TARİHİ DEĞİL KURTULUŞ GÜNÜ

ANALİZ
 

TARİHİ DEĞİL KURTULUŞ GÜNÜ
 

Demokratik hukuk devleti olmaktan hak ve özgürlüklere bağlı olmaktan dün itibarıyla resmen çıktık.
Halk tarafından devleti temsil etmesi için seçilen ve tarafsızlık yemini eden bir cumhurbaşkanı 16 Nisan'da sadece yüzde 1.3'lük bir fazlalıkla kabul edilen anayasanın ilgili maddesinin “erken uygulanmasına” karar verildiği için dün iktidar partisine üye oldu.
Cumhurbaşkanı 20 gün sonra da yapılacak olağanüstü genel kurul ile AKP'nin genel başkanı da olacak.
Ucube bir anayasa değişikliğinin hiçbir hukuk kuralına sokulamayan bir maddesi ile partili olma hakkı kazanan Cumhurbaşkanı ay sonu itibarıyla “tek başına” ülkeyi yönetecek partisi için de devlet için de bütün kararları canı nasıl istiyorsa öyle alacak.
Daha önce de defalarca yazdığım gibi 2019'da seçilecek kişiye verilecek yetkilerden sadece ikisinin ayrılarak mevcut cumhurbaşkanına verilmesi tam bir hukuk katlidir.
Diğer tüm yetkiler için 2019'un beklemesi gerekirken farklı bir anayasa ve yine farklı bir sistemle seçilen cumhurbaşkanının yüksek yargı organlarının üyelerini belirleme ve bir partiye üye olma hakkını önceden kazanmasının tek anlamı vardır.
O da şudur; Cumhurbaşkanı seçildiği günden beri anayasanın cumhurbaşkanının tarafsız olma niteliğini sürekli çiğnemiş ve normal bir hukuk düzeninde “anayasal suç işlemiş” kuşkusunun doğmasına neden olmuştur.
Dün itibarıyla Cumhurbaşkanının partili olma hakkını kazanması ile tarafsızlık ilkesi de ortadan kaldırıldığı için bu “suç işlenmiş olma kuşkusu” da kendiliğinden ortadan kalkmıştır.
Cumhurbaşkanı çıkan bir yasanın kişinin lehine olması halinde geriye doğru işletilmesi hakkından da yararlanacaktır bu durumda.
Çok açık bir gerçek ki, Cumhurbaşkanı 16 Nisan referandumunda değiştirilen anayasada kendisine verilen tüm görev ve yetkileri partili olmak dışındaki zaten kullanıyordu.
Aslına bakarsanız anayasa hiç değişmese bile Cumhurbaşkanı ülkenin tek hakimi bir anlamda tek adamı zaten.
Partili olmak sadece tarafsızlık konusundaki bir şekil şartının yerine getirilmesidir.
Erdoğan şu andan itibaren hiç uymadığı tarafsızlık ilkesinin ileride açabileceği tümü sorunlardan kurtulmuştur artık.
Böylelikle halkın yarısının asla inanmadığı ve mücadeleyi sürdürdüğü bir referandum garabeti sonunda Türkiye yepyeni bir döneme girmiştir.
Bu dönem demokrasi ve hukukun askıya alındığı hak ve özgürlüklerin ise hiçbir değerinin ve öneminin kalmadığı bir dönemdir.
Türkiye'nin itici gücünü oluşturan, verdiği vergiyle, yarattığı istihdamla, yaratıcılığı, bilimle, sanatla olan ilişkisiyle Türkiye'yi bugüne kadar sırtında taşıyan ülkenin yarısı bu şaibeli referandumu geriye çeviremez demokrasi ve hukuk düzenine geçişi sağlayamazsa Türkiye bugünden itibaren sonu belirsiz bir uçuruma doğru dörtnala koşacaktır.

 

BUNU YAZMAK GEREK
 

YENİ DÖNEM ÇİFT PARTİLİ DEĞİL TEK PARTİLİ OLACAKTIR
 

Önce zor bir durumu saptamak gerek. Şaibeli bir anayasa referandumu yaşadık. Evet oyu verenler de dahil Türkiye'nin yarıdan fazlası referandumda aslında hayır çıktığını ama YSK eliyle bunun evet olarak açıklandığı görüşüne sahip.
Durum böyle olunca bu şaibeli referandumu kabullenip 2019 hesapları yapmaya çalışmak toplumun önemli bir bölümünde tepki yaratıyor.
Bu kabullenmeyi “teslimiyet” olarak gören milyonlar var.
Çünkü bu milyonlar şunu biliyor; Eğer halkın sadece yüzde 1.3'ünün fazlalığı ile vazgeçtiğimiz demokratik hukuk düzenine yeniden geri dönülemezse, önümüze konan bu ucube başkanlık sistemi ile Türkiye hem tek adam hem de tek parti yönetimine girecektir.
Seçimi kazanan kişinin siyasi görüş ve tutumu dışında hiçbir fikre, görüşe, siyasete yer kalmayacaktır.
Kimse rüya görmesin. Teknik olarak mümkün olsa bile dayatılan bu başkanlık sisteminde mevcut iktidar partisinden başka kimsenin şansı olmayacaktır.
Bugünkü cumhurbaşkanı ilk seçimlerde ilk turu geçemese bile daha sonra yapılacak ikinci turda ikinci olan siyasi partinin kazanabilmesi neredeyse olanaksızdır.
Muhtemelen ilk seçimde ikinci olan partiye diğer bazı partilerden de destek gelecek ve belki de ikinci parti yüzde 40'ları bile bulabilecektir.
Ancak bir sonraki seçimlerde sağın bütün unsurları “iktidardan pay alma” umuduyla birinci partiye yönelecek, birinci ve ikinci parti arasındaki makas giderek açılacaktır.
Bu açıdan bakınca “yeni sistem iki partili bir sistem olacaktır” söylemi kandırmacadan öte bir şey değildir.
İkinci parti dışındaki bütün partiler birinci partinin içinde eriyecek ve Türkiye 10 yıl sonra Ortadoğu ve Asya'daki gibi muhalefetsiz, tek parti ve tek kişinin yönetimindeki bir ülkeye dönüşecektir.
Bu tehlikeyi herkesin görmesi gerekir.

 

BAŞIMDAN GEÇENLER
 

ÜÇÜNCÜ KÖPRÜ YOLUNA GİRİNCE TUZAĞA da DÜŞÜYORSUNUZ
 

Hafta sonunda Arnavutköy'den sonraki Karaburun'a gittik ailecek. Bugüne kadar kullandığımız yol 3'üncü havalimanı inşaatı nedeniyle değiştirilmiş. Kemerburgaz'dan bir süre gittikten sonra yan yola veriyorlar bu yol da Arnavutköy'ün içinden geçiyor.
Giderken iyiydi, yolu kolaylıkla bulduk.
Ama dönüşte iş değişti. Çünkü Kemerburgaz yoluna çıkış tabelası olmayınca dalgaya düşüp Arnavutköy'ün içine daldık.
Halkalı'ya doğru giden yolda ilerlerken önümüze 3'üncü köprü otoyolu tabelası çıktı. “Fatih Sultan Mehmet Köprüsü, Ankara, Kemerburgaz” yazıyordu.
Trafiğe çok takılmamak için saptım. Kemerburgaz tabelalarını takip ederek paralı yolda gidiyoruz. Sonra bir anda Kemerburgaz tabelası yok oldu ve “Sarıyer-Uskumruköy” tabelası belirdi.
Böylelikle neredeyse 30 kilometre gittikten sonra Kilyos kavşağından çıktık. 11 lira tuttu.
İnanılır gibi değil.
İki Boğaz köprüsünden geçmek 7 lira, 3'üncü köprünün 30 kilometrelik otoyolunu kullanmak 11 lira.
Bunun adına da hizmet diyorlar ya, insanın nasıl canı yanıyor.

 

Bİ SORALIM BAKALIM
 

“BİZİ KİM SEVECEK” DEMEK YERİNE “BİZİ NİYE SEVMİYORLAR” DİYE SORMALI
 

Cumhurbaşkanı Erdoğan Hindistan gezisinde yine Birleşmiş Milletler'e vurdu. “Dünya beşten büyüktür” sloganını yine tekrarlarken “Ben bunları söyleyince bana kızıyorlar” dedi ve ekledi “Bizi kim sevecek?”
Tabii ülkeler arası ilişkilerde “sevilmek sevilmemek” çelişkisini bir kenara bırakalım, ama gerçekten çok merak ediyorum iktidarın aklına hiç “Bizi neden sevmiyorlar” sorusunu sormak geliyor mu acaba?
Dünyada ülkeler birbirlerine “seviyoruz, sevmiyoruz” diye bakmazlar. Ülkeler arası ilişkilerde dostluk elbette önemlidir ama asıl olan çıkarlardır.
Çıkar kelimesini olumsuz anlamda kullanmıyorum. Çünkü iş ülkelerin çıkarına gelince burada ortak bir nokta bulamayabilirsiniz. Benim çıkarım bir başka ülkenin çıkarlarını zedeliyor olabilir. Zaten bu nedenle insanlık “diplomasi” diye bir kavram icat etmiş.
Sevilip sevilmememiz bir gerçek değil Erdoğan'ın iktidarını pekiştirmek ve oy tabanını diri tutmak için kullandığı bir enstrüman. Topluma sürekli olarak “Bütün dünya bize düşman, hepsi bizim yıkılmamızı istiyor, bizi kıskanıyorlar” söylemi pompalanıyor ve bir algı oluşturuluyor.

 

CANIMI SIKAN ŞEYLER
 

O NE GARİP TÖRENDİ ÖYLE
 

Medya “tarihi gün” başlıkları atmıştı. “Efsane geri dönüyor” sloganı burada da karşımıza çıktı. Efsane dedikleri elbette Tayyip Erdoğan. Sanki AKP'den elini bir gün çekmiş gibi “büyük vuslattan” söz edenler de cabası.
Başbakan ağlıyor, partililerin bir kısmı yüzlerinden atamadıkları bir gülümseme ile Erdoğan'ın kürsüye çıkışını izliyor. Hepsi ayakta çılgınca alkışlıyor bir kısmı da bu “tarihi!” anı cep telefonuyla kameraya alıyor
Koca partinin içinde meğer bir kişiye kul gibi davranma arzusu nasıl da birikmiş nasıl da hepsi “gel başımıza” diye yanıp tutuşuyormuş.
Yüz yılı aşkın süren bir demokrasi mücadelesinden bir hukuk savaşından sonra ülkenin bu hale gelmesi insanın canını sıkmaz da ne olur.

https://twitter.com/can_atakli_