SUİKAST, KUŞKU, KARANLIK!!!
1980 öncesini kimse unutmadı... "Sağ-sol kavgası" adı altındaki korku dönemi, şiddeti ve terörü zirveye çıkartmıştı... Emperyalizmin silah tüccarları ve kışkırtıcıların birbirine düşürdüğü memleketin çocukları, "anarşi" adı altında yürütülen bir iç çatışmanın ortasında bırakılmıştı...
Binlerce genç ise üniversitelerde, meydanlarda, kahvehanelerde, kent merkezlerinde faili belli cinayetlerin kurbanı olmuştu...
İşte o dönemde, Taksim Meydanı'ndaki bir saldırı var ki, 1 Mayıs mitingine yönelik kanlı eylemin perde gerisinde "gladyo"nun olduğu da tartışıldı...
1970'lerden bu yana, Türkiye'yi kanlı bir meydanda çırpınmaya zorlayan olaylar 12 Eylül 1980 sabahı yapılan askerî müdahaleyle kesilmiş gibi görünse de; 1983'e kadar giden süreçte, bu kez darbenin yansımaları idamlar, işkenceler, kayıplar ve sürgünlerle devam etmiş, yaşanan kaos cumhuriyet tarihine kara bir leke olarak geçmişti...
Peki, askerî darbe Türkiye'yi huzura kavuşturdu mu?..
Ya da darbenin sonuçları Türkiye'yi başka hangi girdaplara sürükledi?..
Türkiye'nin kaos korkusu!..
Millet, 12 Eylül öncesindeki "anarşi" dönemi ve darbenin ağır travmalarından kurtuldu derken, Türkiye bu kez kendilerini "Apocular" olarak nitelendiren Abdullah Öcalan yönetimindeki PKK'nın 1984'ten itibaren başlattığı kanlı eylemlerin girdabında bulmuştu...
PKK'nın karanlık tuzakları 12 Eylül öncesindeki çatışma ortamından pek farklı değildi;
Suikastlar, köy saldırıları, katliamlar ve faili meçhuller 1984'ten 1990'nın başına kadar gelirken, ortaya bu kez şeriatçı terör örgütü Hizbullah sürülmüştü...
İşte terörün bir kez daha farklı kılıklarda eylem yaptığı o korku sürecinde, (1984 ile 1994 arasında) aralarında Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, Muammer Aksoy ve Bahriye Üçok gibi aydınlar da gerici, bölücü, karanlık saldırıların kurbanı olmuştu...
Yani; PKK'yı durdurmak için dinciliğin kullanıldığı bir süreçte, devletin gafleti şeriatçı örgütleri palazlandırırken, PKK ile Hizbullah arasındaki savaşta bir de "İslami Hareket" adlı bir örgüt ortaya çıkınca, terör sadece kendi içinde kan davasına girmemiş, aynı zamanda tüm bunlara karşı duran aydınları da hedef almıştı...
İşte bu kanlı süreçte; hem emperyalizmin "Yeşil Kuşak projesi", hem de Türkiye'de PKK'ya karşı din unsurunun kullanıldığı karanlık dönemde, "cemaat" adı altındaki bir yapı 1970'lerden itibaren başlattığı örgütlenmesini iyice zirveye çıkartmış, siyasetin ve devletin gafleti ile de bürokrasinin tüm koridorlarında hızla ilerlemişti...
Devlet ya uyumuştu o dönemde ya da siyasetin dincilikten nemalanma gafleti yüzünden olayları görmezden gelmişti...
Ne olursa olsun, sonu hiç de iyi olmamıştı o "gaflet, dalalet ve ihanet" yaklaşımının!..
Çünkü konu karanlık olunca, konu kışkırtmak olunca, konu rant savaşı olunca ve konu gericilik-bölücülük olunca beterin beteri vardı!..
AKP ne yapmaya çalışıyor?..
Türkiye'de 1970'lerden bu yana başlayan karanlık örgütlenmeler, sinsi olaylar, terör ve şiddet sarmalı ile devleti çökertme planları yeterince yara açmışken, son yıllarda "Fethullahçılar" adı altındaki bir dinci yapı da iyice büyütülmüştü... Çünkü AKP onlara "ne istedilerse" vermişti!..
Bu yapının devlete egemen olduğu süreçte Öcalan yakalanmış, Hizbullah çökertilmiş, ortaya El Kaide ve türevleri çıkmış, ancak cemaatin örgütlenmesi de 17/25 Aralık rüşvet ve yolsuzluk operasyonuyla iyice belirginleşmişti...
İşte bu deşifre AKP ile cemaati birbirine düşürürken, 15 Temmuz 2016'daki darbe girişimi ise devletin içerisinde bir "paralel yapı"yı da ortaya çıkartmıştı...
Ve bu yapının kodları geç çözüldüğü için, 2007'den itibaren "Ergenekon" ve "Balyoz" adı altındaki tuzaklar Fethullah Gülen'in "ulusalcı dalgayı aşacağız" planına hizmet etmiş, bürokrasi içerisinde Atatürkçü kadrolar iğrenç tuzaklarla, tehditlerle ve iftiralarla bertaraf edilmiş, sıra AKP ile cemaat arasındaki güç kavgasına gelmişti...
Gidişat çok ürkütücü!..
Evet; yazının başından itibaren yansıtmaya çalıştığımız Türkiye panoramasının her köşesindeki kanlı eylemler, karanlık olaylar, sinsi operasyonlar ve kirli tuzaklar Türkiye'nin sadece demokrasisine değil, ekonomisine ve ülkenin huzuruna büyük darbe vurmuşken, son günlerde yaşanan tartışmalara ne demeli acaba?..
Yazının başından itibaren Türkiye'yi sarsan olaylara dikkat çekilmesinin nedeni de hem yeni kaos kuşkuları, hem muhalefet ve hem de toplumda giderek artan endişelerdir...
Söyler misiniz; Türkiye Cumhuriyeti 1970-2021 arasındaki 50 yıllık süreçte dünyanın birçok bölgesinde eşi benzeri görülmemiş ağır travmalar yaşamışken, demokrasi yara almışken ve toplum huzursuzluğun cenderesinde çırpınmışken, "suikast"ların, "paralel devlet" tartışmalarının halen gündemde olması utanç verici ve ürkütücü değil mi?..
Baksanıza; siyasetçiler "tehdit" ediliyor bu ülkede...
CHP ve İYİ Parti liderleri "suikast" kaygısından endişe ediyor, iktidarla tartışıyor ve gerginlik karşılıklı atışmalarla giderek büyüyor...
Çünkü AKP yanlısı TÜGVA adlı yapının Fethullah Gülen benzeri bir "paralel devlet" kurmaya çalıştığı ileri sürülüyor...
Anayasa'yı da hedef alan SADAT adlı bir örgütlenmenin ise devletin içerisinde "paralel ordu" kurmaya çalıştığı iddia ediliyor...
Peki; terörün, faili meçhullerin, suikastların ve darbelerin son 50 yılda ağır travmalar yaşattığı Türkiye'de, siyaseti ve devleti yönetenler geçmişin acılarından hiç mi ders almadılar?..
Ne yapmaya çalışıyor acaba AKP?.. Ve bu ülke nereye gidiyor?..
Son 50 yıldaki dehşet dönemleri unutulmamışken, daha neler yaşanacak acaba bu ülkede?..
Türkiye'yi diken üstünde tutan "suikast", "paralel devlet" ve "paralel ordu" tartışmaları nasıl bir tehlikeyi haber veriyor?.. Kuşkular büyüktür, olası "tehdit" ve gidişat ise çok ürkütücüdür!!!
https://twitter.com/FARACYAZIYOR
https://www.facebook.com/mfarac