SU ve VİCDAN NÖBETİ…
Baştan ve peşinen söylemeliyim! Bu başlık pek çok şeyi anlatmasına rağmen içeriği ve mesajı bizimle yakından uzaktan ilgisi olmayan ülkeleri kapsamaktadır…
Zaten bu tür eylemler daha çok halkıyla inatlaşan, ben ne dersem o olur inadından vazgeçmeyen ülkelerde görülmekte, yeşil alanlarda manyezit, nikel, demir, altın aranmasına izin veren ülkelerde ortaya çıkmaktadır! (bizimle ne ilgisi var?)
Bu tür kitlesel hareketler genellikle temiz su kaynaklarını kirleten, siyanür akan sulara geçit veren, yüzbinlerce ağacın kesilmesine göz yuman, şifalı su kaynaklarının zarar görmesine aldırmayan ülkelerde sergilenmektedir!
Yine bu tür toplumsal çıkışlar daha çok yeşille, ormanla, ağaçla, börtü böcekle alıp veremediği nedir diye merak edilen ülkelerde görülmektedir. (Aslında verdiği belli ama aldığı sır olan ülkelerdir onlar)
Bu tür toplumsal hareketler; Aydınıyla, sanatçısıyla, ülkesinin yarınlarını düşünen halkıyla yıldızı bir türlü barışmayan, bu gidişle de zor barışacak olan ülkelerde daha çok kabul görmektedir!
Aldığı içler acısı kararlarla doğayı tahrip eden, tarihe darbeler vuran ve bundan asla gocunmayan ve geri adım atmayan ülkelerdir onlar…
Atılan bu adımların kazananı olmaz diye asla düşünmeyen, yargı olmaktan çıkıp olguya dönüştürdükleri kararlar sonucunda büyük yanlışların yarattığı büyük yalnızlığı göremeyen ve bu alanda başı çeken ülkelerdir onlar…
Yine adaleti, emeği, ekonomiyi, umutları, eğitimi, geleceği, enerjiyi, oksijeni kısaca toplumun can damarlarını kurban ederken, kitlelerin mayasına çalınan darbelerin izini ve etkilerini asla hesap etmeyen, bu işin sorumluluğu yok mu diye düşünmeyerek en ön sırada yer alan ülkelerdir onlar…
Gösteriş, büyüklük, saray, beton merakının ekonomiyi yerle bir ettiğini kabul etmeyen, yeri gelmişken yine söyleyeyim bizimle yakından uzaktan ilgisi olmayan ülkelerdir onlar…
Ormanlara, kıyılara, derelere, göllere kıyarak; bu tür doğal kaynakları maden ocaklarına, enerji santrallerine, altın arayıcılarına gözü kapalı veren ülkelerdir onlar…
Gece gündüz kalan tektük yeşil alana nasıl kıyarım arayışına girerken, ülkenin taşını toprağını, yeşilini, ormanını kendi tapulu malı görme egosuyla hareket eden ülkelerdir onlar…
Gelelim bizim topraklarda olup bitene!
Yönetimin doğal güzelliklere karşı açtığı savaş, Uzungöl’den Salda Gölüne uzanan yeşil katliamı, betona duyulan aşk, AVM’lere duyulan sevda, ormana- ağaca duyulan nefret, Milli Parklar Koruma Kanunu, Tabiat Varlıklarını Koruma kanunu ve 1. Derece Sit Alanı gibi kanunları hiçe sayma rahatlığı tamamen konumuz dışı olsa da! Ne derdi eskiler; “Kızım sana söylüyorum, gelinim sen işit!”
Bu girişten sonra soru soruyu açar mı açar!
Milli iradenin temsilcisi ülkenin toprağını, taşını, suyunu, gölünü denizini, ovasını, ormanını, tarihini değerini düşünmezse kim düşünür? Ya da politik irade orta veya uzun vadede bu konular için kafa yormaz, plan proje geliştirmezse bu iş kime düşer?
Emeği baskılayarak, işyeri cinayetlerinin artmasına göz yumarak, ülkenin kaynaklarını üç kuruşa yerli – yabancı madencilere peşkeş çekerek vebal altına girmek yönetimleri niye mutlu eder ki?
Bitki örtüsünü yerle bir ederek, meraları, ormanları tarım arazilerini yok ederek, sularımızı kirleterek, doğa harikası ormanlara dev oyuklar açarak, siyanürlü sular için ölüm havuzları hazırlayarak, sadece ağaç katliamlarından sonra yurtlarından yuvalarından olan börtü böceğe üzülmeyerek, insanların yaşamını tehlikeye atmak yöneten adına güven bunalımına yol açmaz mı?
Hal böyle iken 7 / 24 / 365! Emre amade olan kişi ve kurumların duyarsızlığını anlamak kolay da! Bu hızın sonunda elveda ormanlar, elveda içindeki canlılar, elveda yeraltı ve yerüstü suları, elveda doğal kaynaklar demeye az kalmışsa ne yapılır?
Ortada bilimsel çözüm yokken, tatmin edici açıklama yokken, geri adım atmak yokken, dünden bugüne denenmiş metotlar ve günü kurtarmaya yönelik hesaplar varken, özetle demem o ki; İnsanın kendi vicdani hayat sınavları olduğu gibi duruşuyla sergilediği insani sınavları da vardır. Misal vaktin yokluk derecesinde kıt olduğu zamanlarda bile el uzatıp tepki vermek gibi, bana değmeyen yılan bin yaşasın dememek gibi, ömre ömür katan umutları dirilten davranışlar ve jestler gibi, kitlesel hareketleri önemsemek gibi…
Bazı zaman dilimlerinde ve şartlar gerektirdiğinde ezber karalayan-ezber bozan, alışılmışı yerle bir eden, insanı yerinde mıhlayan çıkışlara sahne olan ülkemizin duyarlı insanları günlerdir Kaz Dağları enkaza dönüşmesin diye ayağa kalkmış. Ben neredeyim yüreğim nerede derseniz, ayağa kalkanların yanı başında deriz!
Yapılan düzenleme ve verilen imar izinleriyle; Bize taş taşımak, yabancılara altını taşımak düşerken, olan Kaz Dağları’na, Salda Gölü’ne, cennet ormanlarımıza, yeşil alanlara ve maden saldırısı altında kalan, siyanür ve jeotermal atıkla zehirlenen halkımıza oluyor diye devam ederiz.
Yetinmez vardığımız hükümde ısrar ederek, sözü; “Eskiden devletimiz ormanı korumak için bize ağır cezalar uygulardı. Şimdi biz ormanı devletimizden korumak için direniyoruz!” diyen köylüye bırakıp aradan çekiliriz…