SÜRÜNGEN!..

SÜRÜNGEN!..

Gerçekten de yetti artık...

Başbakan olmak demek, önüne gelene sille tokat girişmek, ağza alınmayacak hakaretleri, elinde mikrofon, mitinglerde, toplantılarda hatta Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde fütursuzca söylemek değildir...

Başbakan olmak demek, “Alo Fatih, o altyazıyı al, şu haberi verme, onu kov, bunu at” diye talimat vermek, hazzetmediği gazetecilere mahalle kabadayısı üslubuyla küfürler etmek, patronuna “Bunları kapının önüne koymazsan onlar gibisin demektir” tehditleri savurmak da değildir...

Başbakan olmak demek, sorumlu olduğu, üstüne kapkara sıvanan bir katliamdan sıyrılabilmek için, koca bir ilçeye girişleri yasaklamak, yakınlarının acısıyla protesto edenleri tekmeletmek, ilçe halkını biber gazına, tazyikli suya bulamak, ölen zavallı işçileri, içinde zerre kadar duygu bulunmayan çirkin sözlerle “Bu meslekte olağandır bunlar, fıtratında vardır” tanımlamasıyla bir kez daha öldürmek ve haklı çıkmak için 1800’lerin İngiltere’sinde yaşanmış bir maden kazasını örnek vermek hiç değildir...

Başbakan en üst düzey yönetici olabilir, emrinde yüz binlerce kişi çalışıyor olabilir; ordusu, polisi olabilir; hiç fark etmez... Sonuçta o mevkiye hizmet etmek için gelmiş bir Türkiye Cumhuriyeti yurttaşıdır, o kadar... Oyla gelmiştir, oraya kazık çakacak hali yoktur, oyla da gidecektir...

Yurttaşlarına terbiye dışı davranmaya en ufak bir hakkı yoktur, olamaz...

Aksi takdirde, o kişiye Başbakan sıfatı bir kaç numara büyük geliyor demektir...

Ruhu kara ‘gazetecilik’

Yılmaz Özdil’i de, Yazgülü Aldoğan’ı da uzun yıllardır tanırım...

İkisi de bu ülkenin pırıl pırıl, namuslu ve haysiyetli gazetecisidir. Yazdıklarının, söylediklerinin arkasında dimdik duran; hiç kimsenin önünde eğilmeyen; gelmiş geçmiş hiç bir iktidarın, Başbakanın elini eteğini öpmeyen; gerektiğinde her şeyi göze alarak doğruları sütunlarına çekinmeden koyan insanlardır.

Söylediklerine, yazdıklarına gelince; her ikisinin altına da imzamı atarım.

Yazgülü’nün söylediği yalan mı, o zavallı işçiler “kâr yolunda” pisi pisine öldürülmediler mi?.. Yılmaz’ın söyledikleri yalan mı, “Olağan işler bunlar, madencinin fıtratında var” demek, neredeyse “müstahaktılar” sonucuna ulaşmıyor mu?. O işçiler değil miydi, yemek fişlerine el konulup baretleriyle AKP mitinglerine götürülen?. Üstelik bu laf başbakanı eleştirmek mahiyetinde söylenmişken bu nasıl bir hedef göstermedir?.. O linç çılgınlığına kapılanlara soruyorum, çok mu zor, “acaba bu adam ne dedi?” diye internetten bakıp anlamak?.. Ama hayır; iktidara yamanmış, ruhu kara, vicdanı kapkara “gazeteci” sıfatlı yanaşmaların içinden cımbızla çektiği iki satırı seyretmek, okumak çok daha kolay tabii!..

Aynı numarayla o kadar insanı ipe çektiler ki...

Yazılarımız bizi anlatır

Gelelim şu “sürüngen” meselesine...

Tabii, ondan önce “insan müsveddesi”, “mezar soyguncusu”, “aşağının aşağısı”, “dalkavuk” gibi nezih sözcükler de savurdu Başbakan ama sanırım “sürüngen” tümünü kapsıyor...

Eğer Başbakan ve şürekâsı sürüngen arıyorsa, dönüp aynı gün, talimatla aynı manşeti atan, attıkları yalanları ertesi gün tersyüz etmeye çalışıp eline yüzüne bulaştıran, ekranlarda karşısına bardak gibi dizilip, “kahvaltıda ne yersiniz” türünden bilimsel sorular soran, kimi daha dün kıçında donu yokken bugün 17 daire, kimi arpalıklarda yönetim kurulu üyeliği, kimi bankalarda trilyonlar cukkalayan satılık yanaşmalara baksın... Hiç utanıp sıkılmadan bacak kadar çocuğu terörist ilan eden, “Valla altına kaçırmamıştı, TOMA suyuydu o” diyecek kadar alçalan, maden kazasını “Gezici sabotajı”na bağlayacak denli küçülen, maalesef “gazeteci” sıfatı taşıyan soysuzlara “cuk oturuyor” sürüngen tanımlaması...

Bizlere gelince... Ne olduğumuzu, arşivlerdeki yazılarımız, televizyonlardaki sözlerimiz ve halkın bizlere bakışı anlatıyor zaten... Aslında sevgili Yılmaz, Pazar günkü dipnotunda gayet güzel özetlemişti:

-Evet, bizler ancak zeybek oynarken diz çökeriz!..


https://twitter.com/umit_zileli