TABANI KAHREDEN CHP NEYİ PAYLAŞAMIYOR?..
CHP'nin nerede etkili, nerede zayıf olduğu yıllardır belliyken, Türkiye'nin en önemli kentlerinde halen belediye başkan adaylarının açıklanmaması nasıl bir hesaplaşmanın sonucudur acaba?..
İstanbul'da büyükşehir adayını tanıtan CHP, ilçelerde nasıl bir beklenti içinde ki, halen adayları açıklayamadı?..
İstanbul'daki 39 belediyenin ancak üçte birinde etkili olan bir parti hangi büyük projeleri (!) müjdeleyecek ki, milletin enerjisini tüketme pahasına bekliyor ha bekliyor?..
Ne kilitliyor CHP'yi İstanbul'da; MYK üyelerinin "benim adamım başkan olsun" mücadelesi mi, ahbap çavuş ilişkileri mi, yoksa partiyi yıprattıkları için kesinlikle aday olmaması gereken "şaibeli" isimlere yönelik yoğun tepkiler mi?..
Şişli Belediyesi'nin 500 milyon dolarlık binalarını kendi kurduğu özel okula aktardığı için yargılanan Mustafa Sarıgül mü, "yolsuz"luktan görevden atılan Battal İlgezdi mi, yoksa Bulgaristan'da "kumar" masasında yakalanan ve "kumar parasını nereden getirdi"ğini açıklayamayan Bülent Kerimoğlu'nun kuşkulu (!) ilişkileri yüzünden mi bu kaos?..
Peki; ana muhalefetin en çok oy aldığı İzmir'de yarattığı kafa karıştıran (!) çıkmaza ne demeli?..
Neyin kavgasıdır İzmir'deki hesaplaşma?.. AKP'nin İzmir adayı Kasım ayından bu yana oy peşinde koşarken, kentteki adaylarını açıklayamayan CHP'liler neyi (!) bekliyorlar?..
Bir ana muhalefet düşünün ki; elinde kalmış olan İstanbul, Trakya ve Ege'deki bir avuç belediyeyi de adeta kaybetmek, halkın enerjisini tüketmek ve tabanın sabrını taşırmak için kısır döngüde çırpındıkça çırpınıyor!..
Tekrar soralım o halde; "neyi" paylaşamıyorsunuz ey CHP yöneticileri?.. Neyiiiii?..
AKP prestij mi bıraktı?..
AKP cenahının sıklıkla ve böbürlenerek sürdürdüğü bir propaganda var ki, neresinden bakarsanız bakın dökülüyor... Ülkenin "prestij"ini yükselttiklerini iddia ediyor AKP liler!..
Heyhat!.. O "prestij" nerede, nasıl, hangi konuda, ne zaman yükseldi, işte bu açıdan henüz ciddi bir veri yok ortada...
Ülkenin itibarını yerle bir eden sosyal, siyasal, ekonomik ve diplomatik skandalları ve sarsıntıları ayrıntılarıyla anlatmaya gerek yok, sağır sultan bile duyuyor yaşananları...
Yoksulluk, yolsuzluk, komşularla kaos, muhalefetle savaş, halka baskı, vergi zulmü, enflasyon, zam, suni döviz karmaşası mı "prestij" dedikleri?..
Ve de açlık-işsizlik, toplumu esaret altına alan sosyolojik bunalımlar, intihar vakalarındaki artışla kadın cinayetleri Türkiye'yi gerilimin merkezi haline getirmişken, bu ülkede "prestij"den söz etmek doğrusu gülünç de geliyor insana...
Sokaklarında 5 milyondan fazla Suriyeli ile en az 2 milyon başka ülkelerden gelen işsiz güçsüz takımının da dolaştığı bir ülkede, devletin itibarını sarsacak ne yazık ki başka gelişmeler de oluyor!..
Ne tuhaf değil mi; Avrupa'da-Amerika'da, başka kıtalarda, denizin ortasında ya da terk edilmiş viranelerdeki küçük devletçiklerde bile "vatandaşlık" vermek için taliplilerden yüzbinlerce Euro istenirken ve yatırım koşulu dayatılırken, Türkiye ulusal kimliğini adeta pazara düşmüş rozet gibi çok rahat biçimde hırpalayabiliyor... Bu da ülkenin zaten tahrip edilmiş prestijini iyice çökertiyor...
Ne uğruna yurttaşlık?..
Baksanıza son açıklamaya... Demiş ki İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, "53 binden fazla Suriyeli sığınmacı oy kullanma hakkı kazandı!.."
Suriye ile ilgili görüşümüz baştan belidir; Esad'ı hangi grup, siyasetçi ya da yandaş kalemşor "düşman" olarak görürse görsün, Suriye liderinin "ulusal kurtuluş mücadelesi" verdiği gerçeği değişmez...
Emperyalizmin 7 yıl önceden kuşatarak, parçalamaya, Irak ve Libya'ya benzetmeye çalıştığı bir ülkede, ABD yandaşları, IŞİD, El Kaide ve ÖSO kılıklı teröristlerle mücadele ederek, hatta PKK ve türevlerinin sınır boyundaki kuşatmalarını bertaraf ederek, ne olursa olsun "vatan"ını korumaya çalışan bir devlet başkanıdır Esad...
Ne kadar horlanırsa horlansın, sonuçta kendi topraklarının prestijini de savunuyor Suriye lideri... Velhasıl, işgalcilikle savaşan bir ülke liderini "terörist" gibi göstermek, işgalciliğe taşeronluk yapmaktan da ileri gitmiyor...
Gelelim madalyonun diğer yüzüne... Yani, Türkiye'nin zaten sarsılan "prestij"ini daha da hırpalamak, ekonomik ve sosyolojik tahribatlar yaratmakla da suçlanan "sığınmacı"lara...
Baştan beri söyledik; iç savaş ya da kargaşada, komşu ülkenin bebekleri-çocukları-kadınları-yaşlıları-engellileri ya da savunmasız yurttaşları bir başka ülkenin toprağına tabii ki sığınabilirler... "Can" bu sonuçta ve insana sahip çıkmak da insanlığın gereği...
Bu kapsamda Türkiye'ye gelen Suriyeliler hoş gelmişler de; "asker çağında"yken, kendi topraklarında işgalcilere direnmek varken, Türkiye Cumhuriyeti topraklarında her ay bankamatik kuyruğuna girerek yardım parası çekenlere ne demeli?..
Olayın insani boyutu kesinlikle ötelenemez de, Suriye'den kaçan ve çok büyük bölümü "20'li yaşlarda" olan milyonlarca gencin "vatandaşlık kuyruğu"nda olması, çelişki yaratmıyor mu?..
Eminim herkes merak ediyordur; nasıl oluyor da kendi uluslarının kaderini belirlemekte aciz kalanlar Türkiye Cumhuriyeti'nin geleceğinde "oy" kullanabilme hakkına sahip olabiliyor?..
Yazının başına dönelim; 53 bini aşkın Suriyeli hangi becerileri, farklılıkları, yetenekleri ve özellikleri nedeniyle alelacele Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı oldular da, Mart ayında yapılacak yerel seçimlerde oy kullanabilecek hale getirildiler acaba?..
Ne olacak şimdi bunlar?.. Belediye başkanlığı seçiminde oy kullanarak gerçek birer "yurttaş" olduklarını mı kanıtlayacaklar yoksa kendi vatanlarını kaderleriyle baş başa bırakmanın acısını mı mühürleyecekler?..
Suriye'den kaçarak, kendi yurttaşlık "prestij"lerini terk eden sığınmacı "gençleri" de katarsanız; zaten bir dizi sosyal, siyasal, ekonomik ve diplomatik tahribatla uğraşan Türkiye, ileride öylesine büyük "nüfus" çıkmazlarına girer ki, AKP'lilerin böbürlenerek sarstığı "prestij"in zerresi bile kalmaz...
https://twitter.com/FARACYAZIYOR
https://www.facebook.com/mfarac