SON BOMBA PATLAYACAK mı?..

SON BOMBA PATLAYACAK mı?..

Devletin en kılcal damarlarına... Bürokrasinin en köhnelerine, hukukun en dolambaçlı girdaplarına...

Genelgelerin sinsice pusulanmış tuzaklarına, cehaletin karanlıkta is tutmuş kirli bağrına...

Bağnazlığın kör cehaletine ve devletin en kritik yasalarına...

Uyuyarak, uyanarak, bekleyerek, dipten ve derinden sürünerek ve de her fırsatta bıkmadan usanmadan ilerleyerek...

Nüfuz ede ede... Yürüye yürüye... Göstere göstere... Göz göre göre... Adım adımla... Sabırla, sükunetle ve sınırları zorlayan uçsuz bucaksız ve de pervasız bir takiyeyle...

Hem de akreplerin bile kıskanacağı inanılmaz bir sinsilikle, okunmuş- üflenmiş, kaynağı tükenmeyen zifiri bir zehirle!..

Savaşla, kanla, canla, şehitle ve gaziyle kurulan Cumhuriyet’i son 37 yılda böyle kuşatmaya başladılar işte...

Bağnazlığın kışkırtıcı, yanıltıcı, tutarsız ancak afyon gibi uyuşturan tüm söylem ve enstrümanlarıyla kuşattılar...

Çok iyi bilinir ki; Medreseyle, cemaatle, tarikatla, ‘Işık Evi’yle, hücreyle, sohbetle, hoşgörüyle, himmetle, fırsatla...

Her şey ayyuka çıktı ki; Sınavla, sahtekarlıkla, siyasetle ve de ne yazık ki Cumhuriyet’i Cumhuriyet gibi yaşatması gereken gafil devletle...

En profesyonelinin foyasından anlaşıldı ki; Şeyhle, şıhla, hocayla, efendiyle, mollayla, emirle, desturla ve fetvayla!..

Cezaevine atılanlardan görüldü ki; Memurla, işçiyle, kaymakamla, valiyle, polisle, paşayla yani müritle kuşattılar...

Velhasıl devletle, devletin içinde, devlet eliyle kuşattılar!..

Ne iğrençtir ki tehditle, şantajla, yalanla, kasetle ve parayla...

Atatürk devrimlerini bu kafayla ve kapkara ağlarla örmeye çalıştılar işte...

Laikliği, aydınlanmayı kısacası uygar yaşamı bu stratejiyle karanlığa çekmeye çalıştılar işte...

TEHLİKE DAHA NASIL GELSİN Kİ?..

Yalnızca bugünlerde adı “FETÖ” olan Fethullahçı cemaat değil, o grubun en az 30 yıl kullandığı Cumhuriyet’e düşman siyasetin tüm kulvarları, tüm cemaatler, tarikatlar ve onların yayımladığı gazeteler ve dergiler özellikle 12 Eylül 1980’den sonra hep aynı yöntemi kullandılar;

Bağnazlık-medrese- cemaat, mürit-militan-rant...

Türkiye işte adeta karanlık bir vadide upuzun ilerleyen paslanmış iki ihanet hattı üzerinden kuşatıldıkça kuşatıldı...

Ve en acımasız halde sürdürülen bu kuşatma son 15 yılda akıl almaz bir gafletin de yardımıyla neredeyse tüm kaleleri ele geçirilmiş bir manzara ortaya çıkardı ki, Cumhuriyet’in ilelebet payidarlığı da artık iyice yara almaya başladı!..

Artık karşımızda, “laik devlet yıkılacak elbet” diye slogan atan çember sakallı, takkeli dergah müritleri yok, “Yeni Anayasa’da laiklik olmamalı” diyen İsmail Kahramanlar var...

Yani yukarıda sıraladığımız eylem ve enstrümanları kullanarak ne yazık ki Atatürk’ün TBMM’deki koltuğuna oturarak, cumhuriyetin kurulduğu yüce Meclis’te Cumhuriyet’i yıkmak için var güçleriyle çalışıyorlar...

CESARET ve CESARET...

Bir avuç vatansever siyasetçiyi, kitle örgütü, dernek ve vakfın yürekli çıkışlarını, söylemleri, eylemleri ve mücadelelerini bir tarafa bırakıyorum...

Ancak muhalif siyasetler ve toplumun büyük kesimi; ya beceriksizlikten, ya korkaklıktan ya da gafletten olsa gerek, tehlikeyi iyi göremedi, uyanamadı, uyandıramadı, harekete geçmedi, geçemedi yani etkili bir tavır koyamadı...

“Andımız” işte bu yüzden yasaklanabildi... Ulusal bayramlar işte bu yüzden yok edildi, Atatürk anıtlarına çelenk bırakılması işte bu yüzden engellenebildi, kamu binalarından “T.C” ibareleri işte bu yüzden kaldırılabildi...

Atatürk müfredattan işte bu boşvermişlik ve gaflet nedeniyle çıkartılabildi, Gazi’nin adı sokaklardan, meydanlardan ve özellikle de stadyumlardan işte bu yüzden silinebildi...

Siyaset kurumları, kitle örgütleri, dernekler, sendikalar, vakıflar ve halk yeterli tepkiyi göstermediği için karşı devrimciler her gün yeni bir mevzi kazanabildiler, her gün yeni bir taşı Cumhuriyet’in temellerinden söküp atabildiler...

Velhasıl siyaset, medya, kitle örgütleri ve duyarsız kitleler, yani herkes suçlu...

Atatürk kadar, İnönü kadar, bir tepeyi Atatürk’e söz verdiği sürede düşmandan geri alamadığı için intihar eden Çiğiltepe kadar yürekli olunamadığı için laiklik ve aydınlanma devrimi her gün yeni bir yara alabildi...

Bağnazlığın üzerine silahsız giden Kubilay kadar ve düşmana ilk kurşunu sıkan Hasan Tahsin kadar cesaretli ve inançlı olunamadığı için cumhuriyet her sabah yeninden sırtından hançerlenebildi...

İHANET BÜYÜYÜNCE mi?..

İhanetin yanı sıra, gaflet de aynı hızla ilerlemeye devam ediyor işte!..

Cumhuriyet; kendisini var eden Meclis’in tam ortasında, hem de Cumhuriyet üzerine yemin edenlerce vurulmaya devam ediyor işte...

Başkanlık, hilafet, “2. Cumhuriyet”, değişim ya da “Yeni Türkiye” yalanları üzerinde şekillendirilmiş bir kara plan adım adım ilerlerken, yalnızca Meclis’teki CHP’liler ve bir grup MHP’linin mücadelesine kalmamalı Cumhuriyet...

Bakınız; “Yeni Anayasa” adı altında Cumhuriyet vurulurken bile, bir AKP milletvekili “sıra Anayasa’nın değişmez ilk dört maddesine de gelecek” diyerek asıl sinsi planı bir kez daha dışa vurabiliyor...

İşte Abdurrahman Dilipak adlı Cumhuriyet ve Atatürk düşmanı bir yandaş kalemşor, “sırada hilafet var diye” tehlikeyi bağırarak ve bizzat işaret edebiliyor...

Daha ne desin karşı devrimciler, daha ne yapsınlar Atatürk ve Cumhuriyet karşıtları ve onların satılık, liboş ve dönek işbirlikçileri?.. Söyler misiniz; daha nasıl ihbar etsinler kendilerini Cumhuriyet yıkıcıları?..

Ne yani; bu kadar “gaflet, dalalet ve hatta hıyanet”ten sonra ya da “REFERANDUM” geçtikten sonra, “Cumhuriyet’i nihayet yıktık” dediklerinde mi uyanacağız millet olarak?..

Söyler misiniz; Cumhuriyet son dönemece geldiğinde mi, laik rejimi çökertecek “son bomba” patladığında mı gaflet uykusundan ayağa kalkacağız?.. Çok geç olur inanın... Hem de çok geç!..


https://twitter.com/FARACYAZIYOR
https://www.facebook.com/mfarac