SORUN NEDİR, SORUMLU KİM, BİLEN YOK!
Yağmur misali yağan zamlar, yepyeni vergiler, ABD seyahati, kandırma sanatında sınır tanımayanlar, hayal olan hedefler, Soylu’ların savurduğu tehdit ve hakaretler, Arınç’ların son dakika pişmanlıkları derken arada kaynayıp gitmesin dediğimiz pek çok sorun var…
Evet, coğrafya kaderdir. Ama ülkemizin de çok değerli ve özgün bir yeri vardır. Ancak o kaderi değiştirecek kişiler var mıdır derseniz yanıt vermek zor.
Evet, ülkemiz coğrafi konumu, fiziki yapısı, yeraltı ve yerüstü kaynaklarıyla özeldir. Ama bu özellikleri koruyup kollayacak artı değer katacak ölçüde liderlik becerisi, yönetim kabiliyeti, ehliyet ve liyakat sahiplerinin yönetimdeki varlığı, eğitim kalitesi, toplumsal bilinç, hukukun üstünlüğü, sanayi ve teknolojik alt yapısı, akademik yetkinliği, araştırma- geliştirme kabiliyeti, dünyayla yarışması vb. derseniz yanıt vermek çok çok zor.
Bu girişten sonra gelelim gelişmeye! Çocukluğumuzda yaygın bir deyim vardı. “Fasulye de kendini nimetten sayarmış.” Bu hangi fasulye için geçerli idi bilmiyorum! Milli yemeğimiz olan kuru fasulye için mi, sofraların başköşesine kurum kurum kurulan zeytinyağlısıyla, kıymalısıyla domateslisiyle, yumurtalısıyla lezzet küpü olan yeşil fasulye için mi? Onu da bilmiyorum.
Bildiğim o ki şimdiye kadar mantardan zehirlenenleri okur, duyardık. Şimdi ıspanaktan zehirlenme moda oldu! Artık zavallı ıspanakçık dipte köşede kalmaktan mı sıkıldı? Fasulyeyi kıskanıp kendini nimetten mi saymak istedi? Gündem mi yaratayım dedi? Anlamak zor. Normalde sağlık bakanının ekranlara çıkıp halkı sakinleştirmesi, olayın iç yüzünü anlatarak konuyu açıklığa kavuşturması gerekirken o önce iş adamı olduğundan sahibi bulunduğu özel hastanelerine çok özel teşvikler ve ayrıcalıklarla meşgul olduğundan böyle fasa fiso işlere ayıracak zamanı zaten yok!
Geriye kala kala üretici, çiftçi, hal esnafı ve pazarcılar kalıyor ki! Onların da derdini dinleyecek merci de yok, anlatacak mecalleri de kalmamış. Bu durumda kabak (ıspanak mı demeliydim?) semt pazarlarında akşamüstleri fiyatları düşen ıspanaktan 1 kilo alarak pişiren sonra da zehirlenerek hastanelere kaldırılan halkımızın başında patlamış. Ha bu arada çok önemli bir şey olmuş! Yönetime göre enflasyon düşmüş, ekonomi canlanmış, turist sayısı artmış, dolayısıyla önümüze umutla bakmamız gerekiyormuş!
İyi de ülke kalıcı yoksullaşmaya doğru doludizgin giderken, millet harcama kalemlerini keserken, kemer sıkan yurttaş burnundan solurken, özel sektör küçülüp, arkasız ve dayısızlar iş bulamazken bu pembe tablo ne kadar iç acıcı, ne kadar inandırıcı olur ki? Ayrıca sürekli kin ve hiddetle burnundan soluyan insanlarla yönetilirken nasıl olsun ki? Batılılar; “Önemli olan büyük ülkelerin küçük lideri gibi değil, küçük ülkelerin çok büyük lideri olarak tarihe geçmektir. Bu da omuz vererek, el tutarak, el uzatarak ve adil davranarak olur” der. (Not alır mısınız lütfen?)
Bu durumda da soru soruyu, konu konuyu açar. Batılıların dediklerini hayata geçirmek için çözüm mü, metot mu, günü kurtarma mı, tabana mesaj mı, ömre ömür katan sözler mi, ömür kısaltan çıkışlar mı gerekir? Yoksa çok şatafatlı, çok ihtişamlı, çok görkemli, çok masraflı, çok ciddi bütçeli ülkenin tüm hayati kararlarının orada alındığı ve uygulandığı külliye, ya da milletin evine güvenip arkaya yaslanarak günü gün etmek mi?
Şu anda bu soruya yanıt vermek ve öğrenmek pek mümkün değil. Mümkün olan şu ki; “Biz” diyemeyen, “bizim” diyebilir mi? “Ben ne dersem o!” diyen halkın tümünü kucaklayabilir mi? Kültürel ilgi ve bilgi olmadan turizmde Pazar payı olur mu? Gerçekleri atlamadan, konuları adım adım mercek altına almadan, nedenleri ve sonuçları masaya yatırmadan sorunlar çözülür mü?
Davet Notu: 13 Kasım Çarşamba günü saat 14.00’de Kadıköy Belediyesi Criton Curi Gönüllüleri’nce düzenlenen toplantıda “Atatürk, Aydınlanma ve Kadın” konusunu anlatacağım. Yolu o tarafa düşenleri beklerim.