ANALİZ
Soylu da “bu can bu bedende oldukça” edebiyatına soyundu
Gazi deyince insanın aklına ister istemez, terörle mücadele sırasında yaralanan güvenlik kuvvetlerimiz geliyor.
Ama bu gaziler onlar değilmiş, 15 Temmuz gecesi yaralananlarmış.
15 Temmuz’da yaralananlar eylem yapınca da şaşırıyorsunuz ister istemez, hele bu eylemciler polis zoruyla dağıtıldığında şaşkınlık daha da artıyor.
Meğer 15 Temmuz gecesine katılarak yaralananlar için halktan yardım amacıyla toplanan 300 milyon liranın üzerindeki para, hak sahiplerine dağıtılmamış.
Gerçi anlamakta zorluk çekiyorum, 15 Temmuz’da yaralananlara neden yardım toplandı bu bir, neden dağıtılmadı bu iki ve o gece yaralananlar niye şimdi paranın peşinde bu üç?..
Biraz tuhaf geliyor “demokrasi için” sokağa inen, ölümüne direnen, üstlerindeki atletleri egzoz borularına tıkarak tankları durduranların para diye tutturması ve AKP önüne giderek gösteri yapması, polisin de bir zamanların kahramanlarına aşırı şiddet uygulaması.
Belli ki 15 Temmuz’da yaralanan ve paralarını alamayanlar çok öfkeli.
Polise direniyorlar, yumruk atıyorlar.
Muhtemelen kendileri ile aynı görüşte olmayan başkaları polise direndiğinde, “Devlete kalkan eller kırılmalı” diyorlardır, şimdi kendi başlarına gelince neye uğradıklarını şaşırıyorlar.
Bir gazetede, 15 Temmuz gecesi yaralananlardan Ahmet Önder’in sözlerini okudum.
Önder, belli ki kendilerinin çok ayrıcalıklı insanlar olduğuna inanmış; “Arbede sırasında ben polislere, ‘Benim madalyam var, bana dokunamazsınız. Valilik ve İçişleri Bakanlığı izni olmadan beni gözaltına alamazsınız’ dedim” diye yakınıyor. Çünkü buna rağmen fena dayak yemiş anlaşılan.
Sanıyorum, “Biz Erdoğan’ı kurtarmak için canımızı ortaya koyduk, şimdi başımıza gelene bak” diyordur kendi kendine.
Tabii böyle düşünmesi için her türlü ortam yaratılmıştı. Tek şart galiba “sakın günün birinde para istemeye kalkılmaması” imiş.
15 Temmuz yaralıları, polisten bir hayli dayak yedikten sonra soluğu İçişleri Bakanı’nda almışlar.
Kendisine para istemediklerini, meselenin 3713 sayılı kanuna (vazife malullüğü aylığı bağlanmasını da düzenliyor) tabi olmak olduğunu söylemişler.
Yani 15 Temmuz yaralıları kendilerini “devlet görevlisi” olarak görüyorlar.
İçişleri Bakanı da “Hiç merak etmeyin” demiş, “Bu can bu bedende oldukça sizin yanınızda olacağım” demiş.
Tabii “bu can bu bedende oldukça” edebiyatı, insana başka şeyleri anımsatıyor.
Türk asıllı bir Alman gazeteci Deniz Yücel hapse mahkum edilmişti, Almanlar bu gazeteciyi geri istiyordu, Erdoğan da “Bu can bu bedende oldukça o gazeteci hapisten çıkamaz” demişti.
Sonra ne oldu bilinmez, Merkel biraz fazla mı sert konuştu artık bilemem, Deniz Yücel bir anda serbest bırakıldı, Almanya’dan gelen özel bir uçak, kendisini alıp hemen götürdü.
Şimdi Süleyman Soylu da “Bu can bu bedende” falan diye konuşuyorsa anlıyoruz ki 15 Temmuz’da yaralananların para alması pek mümkün değil.
BUNU YAZMAK GEREK
Bir tarafı iyi, bir tarafı kötü bir durum
Libya konusu gazeteciler üzerinde bir “casusluk” sopası olarak kullanılıyor belki ama belli ki orada hayli kötü şeyler yaşanıyor.
Galiba iktidar, sanki burada olanların ortaya çıkmasından endişe ediyor gibi.
Tabii insanın kafası da karışıyor.
Çünkü iktidar fazla bilgi vermiyor ama yayılan hava, Libya’da “Türkiye’nin desteklediği hükümet güçlerinin zafer kazandığı” yolunda.
Satır aralarından anladığımız kadarıyla bu zafer Libyalıların değil aslında, burada bulunan Türk askerinin zaferi.
Bunu yabancı ülkelerin tepkilerinden de anlayabiliyoruz aslında.
Örneğin Fransa Cumhurbaşkanlığı’ndan yapılan açıklamada, “Türkiye’nin ‘agresif’ bir politika ile Libya’ya müdahale etmesi kabul edilemez” denildi.
Açıklamada, “Türkiye, Libya açıklarında 7 gemi konuşlandırdı ve silah ambargosunu ihlal ediyor. Türkiye’nin Libya’ya müdahalesi kabul edilemez, hoş görülemez” ifadeleri kullanıldı.
Ayrıca durumun NATO ile de görüşüleceği kaydedildi.
Olay bu yönüyle Türkiye için sıkıntı verici.
Ancak yine Fransa kaynaklı başka bir haber ise; iyi yönetilmesi halinde iyi bir duruma işaret ediyor.
Fransa’nın önde gelen gazetelerinden Le Monde, cuma günü “Türk-Rus vesayeti altındaki Libya” başlıklı bir başyazı yayınlamış.
Yazıda, “Bugün Avrupalılar Orta Doğu’da yabancı iki yayılmacı gücün, Rusya ve Türkiye’nin gösterisini izliyor” denildikten sonra şöyle denmiş; “Amerika Birleşik Devletleri, uzaktan bakarken, Avrupa kendi arasında fikir birliğine varmaya çalışıyor. Bu arada Türkiye ve Rusya Libya’yı paylaşıyor.
Bu da konunun iyi tarafı.
Bugüne kadar hep “Batı’nın asıl derdi Libya petrolü” derdik ve tepki gösterirdik. Şimdi galiba işler tersine dönüyor ve Batı bizi bununla suçluyor.
Bu da konunun iyi tarafı bence.
Elbette bu “iyi ve kötü yanlar” ayrıca tartışılmaya muhtaçtır.”
ŞAŞIRDIM
Adalılar bu otobüsleri benimsemez
İstanbul’un Adalar’ında artık faytonlar yok.
Şimdi yerine otobüsler konacakmış.
Elektrikli otobüsler bir işe yarar mı, daha doğrusu adalıların ihtiyacını karşılar mı, bilemiyorum.
Ancak şunu söyleyebilirim, Adalar’da toplu taşıma yapılması pek akıl kârı değil.
Çünkü Adalılar bunca yıldır evlerine ya yürüyerek ya da faytonla gitmeye alışmışlar.
Adalı; vapurundan iner, varsa alışverişini yapar sonra faytona biner ve evinin önüne kadar gider.
Faytonun saati yoktur.
Oysa toplu taşıma yapmaya başladığınızda kimse buna ayak uyduramaz, ayrıca pratikte fayda da sağlamaz.
Adalar’da, faytonun kaldırılması yanlış değildir ama yerine konan ulaşım biçimi yanlıştır.
Adalar’ın ihtiyacı toplu taşımaya uygun otobüs değil, 4 kişilik oturma yeri olan, yük taşımaya da uygun sepeti bulunan elektrikli araçlardır.
Duyduğuma göre Adalar Belediyesi, hafta sonu araçların tanıtımını yapacakmış.
Adalıların tepki göstereceğini sanıyorum.
Bu arada faytonların tamamen kaldırılması da doğru değil.
Yeni dönemde keşke süslü, gösterişli, taşıma değil gezinti amaçlı uygun birkaç araba kullanılsa.
ÖNERİ
Muhalif isimler, yandaş kanallara çıkmasınlar
Ne zamandır aklımdaki konuydu hatta bir kere ekranda dile de getirmiştim. Demokrasi ve hukuk karşıtı yandaş tetikçi kanallara çıkan muhalif isimlerin artık düşünme zamanı geldi.
Önceki akşam birçok yandaş tetikçi kanalda, HDP yürüyüşünün konu alındığını görünce artık yazmaya karar verdim.
HDP, Hakkari ve Edirne’den Ankara’ya yürüyüş başlatıyor.
İktidar ve yandaşları buna çok öfkeli.
Güzergah üzerindeki valiliklere yürüyüşçülerin asla geçirilmemesi talimatı verildi.
Ekranlarda bu tartışılıyor hesapta ama nedense konuşmacılar arasına HDP’liler alınmıyor.
HaberTürk’ün sunucusu, “Bu bir tercihtir, tercihlerin nedeni farklıdır. HDP’liler zamanında çıkmışlardı” itirafında bile bulundu.
HaberTürk hiç olmazsa bunu itiraf ediyor, peki diğer yandaş kanalları ne yapacağız?
Diyorum ki, “Kendini muhalif gören isimler artık yandaş tetikçi kanallara çıkmasınlar. Onların yayınlarını zenginleştirmesinler. Yandaş tetikçi kanalların, sanki objektif gibi görüntü vermesine katkı sağlamasınlar.”
Ayrıca şunu da ekleyeyim, kimse alınmasın darılmasın, zaten yandaş tetikçi kanallar etkili muhalif isimleri asla ekrana çıkarmıyor. Genellikle dengeye oynayan, objektif görünmeye çalışan, herkesten oy almaya çabalayan kişiler bu ekranlarda kendilerine yer bulabiliyor.
Artık tümüyle çekilmek gerek.
Çünkü etkisiz muhalif isimlerin ekran merakı yüzünden, izleyici de sanki farklı görüşleri dinlediğini sanıyor ama bariz bir üstünlük sağlayan iktidar görüşleri,
bilinçaltına yerleşiyor.
KAFAMI BOZAN ŞEYLER
Yeni bir “salak yerine koyma” muamelesi
İktidarın temel özelliklerinden biri “herkesi salak yerine koyma” anlayışı.
Sık başvurulan bu yönteme bir yenisi daha eklendi.
Daha önce de halkı salak yerine koyan Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov ile görüşmesinin ertelenmesinin, kriz olmadığını söylemiş.
Çavuşoğlu, Rusya ile aramızda temel bir görüş ayrılığı olmadığını, bu nedenle görüşmenin ertelenmesinin farklı yönlere çekilmemesi gerektiğini ileri sürmüş.
Batı’ya göre; Rusya Türkiye ile birlikte Libya’yı paylaşıyor ancak askeri açıdan Türkiye ile Rusya karşı karşıya gelmiş durumda, Dışişleri Bakanı da son andaki bir iptali “Başka yerlere çekmeyin” diye geçiştiriyor.
Neyse uzatmamak gerek, casus masus sanırlar yoksa.
https://twitter.com/can_atakli_