ŞU DİPLOMA OLAYINI BİTİRİN ARTIK

ÖNERİ

Şu diploma olayını bitirin artık

Erdoğan'ın diploma konusu yine gündeme geldi.
Bu kez, 2014'te yapılan ilk cumhurbaşkanlığı seçimi sırasında verdiği “Noter onaylı diploma fotokopisi” nedeniyle bir noter katibine soruşturma açıldı.
Konu özetle şu; Erdoğan, cumhurbaşkanı adayı olmak için gereken evrakı tamamlarken, ‘aslı gibidir' ibareli noter tasdikli diploma fotokopisini de YSK'ya verdi. Ancak daha sonra anlaşıldı ki, Erdoğan'ın ‘aslı gibidir' onayını aldığı diploma, aslında diploma değil fotokopiymiş. Yasalara göre noter, tasdik edeceği belgenin aslını görmek zorunda. Görecek ki fotokopisinin üzerine ‘aslı gibi' yazacak. Ancak İstanbul 15'inci Noterliği Başkatibi bunu yapmamış.
Türkiye Noterler Birliği, dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan'ın üniversite diplomasının fotokopisini, “Dairemizce onaylanması istenilen işbu fotokopinin ilgilisi tarafından gösterilen ve iade edilen aslına uygun olduğu ve örnek verildiğini onaylarım!” şeklinde tasdik eden noter katibi hakkında soruşturma açmayan İstanbul 15. Noteri Nejla Akgün'e uyarma cezası vermiş.
Karar, Ahmet Davran adlı vatandaşın açtığı dava sonucu alındı ve bu sayede tekrar medyanın gündemine geldi.
Başından bu yana Erdoğan'ın diploma konusunda neden bu kadar direttiğini anlamıyorum.
Sonuçta konu Erdoğan'ın diplomalı olup olmaması değil.
Daha doğrusu kimse Erdoğan'ı diploma ile değerlendirmeye çalışmıyor.
Ancak cumhurbaşkanı adayı olabilmek için “üniversite diploması” gerekiyor.
Yıllar önce Erdoğan'ın üniversite diploması olmadığı iddiaları ortaya atıldı.
Erdoğan bunlara cevap bile vermedi.
Cumhurbaşkanlığı adaylığında doğal olarak diploma konusu yine gündeme geldi.
Ama Erdoğan inatla açıklama yapmadı.
Bu iddiayı dile getirenlerin bazılarını mahkemeye de verdi.
Ancak “kanıt” aşamasında işler hep tıkandı.
Çünkü ya mahkemelerin “ilgili üniversiteden istenen öğrencilik ve mezuniyet belgeleri” gönderilmedi ya da mahkemeler bu belgelerin istenmesi aşamasında ipe un serdiler.
Böylelikle Erdoğan'ın diploması konusu hep sır olarak kaldı.
Hele şu sıralarda neredeyse “devlet sırrı” niteliğine sokulacak.
Tabii Erdoğan “Marmara Üniversitesi diplomayı gösterdi ya, daha ne istiyorlar” diyebilir.
Ama her konuda iddiacı ve zorlayıcı olan Erdoğan'ın diploma konusunda aslında çok basit olan doğrulamayı yapmaktan kaçınmasını gerçekten anlamıyorum.
Bu konu “gurur meselesi” yapılacak bir konu değil ki?
Erdoğan'ın değerini ne azaltır, ne çoğaltır.
Buna rağmen kaçması ister istemez şüphe yaratıyor.
Kim bilir kaç yıl önce yazdığım öneriyi tekrarlayayım.
Erdoğan'ın hangi okuldan, hangi statüde mezun olduğunun gösteren en sağlam kanıt ASAL Daire Başkanlığı'nda. ASAL yani Askere Alma Daire Başkanlığı, askere alınan herkesten eğitim durumu ile ilgili belge istiyor. Erdoğan yedek subaylık yaptığını söyledi.
Yedek subay olduğu dönemde Ecevit'in aldığı bir kararla 2 ve 3 yıllık yüksekokul mezunları da yedek subay olabiliyordu. ASAL'dan bu belge istenirse (Erdoğan'ın arzusuyla da olabilir, mahkeme talebiyle de) gerçeği herkes öğrenmiş olur.
Bu kadar basit.
Ama sanıyorum Erdoğan 4 yıllık değil, 2 veya 3 yıllık yüksekokul mezunu.
Anayasa'nın istediği “Üniversite mezunu olma” şartını yerine getiremediğini düşünen Erdoğan'ın bu yüzden sessiz kaldığı söylenebilir.
Gerçi son Anayasa'da üniversite tanımı yüksekokul olarak değiştirildi.
Öyle olsa bile daha önceki seçimin hukuki durumunun ne olacağı herhalde çok tartışılacak bir konudur.

BUNU YAZMAK GEREK

İsmail Küçükkaya, bu formatta program batağa saplanır

Ben de herkes gibi merakla pazar akşamını bekliyorum.
Gerçi herhangi bir protokol açıklanmadığı için bu yayının gerçekten yapılıp yapılmayacağından da emin değilim.
Ancak İsmail Küçükkaya ile ilgili endişelenmeye başladım.
Çünkü Küçükkaya, eğer programı anlattığı biçimde yönetecekse batağa saplanabilir, mesleki kariyerini yerle bir edeceği gibi herkesin saldırısına da hedef olabilir.
Küçükkaya önceki akşam Fatih Altaylı'nın programında konuşmuş.
Altaylı'nın “Formatı nasıl hazırlayacaksın?” sorusuna şu cevabı vermiş;
“Beni Engin Altay'la Mahir Ünal'la bir aradayken, iki ya da üç kez aradılar. Dediler ki, ‘Tamamen inisiyatifi size bırakıyoruz, soruları siz hazırlayın. Yalnızca iki adaya siz sorun, eşit süre verin' dediler. Aynı şeyleri motamod iki adaya soramam. Bazı sorular İmamoğlu'na, bazı sorular Yıldırım'a. Burada riayet edeceğim kural, soruların bilinmemesi, benim tarafımdan hazırlanması ve iki adaya eşit hakkı tanımak. Önce iki adayın kurmayları ve aynı zamanda iki partinin kurmayları format üzerinde genel prensiplerde anlaşacaklar. Ben soruları tamamen kendim sormak üzere, kendim belirleyerek onların belirlediği formata uyacağım. Benim kafamda toplam 20 soru var.”
İsmail Küçükkaya'yı muhtemelen mesleki kıdemi fazla olan biri olarak uyarmak istiyorum.
“Bu düşüncesi yanlıştır.”
Adaylara farklı sorular sormaya kalkarsa o programı bitiremez.
Çünkü her ikisine de “sıkıştırma soruları” sorsa bile asla dengeyi tutturamaz.
İki adayın durumu farklı.
Birbiriyle eşit ağırlıklı soru bulması mümkün değildir.
Burada yapması gereken 3 ya da 4 konu belirleyip her ikisine de 10'ar dakika vererek konuşturmak ve en sonunda da 15'er dakikalık sorusuz serbest zaman vermektir.
Küçükkaya, sakın komplekse kapılıp “Gazeteciyim tabii soracağım” havasına girmemeli.
Bilmem Küçükkaya bu çok samimi uyarımı dikkate alır mı?

OKURDAN MESAJ

Oy kullanmak için seçmen kağıdı olmasına gerek yok

Okurlarımdan biri aşağıdaki mesajı göndermiş;
“Bugün 23 Haziran seçimlerinde kullanacağımız seçmen kağıtlarını almak için muhtara uğradım. Seçimlerde oy kullanırken zorunlu olmadığı için çoğunluk bu kağıtları almıyor. Bu kere de durum aynı, hatta çoğu insan İstanbul dışında olduğu için bu defa çok daha fazlası henüz alınmamış. Ancak ilk defa bu seçimde ilçe seçim kurulundan yapılan talimata göre, ayın 20 sinde alınmayan seçmen kağıtlarının iadesi istenmiş. Ne düşünülüyor bilemiyorum! Seçmen kağıtlarının bir an önce muhtarlıklardan alınması konusunda hassasiyet gösterelim ve bu konuda da çevremizi uyaralım.”
Okurum haklı.
31 Mart yenilgisini hazmedemeyen iktidar, elbette her türlü oyunu oynayabilir, buna karşı uyanık olmak gerek.
Ancak bu konuda çok fazla telaşa gerek yok.
Çünkü oy kullanmak için ille de seçmen kağıdını yanınızda götürmenize gerek yok.
Önemli olan sandıktaki listelerde adınızın olması.
Geçerli bir hüviyet gösterdiğiniz takdirde oyunuzu kullanabiliyorsunuz.
Listeler 31 Mart'taki listelerin aynısı olmak zorunda.
Bu nedenle herkesin içi rahat olsun.

KOMİK

Tuhaf ama gerçek

Bu caps'i dün bir dostum göndermiş.
Neresi bilmiyorum. Ki zaten fark etmez.
Örneğini bugüne kadar çok gördük.
Önce cami yapılır, hemen dibine imam, müezzin, vaiz için derme çatma bir ev inşa edilir.
Belediyeler cami yıkmaya çekindikleri için buraya bir şey yapamaz.
Sonra çevre evlerle dolmaya başlar.
Bir iki, derken mahalle oluşur.
Bu son örneklerden biri demek ki.

KAFAMI BOZAN ŞEYLER

Acılı insanlara bu kadar şiddet, hangi vicdana sığar?

8 Temmuz 2018 günü Türkiye korkunç bir tren kazası ile sarsılmıştı.
Çorlu'da, tamamen TCDD'nin ihmali nedeniyle raydan çıkan trendeki 25 kişi can vermişti.
Ölenler arasında 10 yaşında çocuklar bile vardı.
Ancak ne yazıktır ki iktidar teflon tava gibi olduğu bu konuda da üzerine hiçbir sorumluluk almadı.
Acılı aileler aylardır sorumlular hakkında dava açılması için mücadele ediyor.
İşte acılı aileler, dün Anayasa Mahkemesi önünde basın açıklaması yapmak için bir araya geldi.
Geldi de ne oldu?
Polis akılalmaz bir kin ve nefretle acılı insanların üzerine yürüdü.
Copladı, tekmeledi ve hatta plastik mermi bile sıktı.
Diyelim ki, Anayasa Mahkemesi önünde bu tür bir açıklama yapmak yasak.
Diyelim ki, o acılı insanlar sözlü uyarılara uymadılar.
Be kardeşim, başka ne yapabilirler ki?
Biraz beklerler.
Siz de açıklama yapmalarına izin verirsiniz.
Sonra giderler.
“Hayır, ben devletim” diyen bir güç sarhoşluğu, acılı insanlara aldırmıyor.
Çünkü en yakınlarını, evlatlarını kaybeden insanlar iktidarı suçluyor.
Ayıptır günahtır.

https://twitter.com/can_atakli_