SİYASAL DEĞİL, BİLİMSEL DESTAN YAZANLARA!

SİYASAL DEĞİL, BİLİMSEL DESTAN YAZANLARA!

Önümüzde pek çok konu var ama başlığa ait soru işaretlerim azalmadığı için, bu konuya ekleyeceklerim olduğu için ve hazır konu gündemde iken birkaç söz etmeliyim diye düşündüm!

Acaba diyorum! Büyük Türk düşünürlerinin attığı milli ve yerli adımlar, yaptıkları değerli değerlendirmeler, aylar öncesinden başlatılan ön hazırlıklar, ilanlar, duyurular, yapılan harcamalar, hazırlıklara harcanan zaman ve enerji istihdama yöneltilse ne olur? Ya da ne olmaz? Örneğin Ankara’daki plastik oyuncaklara harcanan paralar! Ve Bay Gökçek’in Ankapark’a gömdüğü 1.2 milyar istihdama ayrılsaydı kaç eve ekmek giderdi?

Müziklerinden yemeklerine, giysilerinden kültürlerine, yaşam tarzlarından ilgi alanlarına bizi tutsak etmeye çalışanlar diye başlanan ve ders veren giriş için oğullara teşekkür etsek! 2019 yılında biteceği müjdesini özel bir lansmanla(!) açıklayan AKM için babalara teşekkür etsek ne değişir? Ya da tüm bu açıklama ve yıllardan beri sergiledikleri duruştan sonra Batı formunda bir opera binasına ve bizleri tutsak eden batılı enstrümanlara birden bire övgü dizmek neyi değiştirir?

İyisi mi iç karartan bu konuları şimdilik bi yana bırakıp siyasetten, açılıştan, kaçıp kurtulup, çocukların bakanlık eliyle iç dünyasında kopartılan fırtınalı denizlere dalalım!

Efendim! Çocuklar artık derslerde cennete gitmek için programlanıyor ve ölümü istiyorlar. Günahları çoğalmadan ölmek istiyorlar çocuklar! Öne çıkan, önüne çıkarılan, önerinin niyetini anlamadan ve algılayamadan öbür dünyaya göçmek istiyorlar. Niye mi? Şöyle; İzmir’de yaşayan 9 yaşındaki çocuk annesinin dizlerine kapanarak; “ben küfür ettim, ben günah işledim, din hocam günahlarım çoğalmadan cennete gitmemi söyledi, ben ölmeliyim” diyor.

Bu haberi okuyunca cehaletin ve bağnazlığın geldiği nokta gelip içime yerleşti. Sanki zaman durmuş ya da donmuş gibi oldu. Hayat bu kadar güzelken hele de 9 yaşında bir çocuk için hayat çok daha renkli ve umut dolu iken durağanlıkla devinim, ölümle yaşam, dünle bugün, bugünle gelecek, cennet ve cehennem bu kadar mı korkutucu ve ürkütücü olabilir, anlatılabilir o körpe beyinlere?

Oysa o yaşlar olabildiğince mutlu, hepsi akıllı, zeki, güzel olan çocukların gözlerinin çakmak çakmak baktığı, sorularının zehir gibi olduğu, gülücüklerinin insanın içini ısıttığı, akıttıkları tek bir damla gözyaşının insanın hayatını kararttığı yaşlar değil midir? Kahkahaların, çığlıkların, koşuşturmaların, bağıra çağıra hep birlikte konuşmaların, sokaktan eve bir türlü girememenin en saf, en coşkulu yılları değil midir o yaşlar?

Hele de aktivitesi az, sanatı az, yaşamın renklerine hasret büyüyenlerin doğduğu o ıssız yerlerde ki çocuklara yaşam enerjisi aşılayacağımıza, neşelerine neşe, coşkularına coşku katacağımıza, onların gözlerinin içini, yüzlerini güldüreceğimize cehennem ve cennet sözü vermek ve öteki dünyayla korkutmak ne demek? Başka ülkelerde olsa çok gürültü çıkaracak olan, çok baş ağrıtacak olan, çok meşguliyet yaratacak olan bu konuyu bizim ülkemizde görünür, konuşulur, tartışılır kılmak hele de iktidar sahiplerinin gündemine sokmak için ne yapmalı acep, nasıl bir yol izlemeli?

Tablo çok ürkütücüdür, dikkat çekmek gerekir. Topluma umut aşılamak hele de çocukları üzmemek gerekir. Kof ve boş konular yerine öncü ve yaratıcı bir güç olan çocukların dünyasını karartmamak gerekir. 9 yaşında bir çocuğa ölümü düşündürtmek nasıl bir başarıdır? Bu soruya cevap vermek gerekir. Daha yakıcı ve zorunlu sorular gelmeden bu soruda ısrarcı olmak gerekir…

Birileri konuşulmasın, yazılmasın, basılmasın nasılsa korkuturuz, yıldırırız deseler de bu konuları dile getirmek, ilham veren, güç veren, umut veren sözlerin altını özellikle çizmek gerekir. Nedenini niçinini bilemesek de nasılını iyi bildiğimiz konuları yazıp konuşmaktan çekinmemek gerekir…

Ha bu arada bizi yönetenler, bu konuyu masaya yatırmayın der mi? Sanmıyorum…