedenden ötürü bugün birbirinden farklı ancak güncel ve önemli konulara değineceğim. Yiğidin hakkını yiğide vermek, hakkı olmayanların hakkını yememek için!
Değişmez, daimi, kudretli ve en büyük yöneticiler ne der, ne düşünür bilmeyiz, ama merak da ederiz doğrusu! Kuşkusuz ülkemizin yöneticilerin birbirine bağırıp çağırması dışında da ufak tefek bazı sorunları var. Örneğin artan ve bu türlü dizginlenemeyen enflasyon gibi, önü alınamayan işsizlik gibi, kan donduran ve çığ gibi yağan kadın cinayetleri gibi. “Seçmeli ders” adı altında dayatılan dersler gibi. Ocak ayında 141 işçinin iş kazalarında hayatını kaybetmesi gibi…
Sıralanan, sıralanamayan pek çok sorunun 3 yaşındaki yapay robot Sanbot’un bakana çıkışı kadar haber olmaması gibi! Hani topluluk önünde bakandan özür diletilen, neredeyse haddini bildirmek için son vidalarına kadar sökülecek olan ve anında biat formatı atılan robot gibi!
Cezaevlerinde kapasitenin üzerinde 27 bin tutuklu ve mahkûmun bulunması gibi. Cezaevlerinde çalışan doktor sayısının 279 olması gibi. Dolayısıyla 845 mahkûma 1 doktorun düşmesi gibi. Kadın mahkûm sayısının 9 bin 700, çocuk mahkûm sayısının 2 bin 949, anneleriyle birlikte mapus damlarında kalan çocuk sayısının 650 olması gibi…
Ülkemizin her alanda ve hızla dünya ortalamasının altına kayması gibi! Ülkemizde yatıştırıcı ilaç kullanımının son 5 yılda 2.5 kat artarak 12 milyon kutuyu aşması gibi. Toplumun makul ve sakin bir ortama hızla gereksinim duyması gibi. Bile isteye kutuplaştırmanın bazılarının işine gelirken ülkemizi tamiri imkânsız bir şekilde ayrıştırması gibi…
Hülya Koçyiğit’in; “Bu ülkede kimse baskı altında değil. Bilakis herkes fazla özgür, yaptıklarından dolayı bir gün herkes Erdoğan’ı takdir edecek” şeklindeki sözleri gibi…
TBMM başkanının; “Çamlıca’daki camiin adını RTE koyalım. Kendisinin kabul edeceğini sanmıyorum ama zorlayalım. Oyunuza sığınıyorum. Kabul edenler ve kabul edenler! Saf demokrasi böyle yapılır” şeklindeki sözleri gibi…
CB’nın; “Hesabi mi olacağız, hasbi mi olacağız. Kendi içimizde sadakat ve teslimiyet bu iş için aranan iki hususiyettir. Nihai karar liderindir” şeklindeki sözleri gibi…
MHP genel başkanının; “Kıskananlar çatlasın, çekemeyenler patlasın. Patlaya patlaya un ufak olsunlar” şeklindeki tekerlemesi gibi…
Şimdi bu sıralananlara abartılı, gereksiz, saçma diyebilir misiniz? Ya da bana ne, bunlardan, bunlar sayılmaz der misiniz? İllenin de illesi bunca konu varken her yazıda ille de kadın sorunlarını dile getirmenin âlemi var mı deyip işin içinden sıyrılabilir misiniz? Ya da bıçağın kemiğe dayandığı durumlar vardır diyerek doğru, yerinde, isabetli bulup yine ve yeniden okur musunuz?
Bu köşenin okurları bilir. Başucu konularım ve konuklarım vardır. Örneğin bir dev ve devir olanlar gibi. Sıkıntı, acı, aldatılmışlık, keder, çaresizlik, umutsuzluk altında yaşama tutunmaya çalışanlar gibi. Ya da Şair Hasan Hüseyin’in dediği gibi; “Anasın! Boynun bükük. Babasın! Kolun kırık. Oğullar kan içinde. Kalsın benim davam artık divana kalsın. O divan sensin artık…”
Not: Bu şiirle çocuklarına ömür boyu hasret kalacak tüm anaların, eli böğründe cenaze töreninde dik durmaya çalışan tüm babaların, gencecikken toprağa düşen tüm oğulların, arkasında gözü yaşlı eşler- evlatlar bırakan tüm şehitlerin, yüreğine acı düşen tüm ailelerin duygularına dokunmak istedim sadece. İçim çok acıyarak ve gözlerim yanarak…